vücudun gösterdiği tuhaf tepkiler
çok sinirlenince midem bulanıyor.
devamını gör...
yazarların başından geçen tebessüm ettiren olaylar
bizim bir terzi abimiz var, biraz hacı hoca ama biraz da aykırı takılır cinsten. bir gün bir gülüş attı, aklıma kapı arkasından sinsi sinsi gülerek bakan nuri alço' yu getirdi. ben de dayanamadım, kızdırmak pahasına dedim ki:
- "hacı abi, az önce bir gülüşün vardı ya, aynı nuri alço' ya benzedin gülerken " dedim. ben, bu nuri alço'yu falan tanımaz derken anında ters köşe yapacak cevabı yapıştırdı.
"ulen i... iyi ki bir sırıttık sana da, sırıtmasaydık bu sefer coşkun'a mı benzetecektin?"
- "hacı abi, az önce bir gülüşün vardı ya, aynı nuri alço' ya benzedin gülerken " dedim. ben, bu nuri alço'yu falan tanımaz derken anında ters köşe yapacak cevabı yapıştırdı.
"ulen i... iyi ki bir sırıttık sana da, sırıtmasaydık bu sefer coşkun'a mı benzetecektin?"
devamını gör...
büyük suriyeli mitingi
afişe baktım biraz; fake olduğu çok belli, düzenleyen kim? muhatap kim? organize eden kim? hiç bir bilgi yok. paint terk birinin elinden çıkmış olduğu aşikar, umarım salaklık edip oraya gelen 3-5 geri zekalı linç edilip, dükkanlar yakılıp yıkılmaz.
(bkz: 6-7 eylül)
(bkz: 6-7 eylül)
devamını gör...
tab etmek
basmak, baskı yapmak*anlamında kullanılan sözcüktür.
tab edilmemiş yaslardan geçiyoruz kaç zamandır
adettir çünkü yazıldığı gibi ölünür burada.*
tab edilmemiş yaslardan geçiyoruz kaç zamandır
adettir çünkü yazıldığı gibi ölünür burada.*
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
dar ara sokaklar,
görüş mesafesi tanımayan binalar,
piyangodan çıkmış gibi her yerden fırlayan insanlar...
bu hengamenin içinde sakin kalabilmek, kafanın rahat olabilmesi mümkün mü?
ya da tam tersi olsa?
sokaklar geniş, gökyüzü alabildiğine açık alabildiğine mavi olsa.
kimse piyangodan çıkmasa, çıkanlar da hep bizden olsa.
o zaman sakin kalabilir miydik, kafamız rahat olur muydu?
...
yılların taksicisiydi ama istanbul işte o kadar karışıktı ki aşina olmadığınız bir muhitte sizi çaresiz bırakabiliyordu.
öyle de oldu. her zamankinden daha fazla araca ev sahipliği yapan sokağa girdi. amacı kestirmeden gitmekti.
ama hesap etmediği bir şey vardı. o gün her zamanki gibi pazar kurulmuştu. yani çıkmaz sokaktaydı.
sokağın ortasına geldiğinde ise yavaşladı. çünkü o gün zaten yer bulması zor olan sokakta bir hareketlilik vardı. yer paylaşımı önemliydi.
bazı araç sahiplerinden araçlarının yerini değiştirmeleri istenmişti. sokağınıza pazar kuruluyorsa bu tarz fedakarlıklar gerekliydi.
aracını durdurduğunda ise önündeki araçtan inen genç kendisine daha fazla ilerleyemeyeceğini, sokağın sonunun pazara çıktığını anlatmaya çalıştı. anlayamamıştı.
'gitsene işte' dedi gence.
genç, taksicinin isteğinin anlamsızlığını fark etmiş olacak ki gidecek pek bir yeri olmadığı halde diretmedi.
öyle ya burnunun ucundaki pazarı göremeyen, pazardan gelen seslere kulak tıkayan birine laf anlatamazdı.
çaresiz aracını biraz ileriye aldı. sonra indi ve taksiciye daha fazla ileri gidemeyeceğini önündeki aracın da pazarcılardan birine ait olduğunu söyledi.
aracından inme sırası taksicideydi. bir keşif çalışması işe yarayabilirdi.
bu sefer en öndeki aracın sahibi olan pazarcıyla müzakerelere başladı.
bak dedi ben yılların taksicisiyim, senin aracını çizdirmeden kaldırıma alırım. o esnada da pazar toplanmaktaydı. pazarın kestiği karşı sokaktan devam edebileceğini düşünüyordu.
pazarcı ikna olmadı. araç çekilse bile taksicinin yoluna devam edemeyeceğini öne sürdü.
hakikaten de taksici boşuna ısrar ediyordu. çünkü herkes evine dönmenin peşindeydi. bu kadar anlayışsız bir direniş onları yıpratmıştı.
sonra ne olduysa sokaktaki araçlar geri gitmek suretiyle yolu açtı.
taksici, anlamsız ısrarının sonuna gelmişti.
geri vites ve yabancısı olduğu sokaktan ayrılış.
gider gitmez pazarcı ve genç taksiciyi çekiştirmeye başladı. böyle iş olur muydu? hayret bi şeydi yani! pesti doğrusu!
sonra herkes evine gitti. fakat gencin aklına bir şey takılmıştı.
taksiciyle yüz yüze geldiği o an karşısındaki kişinin patlamaya hazır bir bomba gibi sabırsız olduğunu hissetmişti.
o an saniyeler içinde sanki bir çehov hikayesindeymiş gibi hissetmişti.
edit: anlamsal.
görüş mesafesi tanımayan binalar,
piyangodan çıkmış gibi her yerden fırlayan insanlar...
bu hengamenin içinde sakin kalabilmek, kafanın rahat olabilmesi mümkün mü?
ya da tam tersi olsa?
sokaklar geniş, gökyüzü alabildiğine açık alabildiğine mavi olsa.
kimse piyangodan çıkmasa, çıkanlar da hep bizden olsa.
o zaman sakin kalabilir miydik, kafamız rahat olur muydu?
...
yılların taksicisiydi ama istanbul işte o kadar karışıktı ki aşina olmadığınız bir muhitte sizi çaresiz bırakabiliyordu.
öyle de oldu. her zamankinden daha fazla araca ev sahipliği yapan sokağa girdi. amacı kestirmeden gitmekti.
ama hesap etmediği bir şey vardı. o gün her zamanki gibi pazar kurulmuştu. yani çıkmaz sokaktaydı.
sokağın ortasına geldiğinde ise yavaşladı. çünkü o gün zaten yer bulması zor olan sokakta bir hareketlilik vardı. yer paylaşımı önemliydi.
bazı araç sahiplerinden araçlarının yerini değiştirmeleri istenmişti. sokağınıza pazar kuruluyorsa bu tarz fedakarlıklar gerekliydi.
aracını durdurduğunda ise önündeki araçtan inen genç kendisine daha fazla ilerleyemeyeceğini, sokağın sonunun pazara çıktığını anlatmaya çalıştı. anlayamamıştı.
'gitsene işte' dedi gence.
genç, taksicinin isteğinin anlamsızlığını fark etmiş olacak ki gidecek pek bir yeri olmadığı halde diretmedi.
öyle ya burnunun ucundaki pazarı göremeyen, pazardan gelen seslere kulak tıkayan birine laf anlatamazdı.
çaresiz aracını biraz ileriye aldı. sonra indi ve taksiciye daha fazla ileri gidemeyeceğini önündeki aracın da pazarcılardan birine ait olduğunu söyledi.
aracından inme sırası taksicideydi. bir keşif çalışması işe yarayabilirdi.
bu sefer en öndeki aracın sahibi olan pazarcıyla müzakerelere başladı.
bak dedi ben yılların taksicisiyim, senin aracını çizdirmeden kaldırıma alırım. o esnada da pazar toplanmaktaydı. pazarın kestiği karşı sokaktan devam edebileceğini düşünüyordu.
pazarcı ikna olmadı. araç çekilse bile taksicinin yoluna devam edemeyeceğini öne sürdü.
hakikaten de taksici boşuna ısrar ediyordu. çünkü herkes evine dönmenin peşindeydi. bu kadar anlayışsız bir direniş onları yıpratmıştı.
sonra ne olduysa sokaktaki araçlar geri gitmek suretiyle yolu açtı.
taksici, anlamsız ısrarının sonuna gelmişti.
geri vites ve yabancısı olduğu sokaktan ayrılış.
gider gitmez pazarcı ve genç taksiciyi çekiştirmeye başladı. böyle iş olur muydu? hayret bi şeydi yani! pesti doğrusu!
sonra herkes evine gitti. fakat gencin aklına bir şey takılmıştı.
taksiciyle yüz yüze geldiği o an karşısındaki kişinin patlamaya hazır bir bomba gibi sabırsız olduğunu hissetmişti.
o an saniyeler içinde sanki bir çehov hikayesindeymiş gibi hissetmişti.
edit: anlamsal.
devamını gör...
haham (yazar)
çok kısa bir sürede yazarlık mertebesine erişmiş olan arkadaşımız.
çok da güzel tanımları var.
nice güzel tanımlara.
çok da güzel tanımları var.
nice güzel tanımlara.
devamını gör...
flört etmeyi unutmak
göbek adı flörtöz olan teraziler için kat'i surette namümkün olan şeydir.onların en fazla canı istemez.
devamını gör...
merkez bankası başkanının 128 milyar dolar açıklaması
ben cevap vermelerine şaşırdım...
hala şaşırıyorum bir yandan, birde ufaktan umutlandım, demekki soruları duyuyorlar, çok şükür, buna da şükür dedirtiyorlar ya...
hala şaşırıyorum bir yandan, birde ufaktan umutlandım, demekki soruları duyuyorlar, çok şükür, buna da şükür dedirtiyorlar ya...
devamını gör...
ahterbin (yazar)
turuncular arasında gördüğümde hemen profiline uçup görmeyeli o neler yazmış yaa diye uçtuğum normal olsa da kıymetli nickname sahibi... thank yuuu
devamını gör...
sabreden dervişin muradına erememesi
devamını gör...
erenler ve baltalı dervişler
konstantiniyye'nin kuşatıldığını haber alan herkesin anadoludan, arap ve acem diyarından akın akın fetihe katılmak için yollara düştüğü bir sırada, bursa'da keşiş dağı civarında, hiçlik vadisindeki bir geçitin yakınlarındaki metruk harabeleri mesken tutan bir eşkıyaydım. dışarısı kar kıyamet bir akşam, yaktığım ateşin başında demlenirken ayak sesleri işittim, etrafıma bakındığımda hırpani kıyafetleriyle iki kişinin, yıkıntıların arasından yaklaştığını görünce kılıcıma davranıp "destur!" diye haykırdım.
-bizden zarar gelmez, silahsız seyyahlarız, ateşi görüp sığınmak, ısınmak istedik, destur ver yanına gelelim.
sesin sahibine, yaklaşmasını söyledim. kılıklarından anladığım kadarıyla bunlar ya dervişti yada dilenci. "kimsiniz" diye sordum.
-biz doğudan, semerkand civarındaki bir köyden fetihe katılmak için yola çıkan erenleriz.
-erenler de kim ola? dedim, şaşırmıştım benim için hiç duyulmadık bir şeydi bu laf.
-erenler, hakka teslim olan ve hakkın yolunda yürümek için yola düşenlere denir.
-dervişler gibi mi?
-yok, dervişler icazet almadan yola düşmezler, bizim mürşidimiz yoktur. rab yolumuzu evvelden çizmiştir. doğuşumuz bize verilen icazettir. biz ancak yolculuk ederiz.
-geçin oturun öyleyse sizden zarar beklemem, sizde benden emin olun öyleyse.
-eyvallah, deyip çömeldiler ateşin başına.
az sonra yine sesler geldi bir kaç garip adam daha belirdi, bu sefer korktum, bu karın fırtınanın ortasında sırtlarında baltaları, başlarında sarıkları, ellerinde asalarıyla, dervişane sakallarıyla, yarı çıplak dört kişi yaklaşıyordu. kılıcıma davranmak üzereyken "destur var mıdır dervişlere, biraz soluklansınlar diye ateşini paylaşmaya." dedi aralarından biri.
nedense elim ayağım titremeye başlamıştı, baltalı dervişleri işitmiştim ama kışın ortasında yarı çıplak gezdiklerini kim söylese gülüp geçerdim.
-dervişlerin sırtında hırka gerekmez mi? diye sordum.
sanki ben izin vermişim gibi yaklaşırken konuşmaya başladılar.
-bize hırka gerekmez. biz adem aleyhisselamın yolundan giden dervişleriz. bir donumuz yeter bize.
-gelin öyleyse iki misafirim daha var bunlarda erenler imiş.
baltalı dervişler erenlerin karşısına geçip ellerini ateşe uzattılar "selam olsun erenlere" dediler. merak edip sordum "peki siz nerden gelip nereye gidiyorsunuz?"
-biz topraktan geldik toprağa dönüyoruz. dedi, en yaşlı görünenleri. erenlerden biri bana dönüp,
-dervişlere menzil sorulmaz, onların menzili herkesçe malumdur. dedi
ben cahil bir köylüydüm ne gezmişliğim ne görmüşlüğüm var üç yıldır dağlarda saklanıyorum. ne demek istediklerini bilmiyordum gülümsedim ve,
-dervişlerin sözleri derindir, ben akıl erdiremem, öyle olmasalar derviş olamazlardı herhalde. dedim, kimse bir karşılık vermedi. herkesin gözleri ateşteydi. biraz sonra baltalı dervişler rahatça oturup bellerine bağladıkları keselerden bir şeyler çıkarıp bir çubuğa doldurdular yanan bir ince dalla çubuklarındaki şeyi yakıp tüttürmeye başladılar. erenlere de ikram ettiler, oruçluyuz deyip geri çevirdi erenler. baltalı dervişlerden biri bana uzatıp şöyle dedi,
-dervişlik söz ile olunmaz, dervişlik hal ile olunur. şundan çekte gör halimizi.
tüttürünce keyif veren bazı şeyler olduğunu duymuştum ama hiç içmemiştim. dervişin hazırlayıp tüttürmem için verdiği çubuğu aldım ve derin bir nefes çektim.
biraz sonra bütün yüküm omuzlarımdan inmiş gibi oldum hem keyiflendim hem kederlendim. dilim tutuldu lal oldum. söyleyecek bir şeyim yoktu artık.
dervişler erenlere bir şey sordu,
-ey erenler, deyin hele eriştiğiniz muradınız aceb ne ola?
erenlerden birinin gözleri ateşe dalmıştı, dertli gibi duran öteki cevap verdi dervişlere;
- bizim eriştiğimiz en güzel yer hakkın yolunda olmaktır. gayrısına gönlümüz gözümüz toktur.
bu ne demekti acaba, yol ne ki? derviş devam etti,
-öyleyse yolumuz birdir ama görüyorum ki farklı yönlere yolculuğumuz.
eren,
-yollar gönülden gönüledir, hangi yöne gitsen hakka çıkar.
derviş,
-güzel söyledin. lakin pusulası olmayan fırtınada kaybolup gitmez mi.
eren,
-kendinde olanın kaybolacak yeri yoktur.
derviş,
-öyleyse hiçlik vadisinde ne işiniz var?
eren,
-fethi kutlu kılmaya ve alemi seyran eylemeye geldik.
derviş,
-bu son fetih olmayacak ve alemin sureti güzelleştikçe içi çürüyecek.
eren,
-doğrudur, devran döner, çürüyen her şey tazelenip döner.
derviş,
-selamun aleyküm.
eren,
-aleyküm selam.
sustular, söylediklerinden hiç bir şey anlamadım, selamlaşıp sustular saatlerce. bana ikram ettikleri tütün sayesinde alemi boydan boya gezmişim gibi hissediyorum. bir ara uyuya kalmışım sabaha karşı gözlerimi açtığımda hepsi gitmişti. dervişlerin oturduğu yerde bir parça tütün, erenlerin oturduğu yerde ise bir parça ekmek vardı.
-bizden zarar gelmez, silahsız seyyahlarız, ateşi görüp sığınmak, ısınmak istedik, destur ver yanına gelelim.
sesin sahibine, yaklaşmasını söyledim. kılıklarından anladığım kadarıyla bunlar ya dervişti yada dilenci. "kimsiniz" diye sordum.
-biz doğudan, semerkand civarındaki bir köyden fetihe katılmak için yola çıkan erenleriz.
-erenler de kim ola? dedim, şaşırmıştım benim için hiç duyulmadık bir şeydi bu laf.
-erenler, hakka teslim olan ve hakkın yolunda yürümek için yola düşenlere denir.
-dervişler gibi mi?
-yok, dervişler icazet almadan yola düşmezler, bizim mürşidimiz yoktur. rab yolumuzu evvelden çizmiştir. doğuşumuz bize verilen icazettir. biz ancak yolculuk ederiz.
-geçin oturun öyleyse sizden zarar beklemem, sizde benden emin olun öyleyse.
-eyvallah, deyip çömeldiler ateşin başına.
az sonra yine sesler geldi bir kaç garip adam daha belirdi, bu sefer korktum, bu karın fırtınanın ortasında sırtlarında baltaları, başlarında sarıkları, ellerinde asalarıyla, dervişane sakallarıyla, yarı çıplak dört kişi yaklaşıyordu. kılıcıma davranmak üzereyken "destur var mıdır dervişlere, biraz soluklansınlar diye ateşini paylaşmaya." dedi aralarından biri.
nedense elim ayağım titremeye başlamıştı, baltalı dervişleri işitmiştim ama kışın ortasında yarı çıplak gezdiklerini kim söylese gülüp geçerdim.
-dervişlerin sırtında hırka gerekmez mi? diye sordum.
sanki ben izin vermişim gibi yaklaşırken konuşmaya başladılar.
-bize hırka gerekmez. biz adem aleyhisselamın yolundan giden dervişleriz. bir donumuz yeter bize.
-gelin öyleyse iki misafirim daha var bunlarda erenler imiş.
baltalı dervişler erenlerin karşısına geçip ellerini ateşe uzattılar "selam olsun erenlere" dediler. merak edip sordum "peki siz nerden gelip nereye gidiyorsunuz?"
-biz topraktan geldik toprağa dönüyoruz. dedi, en yaşlı görünenleri. erenlerden biri bana dönüp,
-dervişlere menzil sorulmaz, onların menzili herkesçe malumdur. dedi
ben cahil bir köylüydüm ne gezmişliğim ne görmüşlüğüm var üç yıldır dağlarda saklanıyorum. ne demek istediklerini bilmiyordum gülümsedim ve,
-dervişlerin sözleri derindir, ben akıl erdiremem, öyle olmasalar derviş olamazlardı herhalde. dedim, kimse bir karşılık vermedi. herkesin gözleri ateşteydi. biraz sonra baltalı dervişler rahatça oturup bellerine bağladıkları keselerden bir şeyler çıkarıp bir çubuğa doldurdular yanan bir ince dalla çubuklarındaki şeyi yakıp tüttürmeye başladılar. erenlere de ikram ettiler, oruçluyuz deyip geri çevirdi erenler. baltalı dervişlerden biri bana uzatıp şöyle dedi,
-dervişlik söz ile olunmaz, dervişlik hal ile olunur. şundan çekte gör halimizi.
tüttürünce keyif veren bazı şeyler olduğunu duymuştum ama hiç içmemiştim. dervişin hazırlayıp tüttürmem için verdiği çubuğu aldım ve derin bir nefes çektim.
biraz sonra bütün yüküm omuzlarımdan inmiş gibi oldum hem keyiflendim hem kederlendim. dilim tutuldu lal oldum. söyleyecek bir şeyim yoktu artık.
dervişler erenlere bir şey sordu,
-ey erenler, deyin hele eriştiğiniz muradınız aceb ne ola?
erenlerden birinin gözleri ateşe dalmıştı, dertli gibi duran öteki cevap verdi dervişlere;
- bizim eriştiğimiz en güzel yer hakkın yolunda olmaktır. gayrısına gönlümüz gözümüz toktur.
bu ne demekti acaba, yol ne ki? derviş devam etti,
-öyleyse yolumuz birdir ama görüyorum ki farklı yönlere yolculuğumuz.
eren,
-yollar gönülden gönüledir, hangi yöne gitsen hakka çıkar.
derviş,
-güzel söyledin. lakin pusulası olmayan fırtınada kaybolup gitmez mi.
eren,
-kendinde olanın kaybolacak yeri yoktur.
derviş,
-öyleyse hiçlik vadisinde ne işiniz var?
eren,
-fethi kutlu kılmaya ve alemi seyran eylemeye geldik.
derviş,
-bu son fetih olmayacak ve alemin sureti güzelleştikçe içi çürüyecek.
eren,
-doğrudur, devran döner, çürüyen her şey tazelenip döner.
derviş,
-selamun aleyküm.
eren,
-aleyküm selam.
sustular, söylediklerinden hiç bir şey anlamadım, selamlaşıp sustular saatlerce. bana ikram ettikleri tütün sayesinde alemi boydan boya gezmişim gibi hissediyorum. bir ara uyuya kalmışım sabaha karşı gözlerimi açtığımda hepsi gitmişti. dervişlerin oturduğu yerde bir parça tütün, erenlerin oturduğu yerde ise bir parça ekmek vardı.
devamını gör...
sözlükçülerin genelde ezik büzük tipler olması
katılmadığım başlıktır.
sözlükçülerin geneli okumuş araştırmayı seven ezik büzük tiplerdir.
sözlükçülerin geneli okumuş araştırmayı seven ezik büzük tiplerdir.
devamını gör...
evcil hayvanların sahiplerinin sağlık sigortasından yararlanması
uygulamaya geçirilmesinin mümkün olup olmadığını merak ettiğim durum.
işin duygusal boyutu açısından bakacak olursak halihazırda evcil hayvanlar sahipleri açısından kendi çocukları gibi ancak; diğer açıdan böyle bir uygulamanın hayata geçirilmesi yoluyla hayvan bakım maliyetleri bir nebze olsun hafifletilerek daha çok hayvanın sahiplenmesinin önü açılabilir gibi geliyor bana. tabii işin bürokratik boyutunu bilmiyorum, sadece bir fikir bu.
bunun dışında veterinerlik hizmetlerinin de en azından belirli bir ölçüde devlet destekli hâle getirilmesi sağlanabilir. aynı devlet hastaneleri gibi hayvanlar için de bu tür devlet destekli klinikler açılabilir diye düşünüyorum. aslında hayvan barınakları gibi yerlerde belediyelere bağlı olarak zaten var sanırsam ancak; bu benim bahsettiğim koşulları karşılamak için çok yetersiz.
işin duygusal boyutu açısından bakacak olursak halihazırda evcil hayvanlar sahipleri açısından kendi çocukları gibi ancak; diğer açıdan böyle bir uygulamanın hayata geçirilmesi yoluyla hayvan bakım maliyetleri bir nebze olsun hafifletilerek daha çok hayvanın sahiplenmesinin önü açılabilir gibi geliyor bana. tabii işin bürokratik boyutunu bilmiyorum, sadece bir fikir bu.
bunun dışında veterinerlik hizmetlerinin de en azından belirli bir ölçüde devlet destekli hâle getirilmesi sağlanabilir. aynı devlet hastaneleri gibi hayvanlar için de bu tür devlet destekli klinikler açılabilir diye düşünüyorum. aslında hayvan barınakları gibi yerlerde belediyelere bağlı olarak zaten var sanırsam ancak; bu benim bahsettiğim koşulları karşılamak için çok yetersiz.
devamını gör...
güne bir şarkı bırak
devamını gör...
scooby-doo! mystery incorporated
elime televizyonun kumandasını alıp kanallar arasında gezinmeye nadiren fırsat buluyorum. işte geçenlerde, bu eşine az rastlanır zamanların birinde, bir çizgi filme ilişti gözüm. hepimizin bildiği scooby-doo’nun uzun metraj bölümlerinden biriydi bu. kimi serüvenleri için haddinden öte içli dışlı olduğum bu fanatik, dayatmacı ve propagandacı yapımla bir iki saniyeden fazla yüz yüze kalmam, sair zaman kanalı değiştirmem için yeterli sebeptir. ama bu sefer, karşımdaki manzaraya inanmakta güçlük çekiyordum: ekranda, elinden ışın saçan bir büyücü; belli ki sam raimi’nin evil dead’indeki lovecraft göndermeli necronomicon’a benzetilmiş, ağzı yüzü olan bir sihir kitabı; bir de çığlıklar atarak dolaşan hayalet vardı.
evet, embesil bir köpeğin ve her biri çapsızlık ve boyutsuzlukta ancak diğer bir ekip arkadaşıyla aşık atabilecek üç arkadaşın gizem çözme vaadiyle ortalıkta salındığı bu çizgi filmde böyle doğaüstü görünümlü unsurlar hiç de alışılmadık şey değildir. o yüzden neye şaşırdığımı merak ediyor olabilirsiniz.
scooby-doo çizgi filmi, batı kültür geleneğinin oluşmasında büyük rol oynayan bir yaratıcı sürtüşmenin, akıl ile duygu çatışmasının sonuna kadar yanlı bir neferidir. usçu düşüncenin savunucusudur; hayalet – cin – hortlak – canavar – büyü gibi boş ve batıl inançları çürütmek için gerçeklerden, yani ipuçlarından yola çıkar, mantığı ve bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak bunların aslında kötü niyetli kişilerin saf insanları (romantikleri) kandırmak için başvurdukları hileler olduğunu kanıtlar. bu özelliğiyle csı’ların bir öncülüdür. ne ilginçtir ki, çizgi filme ismini veren ve ingilizcesinde sadece “r” harfiyle başlayan sözcükler söyleyebilen (türkçesinde bu nüans yoktur) köpek, bu izleğin içindeki tek metafizik unsurdur. gizem çetesi’ni (mystery ınc.) oluşturan üç kişi (yakışıklı ve güçlü fred, zeki ama çirkin velma, güzel ve güzel daphne) zaman zaman doğaüstüne inanmanın kıyısından dönse de, bu tuzaklara sadece ekibin diğer iki üyesi, scooby-doo ve shaggy düşer ve “inanırlar”. grup içi dinamikler bu şekilde dengelenirken, duyguların, inançların, romantik idealizmin temsilcilerinin konuşan bir köpek ve amerikan toplumunun pasifist hippilere yönelik horgörüsünü ortaya koyan bir “salak” olması, çizgi filmin hangi tarafı savunduğunu açık şekilde ortaya koyar.
peki, gizem ekibi neden bunu yaparken neden “canavar avcılığı” gibi sadettin teksoycu bir yaftayı kendine yakıştırır? bir düşüncenin, karşıt düşünceyi çürütmek ve alaşağı etmek için rakibinin yerleşik kalıplarını kullanması (gavur buna subversion diyor) karşımıza sıkça çıkar. söz gelimi, gotik edebiyat neredeyse bunun örneklerinden ibarettir. şu anda bu janrın önde gelen temsilcilerinden sayılan ann radcliffe, başından sonuna kadar doğaüstü olaylarla doldurduğu romanlarını, son kısmında mantıklı açıklamalara kavuşturarak aslında gotiğin altındaki felsefeye ters düşen bir “sözde gotik” yaratmıştır.
scooby-doo bölümlerinin bir ortak yanı da, değişmez bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. ben bir zamanlar propp'un masal çözümleme metodu'na özenip scooby-doo’ların izleğini formüle etmeye girişmiştim. o yüzden size klasik bir bölümde gerçekleşecek olayları şaşmaz bir biçimde pekala anlatabilirim.
kahramanlarımız, gizem makinesi adını verdikleri, üzeri rengarenk boyalı bir volkswagen minibüsle yolculuk yapmaktadırlar.
hedeflerine varmak üzereyken doğaüstü görünümlü bir yaratık yollarına çıkar ve onlara gözdağı verir, sonra kaybolur.
vardıkları yerde, gavurun “red herring” dediği, amacı okuru ters köşeye yatırmak olan iki ya da üç karakterle tanışırlar. bunların hepsinin de ortak bir noktası vardır. bu nokta soyut (bir amaç) ya da somut (bir nesne) olabilir.
tehdit tekrar baş gösterir, kahramanlarımızın korkup kaçtıkları bir kovalamaca yaşanır. ortaya çıkan “yaratık” bir ipucu bırakır ardında.
bu ipucundan yola çıkan ekip suçluyu saptar ama bu bilgiyi kimseyle paylaşmaz.
suçluya tuzak kurulur, scooby-doo ve shaggy yem olarak kullanılır. buna yanaşmayan kapitalist köpek, ancak rüşvet verildiğinde rıza gösterir.
suçlu yakalanır, merasimle maskesi düşürülür. herkes dört kafadara suçlunun kimliğini nasıl tespit ettiklerini sorar, onlar da ipuçlarından yola çıkarak nasıl şüphelileri elediklerini anlatırlar.
scooby-doo maskaralık yapar, öykü biter.
işin ilginç yanı, izlediğim bölümün gerek olay örgüsü gerekse altında yatan felsefe bakımından bu kalıpların çok dışında kalmasıydı. nitekim, sonunda cadı gerçekten bir cadının hayaleti, büyücü gerçek bir büyücü ve kitap da gerçek bir sihir kitabı çıktı. gizem, gizem ekibi’ne bir çalım atmış ve galip gelmişti.
bu, neredeyse elli yıldır yayımlanmakta olan bir çizgi dizinin (kitapları da cabası) dünya görüşünde akıl almaz bir değişim demek. yayımlanmış yüzlerce bölümünde doğaüstü diye bir şey olmadığını kanıtlamaya ant içen scooby-doo, artık bu çabasından vazgeçmiş ve varoluş amacını, itici gücünü yitirmiş görünüyor. kanadalı edebiyat eleştirmeni northrop frye, mevsimsel döngünün bir yansıması olarak yazınsal türlerin de devridaim içinde olduğunu, yeri geldiğinde “romans”ın da tekrar yükseleceğini savunuyordu. anlaşılan bu mevsim değişikliğinden bizim scooby de nasibini almış.
evet, embesil bir köpeğin ve her biri çapsızlık ve boyutsuzlukta ancak diğer bir ekip arkadaşıyla aşık atabilecek üç arkadaşın gizem çözme vaadiyle ortalıkta salındığı bu çizgi filmde böyle doğaüstü görünümlü unsurlar hiç de alışılmadık şey değildir. o yüzden neye şaşırdığımı merak ediyor olabilirsiniz.
scooby-doo çizgi filmi, batı kültür geleneğinin oluşmasında büyük rol oynayan bir yaratıcı sürtüşmenin, akıl ile duygu çatışmasının sonuna kadar yanlı bir neferidir. usçu düşüncenin savunucusudur; hayalet – cin – hortlak – canavar – büyü gibi boş ve batıl inançları çürütmek için gerçeklerden, yani ipuçlarından yola çıkar, mantığı ve bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak bunların aslında kötü niyetli kişilerin saf insanları (romantikleri) kandırmak için başvurdukları hileler olduğunu kanıtlar. bu özelliğiyle csı’ların bir öncülüdür. ne ilginçtir ki, çizgi filme ismini veren ve ingilizcesinde sadece “r” harfiyle başlayan sözcükler söyleyebilen (türkçesinde bu nüans yoktur) köpek, bu izleğin içindeki tek metafizik unsurdur. gizem çetesi’ni (mystery ınc.) oluşturan üç kişi (yakışıklı ve güçlü fred, zeki ama çirkin velma, güzel ve güzel daphne) zaman zaman doğaüstüne inanmanın kıyısından dönse de, bu tuzaklara sadece ekibin diğer iki üyesi, scooby-doo ve shaggy düşer ve “inanırlar”. grup içi dinamikler bu şekilde dengelenirken, duyguların, inançların, romantik idealizmin temsilcilerinin konuşan bir köpek ve amerikan toplumunun pasifist hippilere yönelik horgörüsünü ortaya koyan bir “salak” olması, çizgi filmin hangi tarafı savunduğunu açık şekilde ortaya koyar.
peki, gizem ekibi neden bunu yaparken neden “canavar avcılığı” gibi sadettin teksoycu bir yaftayı kendine yakıştırır? bir düşüncenin, karşıt düşünceyi çürütmek ve alaşağı etmek için rakibinin yerleşik kalıplarını kullanması (gavur buna subversion diyor) karşımıza sıkça çıkar. söz gelimi, gotik edebiyat neredeyse bunun örneklerinden ibarettir. şu anda bu janrın önde gelen temsilcilerinden sayılan ann radcliffe, başından sonuna kadar doğaüstü olaylarla doldurduğu romanlarını, son kısmında mantıklı açıklamalara kavuşturarak aslında gotiğin altındaki felsefeye ters düşen bir “sözde gotik” yaratmıştır.
scooby-doo bölümlerinin bir ortak yanı da, değişmez bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. ben bir zamanlar propp'un masal çözümleme metodu'na özenip scooby-doo’ların izleğini formüle etmeye girişmiştim. o yüzden size klasik bir bölümde gerçekleşecek olayları şaşmaz bir biçimde pekala anlatabilirim.
kahramanlarımız, gizem makinesi adını verdikleri, üzeri rengarenk boyalı bir volkswagen minibüsle yolculuk yapmaktadırlar.
hedeflerine varmak üzereyken doğaüstü görünümlü bir yaratık yollarına çıkar ve onlara gözdağı verir, sonra kaybolur.
vardıkları yerde, gavurun “red herring” dediği, amacı okuru ters köşeye yatırmak olan iki ya da üç karakterle tanışırlar. bunların hepsinin de ortak bir noktası vardır. bu nokta soyut (bir amaç) ya da somut (bir nesne) olabilir.
tehdit tekrar baş gösterir, kahramanlarımızın korkup kaçtıkları bir kovalamaca yaşanır. ortaya çıkan “yaratık” bir ipucu bırakır ardında.
bu ipucundan yola çıkan ekip suçluyu saptar ama bu bilgiyi kimseyle paylaşmaz.
suçluya tuzak kurulur, scooby-doo ve shaggy yem olarak kullanılır. buna yanaşmayan kapitalist köpek, ancak rüşvet verildiğinde rıza gösterir.
suçlu yakalanır, merasimle maskesi düşürülür. herkes dört kafadara suçlunun kimliğini nasıl tespit ettiklerini sorar, onlar da ipuçlarından yola çıkarak nasıl şüphelileri elediklerini anlatırlar.
scooby-doo maskaralık yapar, öykü biter.
işin ilginç yanı, izlediğim bölümün gerek olay örgüsü gerekse altında yatan felsefe bakımından bu kalıpların çok dışında kalmasıydı. nitekim, sonunda cadı gerçekten bir cadının hayaleti, büyücü gerçek bir büyücü ve kitap da gerçek bir sihir kitabı çıktı. gizem, gizem ekibi’ne bir çalım atmış ve galip gelmişti.
bu, neredeyse elli yıldır yayımlanmakta olan bir çizgi dizinin (kitapları da cabası) dünya görüşünde akıl almaz bir değişim demek. yayımlanmış yüzlerce bölümünde doğaüstü diye bir şey olmadığını kanıtlamaya ant içen scooby-doo, artık bu çabasından vazgeçmiş ve varoluş amacını, itici gücünü yitirmiş görünüyor. kanadalı edebiyat eleştirmeni northrop frye, mevsimsel döngünün bir yansıması olarak yazınsal türlerin de devridaim içinde olduğunu, yeri geldiğinde “romans”ın da tekrar yükseleceğini savunuyordu. anlaşılan bu mevsim değişikliğinden bizim scooby de nasibini almış.
devamını gör...
kan ve gül
bir alper canıgüz romanı.
tam ortadan anlatmaya başlayan önceye gidip sonraya kapı aralayan cinsten. bu benim cümlem ama kitap tam da böyle başlıyor işte: "gelin o zaman ben size tam ortasından anlatmaya başlayayım." dediği yerde roman beni yakalayıp sonuna dek her fırsatta dinlememi sağladı. onca yoğunluğumun arasında iki günde bitiverdi.
kitabı anlatırken alper canıgüz şöyle diyor; tüm polisiye romanlarda önce cinayet işlenir sonrasında ipuçları takip edilir, bu kitapta ise tam tersi.
yazarın psikoloji okumasına müteakiben içinde insan ruhuna değen çokça cümle var. bunda benim aynı aziz* gibi elimdekini sıkı sıkı tutmaktan yorulmama rağmen fıtrat gereği veda etmekten kaçınan biri olmamın da tesiri büyük olabilir. ama bunun yanında karakter yaratılışları, olay örgüsünün gerçekten birçok esere nazaran merak unsurunu yüksek tutması, yazarın üslubu- özellikle kelime seçimleri ve cümle yapısı- bence oldukça başarılı.
kitap seslendirmesini yiğit özşener yapmış. zikretmesem eksik hissederdim. ağzına sağlıktı, daha çok seslendirme yapsındı. bu ek fiil kullanımı da sanırım afili delikanlılara has ve ben çok hoşlandım.
son olarak romanda kan ve gül'ün bahsini tam kilit noktalarda görüyoruz, üstelik iskender doğan da karakterlerden bir tanesi.
tam ortadan anlatmaya başlayan önceye gidip sonraya kapı aralayan cinsten. bu benim cümlem ama kitap tam da böyle başlıyor işte: "gelin o zaman ben size tam ortasından anlatmaya başlayayım." dediği yerde roman beni yakalayıp sonuna dek her fırsatta dinlememi sağladı. onca yoğunluğumun arasında iki günde bitiverdi.
kitabı anlatırken alper canıgüz şöyle diyor; tüm polisiye romanlarda önce cinayet işlenir sonrasında ipuçları takip edilir, bu kitapta ise tam tersi.
yazarın psikoloji okumasına müteakiben içinde insan ruhuna değen çokça cümle var. bunda benim aynı aziz* gibi elimdekini sıkı sıkı tutmaktan yorulmama rağmen fıtrat gereği veda etmekten kaçınan biri olmamın da tesiri büyük olabilir. ama bunun yanında karakter yaratılışları, olay örgüsünün gerçekten birçok esere nazaran merak unsurunu yüksek tutması, yazarın üslubu- özellikle kelime seçimleri ve cümle yapısı- bence oldukça başarılı.
kitap seslendirmesini yiğit özşener yapmış. zikretmesem eksik hissederdim. ağzına sağlıktı, daha çok seslendirme yapsındı. bu ek fiil kullanımı da sanırım afili delikanlılara has ve ben çok hoşlandım.
son olarak romanda kan ve gül'ün bahsini tam kilit noktalarda görüyoruz, üstelik iskender doğan da karakterlerden bir tanesi.
devamını gör...
normal sözlük gartic.io etkinlikleri
bu kadar eğlenceli olabileceğini tahmin etmemiştim. ellerinize sağlık.
edit: evet o bendim. "jet" çizemedim diye lince uğradım. ama "jet" daha ne kadar güzel çizilebilirdi ki? bence gayet başarılı bir çizimdi.* yine yapalım.
peki ya ikinci oyundaki sincap çizimi neydi öyle sayın mellisho? filipinler'in haritası zannettim valla.
edit: evet o bendim. "jet" çizemedim diye lince uğradım. ama "jet" daha ne kadar güzel çizilebilirdi ki? bence gayet başarılı bir çizimdi.* yine yapalım.
peki ya ikinci oyundaki sincap çizimi neydi öyle sayın mellisho? filipinler'in haritası zannettim valla.
devamını gör...
interaktif sözlükler
ekşi sözlük, itü sözlük, uludağ sözlük, lafmacun sözlük, fokur fokur, otomatik portakal, private sözlük, 3harf sözlük, naçizane sözlük, birebir sözlük, iü sözlük, yıldız sözlük, zamane sözlük, vampircik sözlük, niyetsiz sözlük, anti ekşi sözlük, aaal sözlük, izmir sözlük, bilgi sözlük, net sözlük, sözlük marmara, kirli sözlük, ktü sözlük, homloji com, saü sözlük, deü sözlük, msü sözlük, türkiye sözlük, sözlük erciyes, ydü sözlük, uykusuz sözlük, lügat it türk, zaga sözlük, ezik sözlük, özgür sözlük, aü sözlük, hacettepe sözlük
yukarıdaki liste 2008 - 09 dönemine ait sözlükler listesi. o zamanlar not almıştım. umulmadık ve fazla bilinmedik bir sözlük piyasası varmış. ekşi sözlük, hala birinci ve gün geçtikçe git gide büyüyor. halef selef ihl sözlük ile dünya sözlük daha yoklar. instela o zaman itü sözlük iken ikinci sırada yer alıyor. okuyanlar ve hatırlayanlar vay be, ne sözlükler varmış o zamanlar diyecekler. her üniversitenin sözlüğü varmış neredeyse. sözlük piyasasının tavan yaptığı yıllar. zaten çoğu kalmadı, kepenkleri indirip gittiler.
yukarıdaki liste 2008 - 09 dönemine ait sözlükler listesi. o zamanlar not almıştım. umulmadık ve fazla bilinmedik bir sözlük piyasası varmış. ekşi sözlük, hala birinci ve gün geçtikçe git gide büyüyor. halef selef ihl sözlük ile dünya sözlük daha yoklar. instela o zaman itü sözlük iken ikinci sırada yer alıyor. okuyanlar ve hatırlayanlar vay be, ne sözlükler varmış o zamanlar diyecekler. her üniversitenin sözlüğü varmış neredeyse. sözlük piyasasının tavan yaptığı yıllar. zaten çoğu kalmadı, kepenkleri indirip gittiler.
devamını gör...
normal sözlük'ün kadın yazarları
küfür olmadığı için gelmiş olmaları muhtemel.insan olan ama illaki kadın diye belirteceksek sözlüğe gerçekten ellerinin değdiği çok belli olan yazarlar. iyi ki varlar..
devamını gör...

