john locke
john locke: sessizlik abidesi, nesne sınıfı: keter
oxford'da okuduğu yıllar boyunca sessizlik abidesi olarak anılan locke, siyaset felsefesinde kilit bir öneme sahip bir kimsedir. thomas hobbes başlığındaki yazım tamamen bitmemişti ve muhtemelen locke hakkında yazdıklarımı da bitiremeyeceğim ama madem hobbes'tan bahsettim o halde locke'tan bahsetmenin de zamanı gelmiştir. (biraz da olsa.) konumuz siyaset felsefesi.
thomas hobbes vahşiydi. dünyasını, kurgulamış olduğu doğa durumunu güvensizlik ve korku üzerine inşa etmişti. ardından da insanların, gurur ve korkunun çekişmesinden doğan yaratık "leviathan"a yetkilerini bir sözleşmeyle devrettiğinden bahsetmişti. hatta makyavelist bir üslup geliştirip insan doğası'nın kötücüllüğünden söz etmişti. dolayısıyla anlıyoruz ki hobbes da birilerinden etkilenmiş. tıpkı locke'un hobbes'tan etkilendiği gibi.
tam olarak etkilendi diyemeyiz belki fakat locke, hobbes'un geliştirdiği doğa durumunu yumuşatan kişidir. daha liberal bir anayasal devlet teorisi geliştirdiğini söyleyebiliriz locke'un. seküler bir mutlakiyet doktrini geliştiren hobbes'un tam karşısına yerleştirebiliriz locke'un dinsel hoşgörüyle sentezlenmiş liberal anayasal teorisini.
locke için mülkiyet kavramı çok önemli bir kere. insanın mülkiyete yönelik doğal hakları olduğunu söyler ki biraz sonra doğa durumunda bu konuyu açacağım. locke için meşru yönetim, sınırlı yönetimdir ve rızaya dayalı yönetimdir. pek mutlak monarşi taraftarı olmasa da herhangi bir yönetim şekli sınırlı olması şartıyla pekala meşrudur. tiranlık bile...
ki bunun karşısında da direnme hakkı denen şeyi ortaya atar. sınırlı yönetimden sapan bir yönetim (örneğin bir tiran), kendi bireysel çıkarına göre hareket ediyorsa halk, bu kamu yararından uzaksallığa karşı direnebilir, devrim yapabilir. çünkü sözleşme yapılmıştır. fakat bu sözleşme thomas hobbes'un leviathan'ından farklıdır. bu sözleşmenin bir tarafıdır devlet. fakat leviathan'da her ne kadar geçenki yazıda da "sözleşme" demişsem de bir sözleşme yoktur. bir ahit vardır. tek taraflıdır. locke'unki ise tam anlamıyla bir sözleşmedir. ve eğer ki yönetim, yani egemen bu sözleşmeyi bozacak olursa ve sınırlarını halkın rızası aleyhine ihlal edecek olursa işte o zaman halkın yani yönetilenlerin direnme hakkı meşru hale gelecektir.
locke tam bir halk adamıdır denilebilir bu açıdan. zaten eserlerini de halkın anlaması için yazmıştır, filozoflar için değil.
locke'un doğa durumunda sivil otoritenin olmadığı bir durum vardır. bir özgürlük betimler bize. hobbes ve aristoteles'in tasvirlerinin aksine yönetme yönetilme durumu da söz konusu değildir.
hobbes herkesin herkesle savaştığı bir korku dünyası çizmişti. savaş vardı ve bu kaos halinden kurtulmak için insanlar haklarını leviathan'a devretmişti. aristoteles'te ise polis doğaldı ve varlığımız o toplumun üyesi olmakla gerçekleşiyordu.
locke daha farklı bir çerçeve çizer. hobbes'un fikrini evcilleştirmesi de bu yüzdendir. locke için doğa durumu dinsel bir hoşgörüye dayandırılabilir. ahlakidir, toplumsal bir düzeni buyurur. herkesin mülkü kendinedir. bu mülkiyet sözünü birazdan açacağım. çünkü mülkiyet denince sadece eşya anlaşılmamalı, özgürlüğümüz de anlaşılmalı.
doğa durumu, doğa kanunlarıyla barışı amaçlar. fakat buradaki barışı amaçlaması insanlarla beraber bir ölçüde bozulur. bir belirsizlik hakim olur ve ardından da bir huzursuzluk. buraya birazdan geliriz.
bütün bu "hoşgörü hali" aslında geleneksel bir yaklaşımdır da denebilir.
fakat sivil otoritenin olmadığından bahsedince bu doğa durumunu, ahlaki durumun da denetlenmesi söz konusu olamıyor. çünkü bir makam yok. dolayısıyla denetleyici olmadığından kaos doğuyor. bir güvensizlik doğuyor. ve bu güvensizlik zaman içinde doğa durumunu yozlaştırmaya başlar. bu durumda da bir iktidarın olmadığı toplumda yaşayan bireyler kendi kendilerinin hakimi, infazcısı hatta ve hatta tanrısı olur. ve hobbes'un bahsettiği o kaos, savaş hali doğmuş olur. niye? çünkü doğanın temel kanunudur insanların kendi kendisini koruması hakkı. ve bu durumda da bir sivil yönetime ihtiyaç duyulur.
o halde sorabilirsiniz: hobbes aslında locke mu? ya da locke, hobbes'un şekil değiştirmiş hali midir?
hayır. locke geleneksel bir dil kullanır. ayrıyeten hobbesçu bir dil de ullanır, kişinin güvenlik ihtiyacı bakımından.
en temel kavram locke için mülkiyettir.
mülkiyet çalışmamız sonucu elde ettiğimiz şeydir. bizler locke için mülk edinen hayvanlarızdır. ve sivil bir otoritenin olmadığı doğa durumunda mülkiyet, tüm insanlara ortak olarak verilmiştir. bu, ortak mülkiyettir. diğer yandan doğa durumunda özel bir çaba, emek harcayan insan ortaya özel mülkiyeti çıkarır. emek sayesinde doğanın bize verdiğinden fazlasını üretmiş oluruz ve üretimimiz kişinin özel hakkı haline gelir. locke bize tam olarak bunu söylüyor işte. emek, özel hakkın da mülkiyet hakkının da kaynağıdır. dolayısıyla doğal hukuk, özel mülkiyet hakkını öngören bir yapılanmadır. ve yönetim de bu hakkı güvence altına almak adına kurulmuştur. kim tarafından? rızasıyla bunu isteyen halk tarafından.
bütün bu anlattıklarımı ileriki zamanlarda tamamlayacak isim adam smith'tir. söylememe gerek yok gerçi, apaçık görülüyor. ticari bir devlet modeliyle karşı karşıyayız. locke bugüne kadar geri planda kalmış ekonomiyi, politikanın önüne geçirmeye çalışır aslında. dünya, çalışana ve rasyonel olana aittir., der.
emek neydi? emek her şeydi. toplum emek sayesinde yaratılmıştı. dolayısıyla mülkiyet edinmenin doğal sınırlarının da olmadığını söyler. para da ortaya çıktıktan sonra, sınırsız sermaye birikimiyle bir görev haline gelir adeta. çünkü olay ilahi bir egemenlik doktrinine de dayandırılabilir geleneksel bir tavırla. tanrı, dünyayı insanlara bahşetmiştir der çünkü. ve bunlar sonucunda da artık erdemle değil, ticaretle ilgilenmeye başlarız. locke'un inancına göre de zaten ticaret; insanı uysallaştırır, savaştan uzaklaştırır ve daha medeni yapar.
dolayısıyla devlet, işte bu ticaret halini korumayı amaçlayan bir varlık olarak ortaya çıkarılmıştır.
peki ya böyle bir piyasa ekonomisine geçişi ne meşru kılar?
bu kısımdan sonra hobbes'un gurur-korku çekişmesine benzer bir çekişmeden bahsedeceğiz: mülkiyet ve mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar.
geri kalanını sonra yazarım. çok üşengecim. her yazıyı yarıda kesiyorum. *
yazının devamında bu sözleşmenin nasıl bir şey olduğundan falan bahseder, vatandaşlık mevzusuna değinir, mülkiyeti açar ve kuvvetler ayrılığından bahsederim.
oxford'da okuduğu yıllar boyunca sessizlik abidesi olarak anılan locke, siyaset felsefesinde kilit bir öneme sahip bir kimsedir. thomas hobbes başlığındaki yazım tamamen bitmemişti ve muhtemelen locke hakkında yazdıklarımı da bitiremeyeceğim ama madem hobbes'tan bahsettim o halde locke'tan bahsetmenin de zamanı gelmiştir. (biraz da olsa.) konumuz siyaset felsefesi.
thomas hobbes vahşiydi. dünyasını, kurgulamış olduğu doğa durumunu güvensizlik ve korku üzerine inşa etmişti. ardından da insanların, gurur ve korkunun çekişmesinden doğan yaratık "leviathan"a yetkilerini bir sözleşmeyle devrettiğinden bahsetmişti. hatta makyavelist bir üslup geliştirip insan doğası'nın kötücüllüğünden söz etmişti. dolayısıyla anlıyoruz ki hobbes da birilerinden etkilenmiş. tıpkı locke'un hobbes'tan etkilendiği gibi.
tam olarak etkilendi diyemeyiz belki fakat locke, hobbes'un geliştirdiği doğa durumunu yumuşatan kişidir. daha liberal bir anayasal devlet teorisi geliştirdiğini söyleyebiliriz locke'un. seküler bir mutlakiyet doktrini geliştiren hobbes'un tam karşısına yerleştirebiliriz locke'un dinsel hoşgörüyle sentezlenmiş liberal anayasal teorisini.
locke için mülkiyet kavramı çok önemli bir kere. insanın mülkiyete yönelik doğal hakları olduğunu söyler ki biraz sonra doğa durumunda bu konuyu açacağım. locke için meşru yönetim, sınırlı yönetimdir ve rızaya dayalı yönetimdir. pek mutlak monarşi taraftarı olmasa da herhangi bir yönetim şekli sınırlı olması şartıyla pekala meşrudur. tiranlık bile...
ki bunun karşısında da direnme hakkı denen şeyi ortaya atar. sınırlı yönetimden sapan bir yönetim (örneğin bir tiran), kendi bireysel çıkarına göre hareket ediyorsa halk, bu kamu yararından uzaksallığa karşı direnebilir, devrim yapabilir. çünkü sözleşme yapılmıştır. fakat bu sözleşme thomas hobbes'un leviathan'ından farklıdır. bu sözleşmenin bir tarafıdır devlet. fakat leviathan'da her ne kadar geçenki yazıda da "sözleşme" demişsem de bir sözleşme yoktur. bir ahit vardır. tek taraflıdır. locke'unki ise tam anlamıyla bir sözleşmedir. ve eğer ki yönetim, yani egemen bu sözleşmeyi bozacak olursa ve sınırlarını halkın rızası aleyhine ihlal edecek olursa işte o zaman halkın yani yönetilenlerin direnme hakkı meşru hale gelecektir.
locke tam bir halk adamıdır denilebilir bu açıdan. zaten eserlerini de halkın anlaması için yazmıştır, filozoflar için değil.
locke'un doğa durumunda sivil otoritenin olmadığı bir durum vardır. bir özgürlük betimler bize. hobbes ve aristoteles'in tasvirlerinin aksine yönetme yönetilme durumu da söz konusu değildir.
hobbes herkesin herkesle savaştığı bir korku dünyası çizmişti. savaş vardı ve bu kaos halinden kurtulmak için insanlar haklarını leviathan'a devretmişti. aristoteles'te ise polis doğaldı ve varlığımız o toplumun üyesi olmakla gerçekleşiyordu.
locke daha farklı bir çerçeve çizer. hobbes'un fikrini evcilleştirmesi de bu yüzdendir. locke için doğa durumu dinsel bir hoşgörüye dayandırılabilir. ahlakidir, toplumsal bir düzeni buyurur. herkesin mülkü kendinedir. bu mülkiyet sözünü birazdan açacağım. çünkü mülkiyet denince sadece eşya anlaşılmamalı, özgürlüğümüz de anlaşılmalı.
doğa durumu, doğa kanunlarıyla barışı amaçlar. fakat buradaki barışı amaçlaması insanlarla beraber bir ölçüde bozulur. bir belirsizlik hakim olur ve ardından da bir huzursuzluk. buraya birazdan geliriz.
bütün bu "hoşgörü hali" aslında geleneksel bir yaklaşımdır da denebilir.
fakat sivil otoritenin olmadığından bahsedince bu doğa durumunu, ahlaki durumun da denetlenmesi söz konusu olamıyor. çünkü bir makam yok. dolayısıyla denetleyici olmadığından kaos doğuyor. bir güvensizlik doğuyor. ve bu güvensizlik zaman içinde doğa durumunu yozlaştırmaya başlar. bu durumda da bir iktidarın olmadığı toplumda yaşayan bireyler kendi kendilerinin hakimi, infazcısı hatta ve hatta tanrısı olur. ve hobbes'un bahsettiği o kaos, savaş hali doğmuş olur. niye? çünkü doğanın temel kanunudur insanların kendi kendisini koruması hakkı. ve bu durumda da bir sivil yönetime ihtiyaç duyulur.
o halde sorabilirsiniz: hobbes aslında locke mu? ya da locke, hobbes'un şekil değiştirmiş hali midir?
hayır. locke geleneksel bir dil kullanır. ayrıyeten hobbesçu bir dil de ullanır, kişinin güvenlik ihtiyacı bakımından.
en temel kavram locke için mülkiyettir.
mülkiyet çalışmamız sonucu elde ettiğimiz şeydir. bizler locke için mülk edinen hayvanlarızdır. ve sivil bir otoritenin olmadığı doğa durumunda mülkiyet, tüm insanlara ortak olarak verilmiştir. bu, ortak mülkiyettir. diğer yandan doğa durumunda özel bir çaba, emek harcayan insan ortaya özel mülkiyeti çıkarır. emek sayesinde doğanın bize verdiğinden fazlasını üretmiş oluruz ve üretimimiz kişinin özel hakkı haline gelir. locke bize tam olarak bunu söylüyor işte. emek, özel hakkın da mülkiyet hakkının da kaynağıdır. dolayısıyla doğal hukuk, özel mülkiyet hakkını öngören bir yapılanmadır. ve yönetim de bu hakkı güvence altına almak adına kurulmuştur. kim tarafından? rızasıyla bunu isteyen halk tarafından.
bütün bu anlattıklarımı ileriki zamanlarda tamamlayacak isim adam smith'tir. söylememe gerek yok gerçi, apaçık görülüyor. ticari bir devlet modeliyle karşı karşıyayız. locke bugüne kadar geri planda kalmış ekonomiyi, politikanın önüne geçirmeye çalışır aslında. dünya, çalışana ve rasyonel olana aittir., der.
emek neydi? emek her şeydi. toplum emek sayesinde yaratılmıştı. dolayısıyla mülkiyet edinmenin doğal sınırlarının da olmadığını söyler. para da ortaya çıktıktan sonra, sınırsız sermaye birikimiyle bir görev haline gelir adeta. çünkü olay ilahi bir egemenlik doktrinine de dayandırılabilir geleneksel bir tavırla. tanrı, dünyayı insanlara bahşetmiştir der çünkü. ve bunlar sonucunda da artık erdemle değil, ticaretle ilgilenmeye başlarız. locke'un inancına göre de zaten ticaret; insanı uysallaştırır, savaştan uzaklaştırır ve daha medeni yapar.
dolayısıyla devlet, işte bu ticaret halini korumayı amaçlayan bir varlık olarak ortaya çıkarılmıştır.
peki ya böyle bir piyasa ekonomisine geçişi ne meşru kılar?
bu kısımdan sonra hobbes'un gurur-korku çekişmesine benzer bir çekişmeden bahsedeceğiz: mülkiyet ve mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar.
geri kalanını sonra yazarım. çok üşengecim. her yazıyı yarıda kesiyorum. *
yazının devamında bu sözleşmenin nasıl bir şey olduğundan falan bahseder, vatandaşlık mevzusuna değinir, mülkiyeti açar ve kuvvetler ayrılığından bahsederim.
devamını gör...
aerojel
%99,8'i havadan oluştuğu için camdan 1000 kat daha az yoğun olan dayanıklı bir madde. silikon tabanlı katı bir maddenin içindeki sıvıyla havanın yer değiştirmesi sonucu oluşur.

bilinen diğer yalıtım maddelerinin en iyisinden yaklaşık 40 kat daha iyi yalıtma özelliğine sahip. dayanıklılığı yüksek olduğundan uzay araçlarında, itfaiyeci giysilerinde kullanılıyor.

bilinen diğer yalıtım maddelerinin en iyisinden yaklaşık 40 kat daha iyi yalıtma özelliğine sahip. dayanıklılığı yüksek olduğundan uzay araçlarında, itfaiyeci giysilerinde kullanılıyor.
devamını gör...
mezbiyenbirey
nasıl ya ?? inanamadığım bir durum, hemen nickaltı açılışını yapmam lazım. kendini geri planda tutmayı seven , sözlüğün ihtiyacı olan gizli cevher dediğimiz yazarlarımızdandır. tanımlarını bizden sakladığını düşünüyorum. bir süre sonra bu iletimi editleyeceğime emin olabilirsiniz.
ayrıca gece gece ne hakkınız vardı yıllarımı bende çalmaya. paylaşılır mı bu şarkı ya. #567941
daha çok tanım paylaşmanızı dört gözle bekliyorum, takipteyiz efendim.
elinize,yüreğinize sağlık.
ayrıca gece gece ne hakkınız vardı yıllarımı bende çalmaya. paylaşılır mı bu şarkı ya. #567941
daha çok tanım paylaşmanızı dört gözle bekliyorum, takipteyiz efendim.
elinize,yüreğinize sağlık.
devamını gör...
kinyas ve kayra
"her şeyi bildiğim için vasiyetim tek bir cümle olacaktı: "beni yüzüstü gömün. çünkü yeterince gördüm!""
hakan günday'ın daha 24 yaşındayken nasıl yazabildiğine halen akıl sır erdiremediğim ilk kitabı. kitap kimi çevrelerce tutku derecesinde beğenilirken, kimileri de "çok abartılıyor. tutunamayanlar çakması" diyor. ben ilk gruptanım. ayrıca okurken ülkeler ve kültürlerle ilgili bir çok da şey öğrenmiştim.
büyük kitaptır kim ne derse desin.
devamını gör...
tüm bebeklerin birbirine benzemesi
insan yüzüne karakterini veren burun, çene gibi yapıların henüz olgunlaşmamış, atadan, dededen genlerle şekil almamış olması yüzündendir. ben de bebekken diğerleri gibiydim şimdi radar gibi burnum var.
devamını gör...
kimsenin sevmediği ama sizin sevdiğiniz şey
devamını gör...
yapılmış en aptalca dalgınlık
ortamlarda ya malın biri varya napmış biliyo musun, şeklinde cümleler kurmayacaksanız anlatıyorum. birgün kendi telefonumun ışığı ile telefonumu aramıştım. hemde tam 15 dakika. 15 dakika sonra ışığın kaynağı nihayet dikkatimi çekmiş olacak ki ne kadar büyük bir gerizekalılık yaptığımı fark ettim.
devamını gör...
iyi geceler sözlük
iyi geceler sözlük. bugün kendime bir şey katmadığım için kendimden özür diliyorum. umarım yarın daha iyi bir gün olur.
devamını gör...
sözlükte çok takip edilmenin aslında iyi bir şey olmaması
bir gerçek.
onca yıllık sözlük deneyimim boyunca gördüm ki, ne kadar çok takip edilip taktir edilirse insan o kadar çok baskı hissediyor üzerinde.
hayır arkadaşım ben boş beleş entryler girmek istiyorum diyorsun. sonra içinden bir ses haykırıyor; dur, saçmalama sakın, milyonlar senin ufuk açıcı entrylerini bekliyor diye. yapamıyorsun.
onca yıllık sözlük deneyimim boyunca gördüm ki, ne kadar çok takip edilip taktir edilirse insan o kadar çok baskı hissediyor üzerinde.
hayır arkadaşım ben boş beleş entryler girmek istiyorum diyorsun. sonra içinden bir ses haykırıyor; dur, saçmalama sakın, milyonlar senin ufuk açıcı entrylerini bekliyor diye. yapamıyorsun.
devamını gör...
kölelik
(bkz: köle isaura)'ya ağlayıp sızlayanlar, bizim tarihimizde de kölelik müessesesinin olduğundan habersiz o gözyaşlarını akıtmışlardır. 1839 yılında tanzimat fermanı okunduktan sonra kölelik yasaklandı. yasaklayan padişah sultan abdülmecid ama bu yasakları takan olmadı. köle ticareti, merdiven altı olarak da devam etti. fiili ticaret 1900'lere kadar sürdü. sadrazam talat paşa bu meseleye yüklenmese, bu ağır yük cumhuriyete kalacaktı.
devamını gör...
türkiye dizi sektörü
yasak aşklardan, 3. sınıf entrikalardan, bol bol ağalardan ve törelerden beslenen vasat ötesi sektör
devamını gör...
terörist misin testi
bugün twitter’da denk geldiğim ve çözdüğüm testtir. cevabı herkes tahmin ediyordur zaten.
devamını gör...
olasılıksız
bugün hediye olarak aldığım kitaptır. okumak için sabırsızlanıyorum. ayrıca hemen bitmemesi için yavaş yavaş okuyacağım,yani umarım.
devamını gör...
normal sözlük'te anonim olmak
haklı yazar talebi. çıkarın üzerinizdekileri ne dediğiniz anlaşılmıyor.
devamını gör...
beşiktaş 118 yaşında
canım takımım. siyah beyaz renklerinin asilliğiyle kuruluş yılın kutlu olsun. *
devamını gör...
antalya'da bir kadının cinsel saldırıya uğraması
takım elbise giyip, önünü iliklemiştir o** ç**
kızı görünce insanlığımdan utandım be.
ibreti alem için bu o** ç** parça parça edecek bir yok mu ya !
kızı görünce insanlığımdan utandım be.
ibreti alem için bu o** ç** parça parça edecek bir yok mu ya !
devamını gör...
türk mü türkiyeli mi sorunsalı
türksoylu diğer devletlere gidildiğinde nerelisin sorusuna türkiye türk'üyüm şeklinde cevap vermek gibi bir durum haricinde anadolu'da "türk" ifadesi türkiye vatandaşı anlamını karşılamaktadır.
devamını gör...
yazarların yaptığı en büyük dalgınlık
kafa sözlük yazarlarının aklının başka yerde olması nedeniyle başlarına gelen dalgınlık hikayelerinden oluşan başlık.
ben bir seferinde elimdeki çöple epeyce bir yol katetmiştim. çöpü elimde bildiğin çanta gibi taşımışım. * ohoo nerelere gittik. ne yokuşlar aştık. yaya geçidinde bekledik. sonra kırmızıda durduk. bekledik ki yeşil sırası bize gelsin. en son otobüse binmeye ramak kalmıştı ve o gerçekle yüzleşmiştim. çöpü nereye sokacağımı bilemedim o an. * aniden karşıma çıkan konteynırı görünce koşa koşa gittim. yıllardır görmediğin aşkını görsen o denli sevinmezsin. zaten elimde çöple onu da görmeyeyim yani. bazen otobüse çöple binsem ne olurdu diye düşünüp gülmekten kendimi alamıyorum. *
ben bir seferinde elimdeki çöple epeyce bir yol katetmiştim. çöpü elimde bildiğin çanta gibi taşımışım. * ohoo nerelere gittik. ne yokuşlar aştık. yaya geçidinde bekledik. sonra kırmızıda durduk. bekledik ki yeşil sırası bize gelsin. en son otobüse binmeye ramak kalmıştı ve o gerçekle yüzleşmiştim. çöpü nereye sokacağımı bilemedim o an. * aniden karşıma çıkan konteynırı görünce koşa koşa gittim. yıllardır görmediğin aşkını görsen o denli sevinmezsin. zaten elimde çöple onu da görmeyeyim yani. bazen otobüse çöple binsem ne olurdu diye düşünüp gülmekten kendimi alamıyorum. *
devamını gör...