tdk yalnız ihtimallere bağlı olduğu düşünülen olayların kesin olmayan, değişebilen sebebi/ rastlantı diye açıklamış tesadüfü.

peki tesadüflere inanır mısınız dostlar? ben normalde inanmazdım fakat son zamanlarda başıma gelen olaylar silsilesi sonucunda bir düşünce aldı beni.

bundan uzun bir süre önce cok sevdiğim bir dostum sohbet sırasında bana bir şarkı önermişti. daha sonra oldukça aklıma takıldı bu şarkı ve sık sık dinlemeye başladım. fakat o sevdiğim dostumla aramıza bir soğukluk girdi. ben o şarkıyı unuttum falan filan derken bu olay kapanmıştı. taa ki bugüne kadar.

peki noldu bugün?

uzun zamandır aklıma düşmeyen o şarkı sabah düştü aklıma. başladım mırıldanmaya. ardından önemli birkaç konu için bana hem bu şarkıyı öneren ve son zamanlarda konuşamadığımız arkadaşımla konuşmak mecburiyetinde kaldık. yetmezmiş gibi sabah, sevdiğim ve müzik zevkine oldukça güvendiğim birinden playlistini istemiştim. playlistini açar açmaz, sabahtan beri aklımda olan, eski dostumun önerdiği o şarkı çalmaya başladı.

tesadüf .... garip bir kelime dostlar.

kimi zaman bir uğur böceğinde kimi zaman altından bir kafeste kimi zaman da bir şarkıda buluyor sizi. hala düşünmekteyim bu konu üzerine.

madem bahsettim o kadar şarkıyı da bırakıyorum buraya. keyifli dinlemeler.

devamını gör...

var böyle bir zorluk.
silgin ne kadar kaliteli de olsa, o kırmızı kalemi hangi allah'ın kulu yaptıysa artık, silmek için bir taraflarını da yırtsan, çok az da olsa kalır o kırmızı kurşun kalem izi.
o yüzden ilkokulda hiç kullanmak istemezdim.
devamını gör...

bir ray loriga kitabıdır.

bu kitabı okurken zihnimde tam da hikayenin yanından yürüyen bir cümle dolaşmaya başlamadı ve kitap boyunca da beni ve hikayeyi hiç yalnız bırakmadı. bu cümle aslında hayatım boyunca benimle gezmeyi alışkanlık haline getirmiş bir cümleydi. ve bu cümlenin sahibi de benim aziz’im, franz kafka olduğu için daha da bir sıkıca sarıldım cümleye hemen hayatım boyunca hem de bu kitabı okurken. evet, çok uzattım lafı hem de doğru dürüst bir şey anlatmadan. o yüzden kısa kesip cümleyi alıntılıyor ve kitapla ilgili incelememe başlıyorum:

“ dünyaya karşı savaşında, dünyanın tarafında oldu.”

teslimiyet; girişeceğiniz tüm savaşların nihai ve kaçınılmaz sonucudur. bir savaşa başlamasan önce iç cebinizde mutlaka beyaz bir mendil olmalı. hem kan, ter ve gözyaşınızı silmek, hem yaralarınızı sarmak ve nihayet teslim olurken bir sopaya sarıp sallamak için. kazanma şansınızın olmadığını bilin ama savaşmaya devam edin mutlaka.

“ teslimiyet “ 2020 yılı içinde okuduğum en iyi kitaplardan biri. garip bir distopya. sanki distopya değilmiş gibi, ama öyle. küçük bir çocuğun, iki oğlunu askere göndermiş bir çiftin evine sığınması ile başlıyor her şey. çocuk konuşamıyor ama dahi olabilir aslında, ya da zeka özürlü. bir savaş sürüyor dışarıda ama ne olduğu belirsiz bir savaş. bu savaş ısrarla devam ederken bir anda “ saydam şehir” sözleri dolaşmaya başlıyor ortalıkta ve sonra kentteki ve belki de ülkedeki herkes bu şehre taşınıyor. şehirle ilgili çok ipucu vermeyeceğim ama ütopik mi distopik mi olduğunu sizin karar vermeniz gerekeceğini söyleyebilirim.

eğer her şey sizin yerinize düşünülüyorsa, savaşta iyilerin mi yoksa kötülerin tarafında mı olduğunuzu bilmiyorsanız, anlamsız bir şekilde kendinizi hep mutlu hissediyorsanız; hemen şu anda ellerinizi kaldırın ve teslim olun...
devamını gör...

ağustos böcekleri 13 yıl toprak altında gelişimlerini tamamlarlar ve toprağa açtıkları delikleri kullanarak yeryüzüne çıkarlar. yeryüzünde ömürleri ortalama 1 aydır.
devamını gör...

laboratuvar şartlarında, hastalara nakledilecek dokuları üretmekle ilgilenen bilim dalı.

günümüzde bu iş, herhangi bir canlıdan alınan hücrelerle doğrudan yapılabildiği gibi 3 boyutlu yazıcılar aracılığıyla da yapılabiliyor. yapay şekilde soluk borusu, idrar torbası, deri, kemik, kulak, kıkırdak, kan damarı hatta kalp gibi birçok organ artık yapay şekilde üretilebiliyor.

özellikle kompleks yapılı organlar için kullanılan yöntemde, vücudunuzdan alınan gerçek hücreler, hangi organ üretilecekse onun şeklindeki bir kalıba yerleştiriliyor. gerekli işlemlerle hücrelerin büyüyüp çoğalarak kalıbı doldurması ve organın şeklini alması sağlanıyor. kalıp, tamamen çözünebilen bir maddeden yapıldığından, çözüldüğü zaman elinizde gerekli organın bir kopyası olmuş oluyor.

3 boyutlu yazıcılar ise daha basit bazı organlar için kullanılan bir araç. mantık tamamen yazıcının bastığı herhangi bir cisimdekiyle aynı. ancak burada plastik, metal ya da benzeri malzemeler yerine, baskı malzemesi olarak canlı hücreler kullanılıyor. hidrojel de denen bu malzeme su bakımından zengin bir hücre çorbası diyebiliriz. ardından, enjeksiyon benzeri parçalarla çekilen bu malzeme, bilgisayarda modellenmiş organı 3 boyutlu şekilde oluşturur. duruma göre baskı, düz bir yerde kuru şekilde oluşturulabileceği gibi bir sıvı içerisinde de oluşturulabilir. yine gerekli durumlarda, organın stabilizasyonu için, baskı sonrası ek işlemler yapılabilir.

elbette bu olayın harika 2 yanı var:
1- organ nakli için uzun süreler bekleyen ve hayatını kaybeden birçok insan oluyor. bu bekleme olayının önüne bu şekilde geçilmiş olacak.
2- eğer ihtiyaç duyulan organ hastanın kendi hücresinden üretilirse, dokuların, nakillerde ortaya çıkan organı reddetmesi sorunu ortadan kalkmış olacak.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
görselin kaynağı
devamını gör...

bilmiyorum forumsal bir başlık mı ya da anket mi bu da, bunların ayrımını yapamıyorum henüz. eğer formata aykırı ise silin gitsin lütfen. sadece bazen burayı günlük gibi kullanıyorum hepsi bu. bundan da rahatsızlık duyanlar olacaktır, üzgünüm...
t: yazarların itiraflardan, söyleyemediklerinden ziyade yansıtmak istedikleri için açılmış başlık.
az önce bir entry okudum ve sadece çok üzgünüm. okuduğuma değil, yazan yazarın acısını bildiğim için üzgünüm, acısını gizliden paylaşıyorum. söylemek istediğim ise şu ki; bilmesek de, konuşmasak da, hiç tanımasak da bazen birilerine dokunuyoruz; kalbine, ruhuna, acısına, gülüşüne, gözyaşlarına... darmadağın da oluyoruz garip ama oluyoruz işte. bu bazen çok fazla geliyor çünkü elden bir şey gelmiyor. bunları yazıyor olmam ona fayda sağlamıyor ama ben kendimi iyi hissediyorum. bunun için de suçlu hissediyorum. bu kadar kolay olmamalı çünkü, bazı olaylar karşısında insan bu kadar kolay iyi hissedememeli. sen haklısın ve neden haklı olduğunu az önce anladım.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel.
devamını gör...

arapça dilinde dişi olarak kabul edilen varlığı gösteren kelimelerdir.

tam anlamı ''dişil kelimeler''dir.
devamını gör...

tehlikeli, çok tehlikeli adamlar.
lan uyanmanız için illa hepinizi tek tek uyarmamız mı gerekiyor ? bu millet neden sürekli aynı katakulliye düşüyor ?
devamını gör...

dört yıllık bir bölümdür, üniversiteler arasında dersler farklılık gösterebilir. resim, heykel, mimari, el sanatları, arkeoloji konuları işlenir . eserlerin doğuş nedenleri; felsefe, coğrafya,din .. araştırılır.
devamını gör...

dokunmak böyle bir şey işte. elinize, emeğinize sağlık.
devamını gör...


"sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim.


yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük. yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, birçok yakın dost değil, bir büyük sevgisin sen. yanında sonsuz şımarabileceğim ve hala kaybetmekten korkmayacağım tek kişi...


yani biraz annem, biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum... sonra daimi

hayranım ve tabi dokunulmamış sevgilim.


sen benim masumiyetimsin tuna benim en yakınımsın! aslında belki öbür yarımsın? bütün bunlar ne demek anlıyor musun? hı? "

(bkz: kumral ada mavi tuna)
(bkz: buket uzuner)
devamını gör...

''haklıyım ama mutlu değilim'' demek istemiyorsanız, bazı durumlarda dilemek gerekiyor. ben gereken yerde hatta gerekmediğinde de diliyorum çünki özür dilemek, ağzımızın tadının kaçmasını engelleiyor, ortamı yumuşatıyor.
devamını gör...

evet insan ilişkilerinde de sürekli görüştüğümüz ve sevdiğimizi düşündüğümüz insanlara karşı nezaketi elden bırakıyoruz, yıpratıcı olabiliyoruz. fakat yeni karşılaştığımız birine hayatımızda olan birine nazaran çok daha saygıyla, nezaketle davranıyoruz.
bu bana da çok ilginç gelmiştir, samimiyet ilerledikçe davranışlara dikkat etmek yerine, bayır aşağı giden freni patlak araba misali langur lungur gidiyoruz.
devamını gör...

kıbrıs gibi denetlemelerin bitmek bilmediği bir yerde yapıyorsanız sık sık kilitlenir.
kişisel ihtiyaçlarınızı temin edemezsiniz.
devamını gör...

hakim fiona işinde başarılı bir kadındır. son baktığı davaların birinden çok etkilenmiş ve bu kocasıyla olan ilişkisine de yansımıştır. kişisel hayatında sorun yaşayan hakim çok önemli bir dava ile daha başa çıkmak zorundadır. adam on sekiz yaşına girmesine üç ay kalmış, zeki bir gençtir. lösemi hastasıdır ve tedavi sürecinde kan nakli yapılması gerekir. ama çocuğun dini inancı kan naklini onaylamaz. hastane çocuk yasası uygulanabilir olduğu için mahkemeye başvurur. peki kan naklini reddetme kararı tamamen kendisine mi aittir? yoksa kararlarında ne kadar bağımsız olduğunu söylese bile yetiştiği aile ve inandığı din mi onun hamurunu yoğurmuştur? hakim fiona adam için kendi kararlarını verecek kadar yetişkin olduğuna karar verip müdahale etmemeyi ya da onu ailesinden, dininden ve kendinden bile korumayı mı seçecektir?


kitabı bitirdiğimizde kendi fikirlerimizin ne kadarının bize ait olduğunu sorguluyoruz. kararlarımız ve büyük bir şevkle savunduğumuz fikirler acaba dış faktörler olmasa, bambaşka bir çevrede yetişsek yine aynı mı kalacaklardı? yetişkinlerin bile kararlarının bağımsız olmadığı bir dünyada bir çocuğu tüm dış etkenlerden korumak, onun gerçek refahı ve iyiliği için kararlar vermek yasaya düşer.



adam diniyle ilgili yeni kararlar aldıktan sonra tutunacak bir dal aradı ama bulamadı. bu da onun sonu oldu. bir insan ne kadar hassas aslında. sadece onu kurtarmak yetmiyor. devamında koruyup kollamak ve büyük bir ilgi de gerekiyor. fiona sonun böyle olacağını bilse çok başka şekilde davranabilirdi. çok hatalı davrandın fiona çok.



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

#25912 "uzun süredir görmedigi biriyle ilk karsilasmasinda o kisinin dış görünüsüyle
ilgili olumsuz/ kirici bir yorum yapmak."

evet, bunu yapıyoruz. çünkü aradan geçen o zamanı birisi çok iyi değerlendirmiş ise; kendini geliştirmiş,
terfi almış, yurt dışında tatile gitmiş, evlenmiş ya da çocuk doğurmuş ise sosyo-kültürel olarak o iki kişi arasında
bir denksizlik oluyor. işte karşıdaki kişi kendini bir halt sanmasın, beni yargılamasın,
ezmesin diye türkler bunu çok yapar. hatta bir süre sonra ben de buraya gittim, ben de onu yaptım, ben de terfi aldım gibi yarışa girerler.

#44938 "kim o? ben" klişesi de "beni sesimden tanır" diye düşündükleri için. bizler avrupa toplumları gibi yüzlerce yıldır
ad-soyad kullanmıyoruz. eskiden doğduğun kente (karamani, aksarayi gibi), dedenin toplumsal bir başarısı varsa dedene atıf yaparak (cemalettin diye bir imamsa cemali gibi) soy belirtilirdi. türklerde daha çok lakap önemliydi. meslek (nakkaş mustafa gibi), fiziksel sakatlık (topal ahmet gibi), yaşanmış bir olaya, mizaca, bağlı olduğu millete (laz cemal, çerkez ethem gibi) göre lakap alınırdı. 1934 yılında soyadı kanunu çıkartıldı. ancak anadolu türk toplumu halen bireyselleşemedi. ahilik geleneği yüzünden olduğunu düşünmekteyim.

ya aslında şu başlıkda saydığınız çoğu özellik türk ulusunda toprak ağalarının marka algısının olmamasından kaynaklanıyor. şöyle demek istiyorum: abd ve avrupa'da toprak ağaları
zenginleştiğinde lobi faaliyetleri yapardı. belirli bir siyasi nüfuz kazanınca kendi topraklarına hizmet götürdüler. tabii ki bu hizmetler toprağa bağlı çalışan ve o derebeyinin malı sayılan
köylüler için değildi. daha çok zenginleşebilmek için, daha yoğun lobi faaliyetleri yapabilmek için, misafirlerini iyi ağırlayabilmek için, nüfuzunu gösterebilmek için şatolar, köprüler, at arabaları için tretuar yollar, yaptılar. at arabalarında daha az sallantılı ve güvenli bir seyahat için bir zenginin ayak basabileceği her yere döşeme yol yapılmıştı.

peki osmanlı devleti'nde nasıl oldu? tımar sistemi vardı. tımar ağası, topraklarında köylüleri çalıştırıyordu. sefere çıkılacağı zaman padişahın ordusu o köyden geçerken tımar ağası eğittiği köylüleri orduya dahil ediyordu.
yollar ve köprüler yalnızca padişah sefere çıkacağı zaman yapılıyordu. osmanlı ekonomisi sefer odaklıydı. zaten toprakları genişlettikçe bu sefer odaklı ekonomi modeli büyük bir sorun oldu. kanuni sultan süleyman, vergiler sistemli toplanamadığı için iltizam kanununu çıkardı. bu da yüz yıl içinde osmanlı devleti hazinesi gelirleri azalırken gaddar sermayedarların serveti arttı. bu sermayedarlar ilerde padişaha borç verecek güce ulaştı. tıpkı avrupa'da olduğu gibi.
ikinci abdülhamit'e borç veren fransız tüccarlar, borca karşılık midilli adası'nı istediler. fransa donanması midilli adası'nın gümrüğüne el koymuştu.

yani makro-perspektiften bakıldığında monarşilerin sonu hep aynı olmuş: borç içinde batmışlar.
ama avrupa toprak ağaları kiliseler, yollar, köprüler, kentler inşa ederken bizim toprak ağaları asker basmış sadece. bir de anadolu'da ahşap materyal kullanıldığı için bazı konaklar yanmış gitmiş. doğu anadolu'da taş konaklar var ama onların da asıl sahipleri birinci dünya savaşı'nda kaçmışlar. yerlerine kürt şeyhleri, ağaları yerleşmiş. benim bildiğim kadarıyla doğu anadolu'da çok yoğun süryani, ermeni, türkmen nüfus varmış. orta doğu'da fransa ve ingiltere milliyetçi sınır politikaları için isyanları teşvik edince iran'da yaşayan türkmenler doğu anadolu'ya göç ediyorlar. kürtlerin bazıları o arada kaynıyor işte. soyadı kanunu çıkınca ermeniler, kürtler falan türk adları ve soyadları alıyorlar hükümetten korktukları için.
kürtler asimile olmuyorlar. bunun sebebi çok kadim bir kürt kültürü ve dili olduğu için değil eğitilemedikleri için. kürtler çocuklarını cumhuriyet döneminde okula göndermiyorlardı. osmanlı devleti'ndeki gibi tekke usulü eğitim görüyorlardı. bu yüzden günümüzde hala sağcı-islamcı partilere en çok oy iç anadolu ve doğu anadolu'dan çıkıyor.
21 yüzyılda vatandaşı olduğun ülkenin dilini bilmiyorsun. burada ayıp sende mi, bende mi, devlette mi? bir konutta 11 çocuk, 2 kuma, 15 yakın akraba, 15 uzak akraba yaşıyorsunuz. demokrasi'de her insana 1 oy hakkı düşüyor, benim hanemden 4 oy çıkarken kürdün hanesinden 46 oy çıkıyor. mantıklı mı?

sonra türkiye her 10 yılda bir ekonomik krize girer tabi. 500 yıldır yapılmayan planlamayı 100 yıla sığdırmaya çalışırsanız olacağı budur. hem sosyolojik hem ekonomik hem kültürel hem insani hem ahlaki hem dini hem cinsel hem varoluşsal kriz yaşıyoruz, herkes farkında ama kimse çözüm üretemiyor.
devamını gör...

kumsaldaki bir kum tanesi sadece. böyle haberleri gördükçe kaçırılıp satılan milyon tane çocuğun olduğu gerçeğini hatırlıyor insan. hatırladıkça da aldığı her nefesten vicdan azabı duyuyor. sonsuza dek cehennemin dibinden çıkamazlar umarım.
devamını gör...

misafirin iyisi gelir geçer bir kuş gibi
misafirin kötüsüyse oturur baykuş gibi.
devamını gör...

ben ortaokulda daha etkileyici kompozisyonlar yazıyordum, hoca sınıfta okutturuyordu o geldi aklıma.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim