kilisede çocuğa uyuşturucu verip tecavüz eden papaz
bu tür haberleri hiristiyanliga müslümanlığa ya da ateizme mal etmek yanlışın dik alasıdır. bu insan öğretmen doktor ya da çoban olsa yine aynı şeyi yapardı ki yapıyor da. burada insanlıktan nasibini alamama durumu var.
devamını gör...
gefirofobi
köprülerden korkma durumudur. bu fobiyi taşıyan kişiler köprülerden çekinir, köprüyü kullanmak istemezler.
devamını gör...
kişide kaçma isteği uyandıran muhabbetler
“her şeyi ben bilirim” havasında olan insanların dahil olduğu her türlü muhabbet.
devamını gör...
deliliğe övgü
(bkz: erasmus) (bkz: morias enkomion seu laus stultitiae)
delilerin ve çocukların nasıl birbirlerine benzediğini, aynı kaygısızlıkla hayatı yaşadıklarını anlatan bölümün olduğu bir kitap.
delilerin ve çocukların nasıl birbirlerine benzediğini, aynı kaygısızlıkla hayatı yaşadıklarını anlatan bölümün olduğu bir kitap.
devamını gör...
bir filmin tamamını anlatan tek repliği
yoruldum patron...
(bkz: the green mile)
(bkz: the green mile)
devamını gör...
merkantilizm
merkantilizm: 16-18.yüzyıllar arasında, klasik iktisat ekolü’nden önce dünyada geçerli olan ekonomik ve siyasal doktrin; dünya servetlerini altın ve gümüş miktarı ile ölçer. klasik teoriden önceki ekonomik ve siyasal doktrin merkantilizm idi. merkantilist felsefeye göre, dış ticaret politikasının temel amacı, hazinenin altın stokunu artırmaktır. bunun için de ödemeler dengesinde fazlalıklar oluşturmak gerekir. merkantilistler altın ve değerli madenleri servetin kaynağı olarak görmüşlerdir. onlara göre, hazinenin altın stoku aynı zamanda ekonomik ve siyasal gücün de temelini oluşturur. o dönemler uzun süren savaşların doğurduğu büyük finansman ihtiyacı, bu düşüncelerin benimsenmesinde etkili olmuştur.
devamını gör...
tanrı
tek olarak tanımlanan yaratıcı. göbeklitepeden sümere ve günümüze kadar var olan bir çok kültür ve dinde bir 'tek tanrı' inancı mevcuttur. ateist bilimcilerin 'insanın yerleşik düzene geçtikten sonra (m.ö. 5000) savaşlar, açlık, korku vb etkiler sonucu kendi kendilerine oluşturduklarını söyledikleri kavramdır. fakat bu bilimsel açıklama göbeklitepe (m.ö. 12000) ile sarsılmıştır.
asıl sorulması gereken şudur; insan beyni görmediği bir şeyi modelleyemez ve modelleyemediğine isim koyamaz. misal, anadan doğma körlerin olduğu bir adada yaşayan insanların 'renk' diye bir kavramı yoktur. ve isim de koyamazlar. dışarıdan gören birinin gelip onlara renk diye bir kavramdan bahsetmesi ile sadece 'haberleri' olur. peki, anadan doğma körler bile birdenbire renk diye bir kavramı koyamazken nasıl oluyor da insan 'öldükten sonra dirilme, ahiret günü, cennet cehennem gibi' kavramları 'tanrı' kavramını koyabilmiştir. asıl cevaplanması gereken soru budur.
ötelerden gelen edit: bu konuyla ilgili olan bilimsel bir destek istiyorlarsa rahmetli darwinin 'insanın türeyişi' adlı kitabın tanrı inancı ve din adlı başlığa bakmaları yeterlidir.
asıl sorulması gereken şudur; insan beyni görmediği bir şeyi modelleyemez ve modelleyemediğine isim koyamaz. misal, anadan doğma körlerin olduğu bir adada yaşayan insanların 'renk' diye bir kavramı yoktur. ve isim de koyamazlar. dışarıdan gören birinin gelip onlara renk diye bir kavramdan bahsetmesi ile sadece 'haberleri' olur. peki, anadan doğma körler bile birdenbire renk diye bir kavramı koyamazken nasıl oluyor da insan 'öldükten sonra dirilme, ahiret günü, cennet cehennem gibi' kavramları 'tanrı' kavramını koyabilmiştir. asıl cevaplanması gereken soru budur.
ötelerden gelen edit: bu konuyla ilgili olan bilimsel bir destek istiyorlarsa rahmetli darwinin 'insanın türeyişi' adlı kitabın tanrı inancı ve din adlı başlığa bakmaları yeterlidir.
devamını gör...
kadın
"xxxxxx allahın var mı senin?"
kadın adamın geldiğini görmemişti, onun gelmesini beklediği tarafa doğru bakıyordu, adam ise her zamanki tersliğini ispatlar gibi tamamen alakasız yönden gelip oturan kadının yanına ilişti ve bu cümle çıktı ağzından.
" xxxxxx allahın var mı senin?"
2 saat öncesi...
adam uyandı, kafasının içinde her sabah uyandığında olduğu gibi çalan bir şarkı vardı, ne söyleyeni ne de sözlerini yazan adamı seviyor ama o şarkıyı çok seviyordu adam. "uzaktaa çok uzakta güneydeee "diye diye ite kaka çalışan telefonunu zor bela açtı, küfrederek telefonun aklının başına gelmesini bekledi. sonra ondan gelen mesajı gördü, daha çok küfretmeye başladı, içindeki öfke ve kırgınlığı karşı tarafın üstüne yıktı, tam gemileri yakmak üzereyken telefonu çaldı, arayan o idi.
adam şaşırdı, belki de aylar sonra biri ona "gel" diyordu, adamın olduğu yere yürüyerek yaklaşık yarım saatte varılacak bir yerde buluşma teklif etmişti. adam teklifi kabul etti, aklında binlerce iyi ve kötü senaryo ardarda uçuşurken şaşkınlık içinde yola çıktı, kadının dediği yere yürüyerek gitti. kadının yanına nefes nefese ilişti ve o cümleyi kurdu.
kadın adama bi baktı, ne olduğunu anlayınca adamı süzdü, adamın hali, üstü başı o kadar perişandı ki sanırım adamın halini az buçuk bilse bile kafasında bir haftadır yazıştığı adamın imajına pek oturtamadı. hemen yan taraftaki bir cafeye oturdular, kadın adama "ne içersin?" diye sordu, "kahve, sade, büyük" dedi adam zor bela, bir buçuk aydır kahveye hasretti, kadının masada bırakıtığı sigaradan yaktı.
kadın masaya döndüğünde ikisi de o ilk şaşkınlığı biraz üzerinden atmıştı, adam konuşmaya başladı, adam aylardır kanlı canlı, kendisini dinleyecek birini bulmanın telaşı içinde kadına neredeyse hiç söz hakkı vermeden içinde ne varsa, kendine ait, geçmişine ait ne varsa kadının üstüne kustu. saçmaladı, daldan dala atladı, içinden kendine "sus be adam, biraz da o konuşsun" dese de susmadı susamadı.
kadın çok yorgun gözüküyordu, tipi, havası, konuşması tam da adamın hayalinde olduğu gibiydi. ama rahattı, en azından o an için adama karşı, kendine karşı rahattı, bu hal adamın hoşuna gitti.
güldüler, gülüştüler, laf soktular ve en önemlisi birbirlerini anladılar.
zaman neydi, ne kadar sürede bir saat geçerdi önemli değildi, kadın gitmek zorundaydı, kalktılar, tam ayrılacakları zaman adam kadının omzuna gayri ihtiyari dokundu, bu dokunuş ilk ve son olacak gibiydi, bu fırsatı kaçırmak istememiş, güzel bir saatin üstüne bir de dokunuş eklemişti.*
adam karşıya geçti, dönüp arkasına bakmadı, sonra fark etti ki dudaklarında yine o şarkı var, gülümsedi.
gülümsedi.
gülümsedi.
tanım da bırakayım, silinmesin.
"insana bambaşka bir dünyanın kapılarını açan üstün yaşam formu"
kadın adamın geldiğini görmemişti, onun gelmesini beklediği tarafa doğru bakıyordu, adam ise her zamanki tersliğini ispatlar gibi tamamen alakasız yönden gelip oturan kadının yanına ilişti ve bu cümle çıktı ağzından.
" xxxxxx allahın var mı senin?"
2 saat öncesi...
adam uyandı, kafasının içinde her sabah uyandığında olduğu gibi çalan bir şarkı vardı, ne söyleyeni ne de sözlerini yazan adamı seviyor ama o şarkıyı çok seviyordu adam. "uzaktaa çok uzakta güneydeee "diye diye ite kaka çalışan telefonunu zor bela açtı, küfrederek telefonun aklının başına gelmesini bekledi. sonra ondan gelen mesajı gördü, daha çok küfretmeye başladı, içindeki öfke ve kırgınlığı karşı tarafın üstüne yıktı, tam gemileri yakmak üzereyken telefonu çaldı, arayan o idi.
adam şaşırdı, belki de aylar sonra biri ona "gel" diyordu, adamın olduğu yere yürüyerek yaklaşık yarım saatte varılacak bir yerde buluşma teklif etmişti. adam teklifi kabul etti, aklında binlerce iyi ve kötü senaryo ardarda uçuşurken şaşkınlık içinde yola çıktı, kadının dediği yere yürüyerek gitti. kadının yanına nefes nefese ilişti ve o cümleyi kurdu.
kadın adama bi baktı, ne olduğunu anlayınca adamı süzdü, adamın hali, üstü başı o kadar perişandı ki sanırım adamın halini az buçuk bilse bile kafasında bir haftadır yazıştığı adamın imajına pek oturtamadı. hemen yan taraftaki bir cafeye oturdular, kadın adama "ne içersin?" diye sordu, "kahve, sade, büyük" dedi adam zor bela, bir buçuk aydır kahveye hasretti, kadının masada bırakıtığı sigaradan yaktı.
kadın masaya döndüğünde ikisi de o ilk şaşkınlığı biraz üzerinden atmıştı, adam konuşmaya başladı, adam aylardır kanlı canlı, kendisini dinleyecek birini bulmanın telaşı içinde kadına neredeyse hiç söz hakkı vermeden içinde ne varsa, kendine ait, geçmişine ait ne varsa kadının üstüne kustu. saçmaladı, daldan dala atladı, içinden kendine "sus be adam, biraz da o konuşsun" dese de susmadı susamadı.
kadın çok yorgun gözüküyordu, tipi, havası, konuşması tam da adamın hayalinde olduğu gibiydi. ama rahattı, en azından o an için adama karşı, kendine karşı rahattı, bu hal adamın hoşuna gitti.
güldüler, gülüştüler, laf soktular ve en önemlisi birbirlerini anladılar.
zaman neydi, ne kadar sürede bir saat geçerdi önemli değildi, kadın gitmek zorundaydı, kalktılar, tam ayrılacakları zaman adam kadının omzuna gayri ihtiyari dokundu, bu dokunuş ilk ve son olacak gibiydi, bu fırsatı kaçırmak istememiş, güzel bir saatin üstüne bir de dokunuş eklemişti.*
adam karşıya geçti, dönüp arkasına bakmadı, sonra fark etti ki dudaklarında yine o şarkı var, gülümsedi.
gülümsedi.
gülümsedi.
tanım da bırakayım, silinmesin.
"insana bambaşka bir dünyanın kapılarını açan üstün yaşam formu"
devamını gör...
friends
hep belirli sitcomlarla kıyaslanan efsane sitcomdur. herhangi bir bölümünü açınca tebessümlerle izlersiniz.
david crane ve marta kauffman tarafından yaratılmış amerikan sitcom dizisidir. 1994 ile 2004 yılları arasında çekilmiş ve efsane olmuştur.
dizi 10 sezon sürmüştür. dizinin tüm sezonları abd'de reyting listesinde ilk 10 içerisine girmiştir.
en çok izlenen sezon ise 8. sezon olmuştur.
dizi 6 arkadaşın yaşadığı hayatı konu etmiştir. birbirlerine sıkıca bağlı 6 arkadaş centrel park adlı bir kafede takılırlar. 10 sezon boyunca o kafeyi ve yaşadıkları evi kendi çevreniz gibi hissedersiniz. onların arasında gibi mutlu olup onlara tebessümle bakarsınız. bence sevilmesinin ana sebebi bu arkadaşlık ilişkileri ve yaşanılan hayatın çok eğlenceli oluşudur.
birinci ve ikinci sezon 24 bölümden oluşmuştur. üçüncü sezon 25 dördüncü sezon ve beşinci sezon 24 bölümdür. altıncı sezon 25 yedi, sekiz ve dokuzuncu bölümler 24 bölümdür. final sezonu ise 17 bölümden oluşmaktadır.
dizinin oyuncuları ise şöyledir.
jennifer aniston (rachel green), courteney cox ( monica geller), matthew perry (chandler bing), david schwimmer (ross geller), matt leblanc (joey tribbiani) ve lisa kudrow (phoebe buffay)
ben bir sitcom sever olarak diziyi çok geç izledim. hatta yeni bitirdim. bunun sebebi ise geçmişte iki sezon izleyip bırakmış olmamdı. bir gün netflixe geleceği umuduyla bekledim ve gelince bitirdim. herkes gibi çok sevdim ve diğer sitcomlarla kıyaslama gereği duymadım.
dizinin güzel tarafları çok fazla konu olmasıydı. ayrıca karakterlerin ve toplumun gelişimini yakından takip etme fırsatı beni çok cezbetmişti. en basitinden adamlar porno kaseti alıyorlar. bu çok garip ve ilginç. yaşadığımız dönemin ve o dönemin farklarını görmek acayip ilgi çekici.
bu dizinin bir diğer güzel tarafı ise yan karakterlerin müthiş olması. hepsi birbirinden komik ve nefis yaratılmış karakterler.
her izleyen keşke böyle bir arkadaş grubum olsaydı diye düşünmüştür. ben de düşündüm. böyle bir arkadaş grubunu izlemek insanlara iyi hissettiriyor. dizinin başarısı bence buradan geliyor.
diğer sitcomlara göre bu sitcomun farkı ise bence karakterlerin hepsinin çok başarılı olması. bir düşünün her sitcomda favori karakteriniz vardır. benim friends dizisinde favori karakterim yok hepsini çok seviyorum. hepsi ayrı ve müthiş yaratılmış.
janice ve gunther karakterleri bile çoğu dizideki baş karakterlerden daha iyi geliyor bana. güçlü yan karakterler bu dizinin en büyük özelliklerinden biri. tabi yan karakterler demişken ross ve monicanın ailesini unutmayalım. çok komikler.
son olarak en sevdiğim kısımlarından biri ise diziye gelen konuk oyuncular. hepsi birbirinden efsane isimler arada sırada karşımıza çıkıyorlar. o efsane oyuncular ise şöyle.
brad pitt ( birader sen nasıl bir yakışıklısın ya )
bruce willis (olduğu bölümler favorimdi)
julia roberts (çok güzelsin)
susan sarandon
charlie sheen
hugh laurie
alec baldwin
billy crystal ve robin williams
denise richards ( çok seksi bir kadın)
john stamos
sean penn
george clooney
danny devito
paul rudd
anna faris
jason alexander
not: konuk oyuncu listesine onedio sitesinden ulaştım.
her zaman efsane olarak kalacak ve unutulmayacak bir yapım. çok güzeldin friends. arada sırada bazı bölümleri tekrar izleyeceğim. tebessüm edeceğim.
david crane ve marta kauffman tarafından yaratılmış amerikan sitcom dizisidir. 1994 ile 2004 yılları arasında çekilmiş ve efsane olmuştur.
dizi 10 sezon sürmüştür. dizinin tüm sezonları abd'de reyting listesinde ilk 10 içerisine girmiştir.
en çok izlenen sezon ise 8. sezon olmuştur.
dizi 6 arkadaşın yaşadığı hayatı konu etmiştir. birbirlerine sıkıca bağlı 6 arkadaş centrel park adlı bir kafede takılırlar. 10 sezon boyunca o kafeyi ve yaşadıkları evi kendi çevreniz gibi hissedersiniz. onların arasında gibi mutlu olup onlara tebessümle bakarsınız. bence sevilmesinin ana sebebi bu arkadaşlık ilişkileri ve yaşanılan hayatın çok eğlenceli oluşudur.
birinci ve ikinci sezon 24 bölümden oluşmuştur. üçüncü sezon 25 dördüncü sezon ve beşinci sezon 24 bölümdür. altıncı sezon 25 yedi, sekiz ve dokuzuncu bölümler 24 bölümdür. final sezonu ise 17 bölümden oluşmaktadır.
dizinin oyuncuları ise şöyledir.
jennifer aniston (rachel green), courteney cox ( monica geller), matthew perry (chandler bing), david schwimmer (ross geller), matt leblanc (joey tribbiani) ve lisa kudrow (phoebe buffay)
ben bir sitcom sever olarak diziyi çok geç izledim. hatta yeni bitirdim. bunun sebebi ise geçmişte iki sezon izleyip bırakmış olmamdı. bir gün netflixe geleceği umuduyla bekledim ve gelince bitirdim. herkes gibi çok sevdim ve diğer sitcomlarla kıyaslama gereği duymadım.
dizinin güzel tarafları çok fazla konu olmasıydı. ayrıca karakterlerin ve toplumun gelişimini yakından takip etme fırsatı beni çok cezbetmişti. en basitinden adamlar porno kaseti alıyorlar. bu çok garip ve ilginç. yaşadığımız dönemin ve o dönemin farklarını görmek acayip ilgi çekici.
bu dizinin bir diğer güzel tarafı ise yan karakterlerin müthiş olması. hepsi birbirinden komik ve nefis yaratılmış karakterler.
her izleyen keşke böyle bir arkadaş grubum olsaydı diye düşünmüştür. ben de düşündüm. böyle bir arkadaş grubunu izlemek insanlara iyi hissettiriyor. dizinin başarısı bence buradan geliyor.
diğer sitcomlara göre bu sitcomun farkı ise bence karakterlerin hepsinin çok başarılı olması. bir düşünün her sitcomda favori karakteriniz vardır. benim friends dizisinde favori karakterim yok hepsini çok seviyorum. hepsi ayrı ve müthiş yaratılmış.
janice ve gunther karakterleri bile çoğu dizideki baş karakterlerden daha iyi geliyor bana. güçlü yan karakterler bu dizinin en büyük özelliklerinden biri. tabi yan karakterler demişken ross ve monicanın ailesini unutmayalım. çok komikler.
son olarak en sevdiğim kısımlarından biri ise diziye gelen konuk oyuncular. hepsi birbirinden efsane isimler arada sırada karşımıza çıkıyorlar. o efsane oyuncular ise şöyle.
brad pitt ( birader sen nasıl bir yakışıklısın ya )
bruce willis (olduğu bölümler favorimdi)
julia roberts (çok güzelsin)
susan sarandon
charlie sheen
hugh laurie
alec baldwin
billy crystal ve robin williams
denise richards ( çok seksi bir kadın)
john stamos
sean penn
george clooney
danny devito
paul rudd
anna faris
jason alexander
not: konuk oyuncu listesine onedio sitesinden ulaştım.
her zaman efsane olarak kalacak ve unutulmayacak bir yapım. çok güzeldin friends. arada sırada bazı bölümleri tekrar izleyeceğim. tebessüm edeceğim.
devamını gör...
uzanıp yatmak dışında her şeyin anlamsız gelmesi
depresyonun alternatif bir tanımı olabilecek tanım.
devamını gör...
kitap okumayanların bahanesi
sevmiyordur sevmek zorunda değildir.
bahane yerine sevmiyorum demesi daha doğru olur.
ama hayatta tek vasfı kitap okumak olan numuneler garip yaklaştığı için bahane üretiyorlar.
bahane yerine sevmiyorum demesi daha doğru olur.
ama hayatta tek vasfı kitap okumak olan numuneler garip yaklaştığı için bahane üretiyorlar.
devamını gör...
normal sözlük'e girişte ilk mesaj atan moderatör
kafa sözlük'ün yazarlarına geçtiği kıyaklardan biridir. daha sitenin ne olduğunu dahi anlayamamışken peş peşe 3 ayrı kişiden "hoş geldiniz" temalı mesaj geldi. açıkçası ben çok mutlu oldum. kendilerine de dediğim gibi, misafirlikte ev sahibi tarafından iyi ağırlanınca koltukaltı kabaran misafir gibi hissettim kendimi. emeği geçenlere teşekkür ediyor, iyi ki varlar diyorum.
devamını gör...
resimli kitap
okulönceci isimli yazar arkadaşımızın ukdesi.
genellikle anaokullarında kullanılan bir üründür. okula başlayacak olan çocukların görsel hafızalarını da okuma kabiliyetlerini de geliştirir.
bir kısmında kabartma vardır (dokunma duyusunu da geliştirmek için) bir kısmında ise yoktur.
genellikle anaokullarında kullanılan bir üründür. okula başlayacak olan çocukların görsel hafızalarını da okuma kabiliyetlerini de geliştirir.
bir kısmında kabartma vardır (dokunma duyusunu da geliştirmek için) bir kısmında ise yoktur.
devamını gör...
modların tarafsız olduğuna inanıyor musun sorunsalı
bu sorunsalı analiz etmek için modların insan olup olmadıklarını kontrol etmeliyiz.
modlar robot değil insanlar o yüzden tarafsız olamazlar bu pek mümkün değildir.
tarafları ayrımcılık veya muziplik olmadığı sürece bir problem yoktur o ayrı.
modlar robot değil insanlar o yüzden tarafsız olamazlar bu pek mümkün değildir.
tarafları ayrımcılık veya muziplik olmadığı sürece bir problem yoktur o ayrı.
devamını gör...
orta yaş sendromu
yıllarca toplumun onaylayacağı hayatı yaşayıp mutlu olacağını düşünmüş insanların mutlu olmadıklarını fark ettiklerinde girdiklerini düşündüğüm sendrom. üniversite okunmuş olabilir, toplumca kabul gören işe girilmiş, ev araba alınmış, topluma uygun bir şekilde evlenilip bir iki çok uygun çocuk yapılmıştır, görünürde toplum sizi takdir eder ama yıllardır beklenen o huzur o tamamlanmışlık gelmemiştir. bir nevi oyunda tüm leveller geçilmiş ama prenses kurtarılamamıştır. bu hislerle kişi kendini keşfetme çabasına girebilir, bu dönemde yapılan ciddi değişimler de bu çabadan kaynaklanır.
devamını gör...
bilmeyen biri için normal sözlük’ü özetlemek
başlığı tanımla. cümlenin sonuna nokta koy. ha bir de küfür yok.
devamını gör...
sen ben lenin
the raven and blue irises 'ın #1511114 şu girisinde de belirtilmiş olduğu gibi, film tam bir yıldızlar geçidi. sevdiğim ilk oyuncu barış falay. ismini görür görmez tamam, izlenir dedim. sonra salih kalyon, binnur kaya, hasibe eren. yani nasıl desem bilemiyorum bu kadar güzel ve değerli sanatçıyı nasıl bulup buluşturup bu filmi çektiniz diye düşündüm. beklentim çok yüksekti aslında. ki festival filmi olduğunu film bittikten sonra öğrendim. bilerek izlemeye başlamış olsam, belki beklentiyi ona göre kurardım ama, buda benim hatam oluversin.
filme gelecek olur isek,
genel olarak tek mekan kullanılmış. bir binanın toplantı salonu, bir polis karakolunun 2 masalı odası. başka mekan yok. konusu geçip duran heykeli görmedik, büstü görmedik, tören meydanını bile görmedik. uzun bir masa, ucunda oturan tanıklar habire rüzgardan açılan bir fransız balkon kapısı ve beyaz perdeler dışında çok bir dekorda göze çarpmadı film boyunca. birtek (spoiler olabilir sizin için) hoşuma giden nokta alt metinde rüzgarla açılan o pencerenin manzarasına değişik imgeler yerleştirilmiş olmasıydı. denizde yüzen kocaman bir kağıt gemi, cenaze namazı kılan bir cemaat ve birkaç konu ile ilintili detay daha. ince bir dokunuştu açıkcası.
ana karakterlerimiz ise birer polis, küçük kasabaya ankara'dan gönderilmişler, çalıntı büstü bulmaları için. biri mutsuz, birazda aksi. diğeri ise genç ama temizliğe biraz takıntılı. ıslak mendili var her daim ellerini temizliyor.
filmde aşırı rahatsız edici bir konu da barış falay ve küfürleriydi. ben küfür etmenin bir oyuncuya bu kadar yakışmadığını da ilk defa bu filmde gördüm. hani şu serseri, küfür ağzından düşmeyen bir komser olacakmışta barış falayın canlandırdığı karakter, hanım evladına zorla küfür ettirirlermiş gibi olmuş. ondan olmamış, tam oturmadı bir türlü, çiğ durdu ve rahatsız etti.
filmin konusu ile ilgili ise, gerçekten emin olamadım hiç. konu tam olarak büst müydü, kominizm miydi, bir büst karşısında çıkar gözeten devlet erkanları mıydı yoksa bunların hepsi bu ülkede oldu hanım! çığlığı mıydı çözemedim. unutmadan yazayım, heykel mevzusu gerçek. denizden lenin çıkmış, hala belediye binası deposunda imiş. hiç heykeli dikmeyi düşünmüşler mi araştırmadım. ama yine de, film çok sade ve anlamsızlık noktasına varacak kadar karışık anlamlar barındırıyordu. salonda hepi topu zaten sekiz kişiydik, iki kişi filmin ikinci yarısının başında, iki kişi ise arada filmden çıktı. ben büst nerede diye merakımdan kaldım açıkçası, birde oyunculukları izlemek güzeldi aslında. sonu biryere bağlanmadı zaten, şey gibi bitti, 2.sezonu olan diziler gibi.
özetle başı da sonu da ortası da tam bir festival filmine yaraşır hazırlanmıştı. gişeye çok hitap etmedi o yüzden, biraz daha butik salonlarda, daha sanatla ilgilenen çevrelerce izlenir ise, değeri bilinir bir yapıt olabilir.
filme gelecek olur isek,
genel olarak tek mekan kullanılmış. bir binanın toplantı salonu, bir polis karakolunun 2 masalı odası. başka mekan yok. konusu geçip duran heykeli görmedik, büstü görmedik, tören meydanını bile görmedik. uzun bir masa, ucunda oturan tanıklar habire rüzgardan açılan bir fransız balkon kapısı ve beyaz perdeler dışında çok bir dekorda göze çarpmadı film boyunca. birtek (spoiler olabilir sizin için) hoşuma giden nokta alt metinde rüzgarla açılan o pencerenin manzarasına değişik imgeler yerleştirilmiş olmasıydı. denizde yüzen kocaman bir kağıt gemi, cenaze namazı kılan bir cemaat ve birkaç konu ile ilintili detay daha. ince bir dokunuştu açıkcası.
ana karakterlerimiz ise birer polis, küçük kasabaya ankara'dan gönderilmişler, çalıntı büstü bulmaları için. biri mutsuz, birazda aksi. diğeri ise genç ama temizliğe biraz takıntılı. ıslak mendili var her daim ellerini temizliyor.
filmde aşırı rahatsız edici bir konu da barış falay ve küfürleriydi. ben küfür etmenin bir oyuncuya bu kadar yakışmadığını da ilk defa bu filmde gördüm. hani şu serseri, küfür ağzından düşmeyen bir komser olacakmışta barış falayın canlandırdığı karakter, hanım evladına zorla küfür ettirirlermiş gibi olmuş. ondan olmamış, tam oturmadı bir türlü, çiğ durdu ve rahatsız etti.
filmin konusu ile ilgili ise, gerçekten emin olamadım hiç. konu tam olarak büst müydü, kominizm miydi, bir büst karşısında çıkar gözeten devlet erkanları mıydı yoksa bunların hepsi bu ülkede oldu hanım! çığlığı mıydı çözemedim. unutmadan yazayım, heykel mevzusu gerçek. denizden lenin çıkmış, hala belediye binası deposunda imiş. hiç heykeli dikmeyi düşünmüşler mi araştırmadım. ama yine de, film çok sade ve anlamsızlık noktasına varacak kadar karışık anlamlar barındırıyordu. salonda hepi topu zaten sekiz kişiydik, iki kişi filmin ikinci yarısının başında, iki kişi ise arada filmden çıktı. ben büst nerede diye merakımdan kaldım açıkçası, birde oyunculukları izlemek güzeldi aslında. sonu biryere bağlanmadı zaten, şey gibi bitti, 2.sezonu olan diziler gibi.
özetle başı da sonu da ortası da tam bir festival filmine yaraşır hazırlanmıştı. gişeye çok hitap etmedi o yüzden, biraz daha butik salonlarda, daha sanatla ilgilenen çevrelerce izlenir ise, değeri bilinir bir yapıt olabilir.
devamını gör...
etek giymeyi sevmeyen kadın
ben değilimdir, severim ama giyerken kendimi tedirgin hissediyorum artık. insanların bakışını, ayıplamasını geçtim de fiziksel taciz boyutu olursa kötü işte. başıma gelmemiş şey değil zira.
devamını gör...
bir kadını mutlu etmenin en güzel yolu
ona değer veren davranislarda bulunmak .
jestler yapmak .
güzelim diye seslenmek .
jestler yapmak .
güzelim diye seslenmek .
devamını gör...
