kitap okuma aşkını kazandıran kitabın ismi
ilkokuldayken gülten dayıoğlu' nun kitapları bana okuma aşkını kazandırmıştı*. konu, kurgu ve anafikir olarak çocuklar için muhteşem eserler vermiştir.
devamını gör...
ıraksak düşünme
ıraksak düşünme, ortak düşünceden hareketle farklı düşüncelere ulaşabilmeye dayalı bir düşünme becerisidir.
ıraksak düşünme, mevcut bilgiden çoklu veya alternatif cevaplar üretmeyi içermektedir. farklı yaklaşımlar denemeyi, uzak kavramlar arasındaki bağlantıları tanımayı, bilgileri alışılmadık formlara dönüştürmeyi gerektirmektedir. aynı soruya verilen cevaplar farklı düşünce yollarıyla gelebilir, kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir; ancak hepsi eşit değerdedir.
ıraksak düşünme, mevcut bilgiden çoklu veya alternatif cevaplar üretmeyi içermektedir. farklı yaklaşımlar denemeyi, uzak kavramlar arasındaki bağlantıları tanımayı, bilgileri alışılmadık formlara dönüştürmeyi gerektirmektedir. aynı soruya verilen cevaplar farklı düşünce yollarıyla gelebilir, kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir; ancak hepsi eşit değerdedir.
devamını gör...
50m2
burak aksak tarafından 2016 yılında trt için hazırlanan ve sonradan netflix için tekrar düzenlenen 8 bölümlük dizidir.
izlemeyi an itibariyle bitirdim. selçuk aydemir burak aksak ikilisi temiz güzel bir iş ortaya çıkarmışlar.
ben izlerken keyif aldım iyi bir hikâye iyi bir mahallenin içinde buldum kendimi özellikle mahallede bulunan iki ihtiyar beni gayet güldürüp mutlu etti.
özellikle dizinin izleyiciyi merak ettirme kaygısı yer yer hoşuma gitse de yer yer tadımı çok kaçırdı.
kimliksiz bir insan olmak bir insanın kendini araması çok iyi yansıtılmıştı o yüzden bence izlemeye değer bir iş olmuş.
sevmediğim çok fazla kısım vardı şu türk işi klişeleri bir kenara bırakmamız gerekiyor izlerken bir arkadaşımla izleme fırsatı buldum ve olacakları önceden tahmin etmek beni çok üzdü bırakalım şu klişe olayları artık izleyiciyi şaşırtmak gerekiyor.
bir sürü kabullenemeyeceğimiz basit olaylar oluyor ve izleyenin morali bozuluyor izleyici abi olmamış deyince de bir kesim çıkıp “abi absürt işte ya” diyor.
sene 2021 oldu neden ben hala kesin ölmez lan bu diyorum veya silahta mermi yok diyorum.
veya bir oda dolusu silahı neden aptal bir güvenlik korumaya çalışıyor.
ayrıca aybüke pusat kötü bir oyunculuk performansı sergilemiş bir numarası yoktu derler ya aynen öyle oynamış.
dizi öyle bir yerde bitti ki merakla bekliyorum kim bekleyecek şimdi o kadar ayıp. o son sahneden bir ölüm çıkmazsa ben diziyi izlemeyi bırakırım yemin ederim.
sevmediğim kısımlar dışında güzel bir diziydi “eh işte” bir iş olmuş.
abi millet la case de papel yapıyor biz anca 50m2 diyen tiplerden değilseniz bir şans vermelisiniz.
izlemeyi an itibariyle bitirdim. selçuk aydemir burak aksak ikilisi temiz güzel bir iş ortaya çıkarmışlar.
ben izlerken keyif aldım iyi bir hikâye iyi bir mahallenin içinde buldum kendimi özellikle mahallede bulunan iki ihtiyar beni gayet güldürüp mutlu etti.
özellikle dizinin izleyiciyi merak ettirme kaygısı yer yer hoşuma gitse de yer yer tadımı çok kaçırdı.
kimliksiz bir insan olmak bir insanın kendini araması çok iyi yansıtılmıştı o yüzden bence izlemeye değer bir iş olmuş.
sevmediğim çok fazla kısım vardı şu türk işi klişeleri bir kenara bırakmamız gerekiyor izlerken bir arkadaşımla izleme fırsatı buldum ve olacakları önceden tahmin etmek beni çok üzdü bırakalım şu klişe olayları artık izleyiciyi şaşırtmak gerekiyor.
bir sürü kabullenemeyeceğimiz basit olaylar oluyor ve izleyenin morali bozuluyor izleyici abi olmamış deyince de bir kesim çıkıp “abi absürt işte ya” diyor.
sene 2021 oldu neden ben hala kesin ölmez lan bu diyorum veya silahta mermi yok diyorum.
veya bir oda dolusu silahı neden aptal bir güvenlik korumaya çalışıyor.
ayrıca aybüke pusat kötü bir oyunculuk performansı sergilemiş bir numarası yoktu derler ya aynen öyle oynamış.
dizi öyle bir yerde bitti ki merakla bekliyorum kim bekleyecek şimdi o kadar ayıp. o son sahneden bir ölüm çıkmazsa ben diziyi izlemeyi bırakırım yemin ederim.
sevmediğim kısımlar dışında güzel bir diziydi “eh işte” bir iş olmuş.
abi millet la case de papel yapıyor biz anca 50m2 diyen tiplerden değilseniz bir şans vermelisiniz.
devamını gör...
sözlükte doğum günü kutlamak
birilerinin doğum günü kutlanmamış belli, misafirin huysuz çocuğu gibi kötülüyorlar çünkü. *
ama bu tip ortamlarda insanları neden rahatsız ettiğini cidden anlamadığım eylem. bazıları buna çok öfkeli zira. birbirlerini tanımayan insanlar, burda bir şekilde yakın hissettikleri kişilerin doğum gününü kutluyor. kötü bir şey mi bu alfonso? gün içinde güzel şeyler yazılması, doğum günü olan kişinin hatırlanması kötü bir şey mi gabriela?
hülasa sözlükte doğum günü kutlamak sözlükteki ıccacık ayle ortamını güşlendirir.
ama bu tip ortamlarda insanları neden rahatsız ettiğini cidden anlamadığım eylem. bazıları buna çok öfkeli zira. birbirlerini tanımayan insanlar, burda bir şekilde yakın hissettikleri kişilerin doğum gününü kutluyor. kötü bir şey mi bu alfonso? gün içinde güzel şeyler yazılması, doğum günü olan kişinin hatırlanması kötü bir şey mi gabriela?
hülasa sözlükte doğum günü kutlamak sözlükteki ıccacık ayle ortamını güşlendirir.
devamını gör...
kötü evliliklerin iyi yanları
pollyanna açısından bakıp bulabileceğimiz yanlardır.
mesela bir evlilik ne kadar kötüyse boşanma o kadar mutlu eder.
mesela bir evlilik ne kadar kötüyse boşanma o kadar mutlu eder.
devamını gör...
cumhurbaşkanı erdoğan'ın halktan helallik istemesi
silivri soğuk, içimden cevap veriyorum.
devamını gör...
random gülmek
en sevdiğim gülme şekli. zaman zaman hahaha şeklinde gülsem de bir türlü kopamadım.
devamını gör...
ilk buluşmaya 1 kilo tereyağı ile gelen kız
ilginç başlangış seven biridir.
benim zamanında anten kablosu ile gelmişti biri.
yuh dedim, bu nasıl biri diye.
baya ilgimi çekti, baya hayatıma girdi.
sonrası mutlu son. daha sonrası, mutlu sonun sonu.
benim zamanında anten kablosu ile gelmişti biri.
yuh dedim, bu nasıl biri diye.
baya ilgimi çekti, baya hayatıma girdi.
sonrası mutlu son. daha sonrası, mutlu sonun sonu.
devamını gör...
suriyeli sığınmacıları zorla geri göndermeyeceğiz
yemin ederim 2023 seçimlerine kadar bütün hazırlıklarımı tamamlayıp seçime 2 gün kala biletimi aldıktan sonra seçim günü oyunu ampule basarak aynı günün akşamı uçakla ülkeyi terk edicem; o duruma geldim.
t: delirmelik kk beyanı. politikacı her zaman politikacıdır; güvenmeyin.
edit: #1370348 bu öneri mantıklı bence. zaten başka çare de yok gibi. bunları göndermek için kıçlarını oturdukları yerden spatulayla kazımak gerekecek bir de; öyle bir yapıştılar. yunanistan sınırına dev mancınıklar kurabiliriz mesela kjkgjffhhchg.
ama tabii ingiltere'ye kara sınırımız olsa daha güzel olabilirdi.* tabii onlardan önce afganları göndermek lazım; hem de acilen.
edit 2: bu leş kargalarının düzgün ve barışçıl yöntemlerle gidebileceğine inanan pollyannalar görmekteyiz. adamlar çoğuna vatandaşlık vermeye başladı bile siz hiç merak etmeyin. böyle bir oy potansiyelini hangi politikacı kaçırmak ister ki sonuçta... swh
t: delirmelik kk beyanı. politikacı her zaman politikacıdır; güvenmeyin.
edit: #1370348 bu öneri mantıklı bence. zaten başka çare de yok gibi. bunları göndermek için kıçlarını oturdukları yerden spatulayla kazımak gerekecek bir de; öyle bir yapıştılar. yunanistan sınırına dev mancınıklar kurabiliriz mesela kjkgjffhhchg.
ama tabii ingiltere'ye kara sınırımız olsa daha güzel olabilirdi.* tabii onlardan önce afganları göndermek lazım; hem de acilen.
edit 2: bu leş kargalarının düzgün ve barışçıl yöntemlerle gidebileceğine inanan pollyannalar görmekteyiz. adamlar çoğuna vatandaşlık vermeye başladı bile siz hiç merak etmeyin. böyle bir oy potansiyelini hangi politikacı kaçırmak ister ki sonuçta... swh
devamını gör...
serkan ertem
şuan elimde 'azazel' adlı kitabı bulunan yazar. bir kitabı okumadan önce onu yazan kişiyi tanımak isterim. daha sonra kitabını okuyup karakterlerini daha iyi analiz eder hikayeyi daha iyi anlayabilirim.
gelelim serkan ertem kimdir sorusuna.
serkan ertem 1974, kayseri doğumludur. yazarlığa ilk küçük yaşlarda, küçük hikayelerle başlamış ve daha sonra hikayelerini geliştirerek bir çok kitap yayınlamıştır. sabit bir tarzı olmayan yazar bir çok farklı konuda kitap çıkarmıştır.
çocuklar için hikaye setleri, tarihi savaşlar, polisiye ve korku gerilim alanlarında kitapları basılmıştır.
yazar aynı zamanda koçluk ve eğitmenlik eğitimleri ve sertifikaları sahibidir. uluslararası 'ce' statüsünde eğitimler vermektedir.
en çok ilgi gören eserlerinden 'azazel' serisinin kurgu aşaması 5 yıl sürmüştür.
serinin ilk iki kitabı yayınlandı. üçüncü ve final kitabının yazım süreci devam ediyor.
(benim de hâlâ heyecanla finalini beklediğim kitap)
sizlere bir kaç kitabını önermek isterim:
en başta tabi ki benim favorim olan
1. azazel - iman hasadı
2. azazel - istila
3. sessiz anzaklar
4. mülteci
gelelim serkan ertem kimdir sorusuna.
serkan ertem 1974, kayseri doğumludur. yazarlığa ilk küçük yaşlarda, küçük hikayelerle başlamış ve daha sonra hikayelerini geliştirerek bir çok kitap yayınlamıştır. sabit bir tarzı olmayan yazar bir çok farklı konuda kitap çıkarmıştır.
çocuklar için hikaye setleri, tarihi savaşlar, polisiye ve korku gerilim alanlarında kitapları basılmıştır.
yazar aynı zamanda koçluk ve eğitmenlik eğitimleri ve sertifikaları sahibidir. uluslararası 'ce' statüsünde eğitimler vermektedir.
en çok ilgi gören eserlerinden 'azazel' serisinin kurgu aşaması 5 yıl sürmüştür.
serinin ilk iki kitabı yayınlandı. üçüncü ve final kitabının yazım süreci devam ediyor.
(benim de hâlâ heyecanla finalini beklediğim kitap)
sizlere bir kaç kitabını önermek isterim:
en başta tabi ki benim favorim olan
1. azazel - iman hasadı
2. azazel - istila
3. sessiz anzaklar
4. mülteci
devamını gör...
capernaum
ortadoğu'da çocuk olmanın, daha doğrusu olamamanın ne demek olduğunu tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren bir film. zain al rafeea'nın oyunculuğu mükemmeldi, hem de hiç oyunculuk eğitimi almadığı halde. çünkü o ortadoğu'da yaşamaya çalışan çocuklardan biriydi, duygularını bu kadar kusursuz aktarmasının tek nedeni gerçeklikti.
--- alıntı ---
anne ve babamdan şikayetçiyim,
beni dünyaya getirdikleri için.
--- alıntı ---
anne ve babamdan şikayetçiyim,
beni dünyaya getirdikleri için.
devamını gör...
bir kedi bir adam bir ölüm
2001 yılında remzi kitapevi'nden çıkan ömer zülfü livaneli kitabı. aynı yıl yunus nadi roman ödülünü almış.
kitabın kurgulanışı benim daha önce rastlamadığım bir biçimde tasarlanmış. önsözünde yazarın kitabın bazı bölümlerini yeniden yazdığını anlattığı bir yer var. yaptığım çıkarım farklı bulduğum kurgulanış eklemesi olduğuydu. aynı hikayeyi bir yaşayandan bir de yaşayanı dinleyen yazardan sunuluyor hikaye okuyucuya. dışarıdan ve içeriden olayların nasıl göründüğünü net bir şekilde okuyucuya gösteriyor bu özellik.
ben yazarın okuduğum iki romanına göre bu kitabı çok daha sevdim. sevdim dediysem de yazarı kendi yazdıkları içinde sevdim. fakat yukarıda bahsettiğim kısım bana çok farklı bir okuma deneyimi sunduğu için başarılı ve tavsiye edebileceğim bir nitelikte. beni livaneli kitaplarında asıl rahatsız eden ise geçmişte yaşanmış şeylerin anlatılana kadar laf kalabağı içermesi. (bkz: serenad) bu kitapta ise asıl anlatılana ulaşma arzusu hissetmedim. hikaye yaşanmış bitmiş değil devam ediyordu, geçmişten gelen izler geleceğide belirleyecekti çünkü, bitip tükenmiş bir hikaye değildi anlatılan. akıp giden devam eden bir hikaye idi.
benim gibi sevmemiş ama yeniden livaneli'ye şans tanımak isteyenlere, kurgulanışı ve yazımı konusunda farklı bir deneyim yaşamak isteyenlere akıcı, sürükleyici bu kitabı tavsiye ederim naçizane.
kitabın kurgulanışı benim daha önce rastlamadığım bir biçimde tasarlanmış. önsözünde yazarın kitabın bazı bölümlerini yeniden yazdığını anlattığı bir yer var. yaptığım çıkarım farklı bulduğum kurgulanış eklemesi olduğuydu. aynı hikayeyi bir yaşayandan bir de yaşayanı dinleyen yazardan sunuluyor hikaye okuyucuya. dışarıdan ve içeriden olayların nasıl göründüğünü net bir şekilde okuyucuya gösteriyor bu özellik.
ben yazarın okuduğum iki romanına göre bu kitabı çok daha sevdim. sevdim dediysem de yazarı kendi yazdıkları içinde sevdim. fakat yukarıda bahsettiğim kısım bana çok farklı bir okuma deneyimi sunduğu için başarılı ve tavsiye edebileceğim bir nitelikte. beni livaneli kitaplarında asıl rahatsız eden ise geçmişte yaşanmış şeylerin anlatılana kadar laf kalabağı içermesi. (bkz: serenad) bu kitapta ise asıl anlatılana ulaşma arzusu hissetmedim. hikaye yaşanmış bitmiş değil devam ediyordu, geçmişten gelen izler geleceğide belirleyecekti çünkü, bitip tükenmiş bir hikaye değildi anlatılan. akıp giden devam eden bir hikaye idi.
benim gibi sevmemiş ama yeniden livaneli'ye şans tanımak isteyenlere, kurgulanışı ve yazımı konusunda farklı bir deneyim yaşamak isteyenlere akıcı, sürükleyici bu kitabı tavsiye ederim naçizane.
devamını gör...
maus
orijinal dilinde: maus: a survivor's tale. bir art spiegelman çizgi romanı aynı zamanda pulitzer ödülü almış ilk ve tek çizgi roman.
kitap, art spiegelman'ın, yahudi bir polonyalı olan babasının ghettolardan auschwitz'e, oradan da amerika'ya kadar uzanan hikayesini baştan sona dinlemek ve bu hikayeyi bir grafik roman haline getirmek için vlodek'i (babası) ziyareti ile başlıyor. buradan sonra paralel iki hikaye akıyor kitapta: vlodek'in anıları ve art-vlodek ilişkisi. kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde (my faher bleeds history-babam tarih kanıyor) vlodek'in yaşadıkları ve düşünceleri daha ağır basarken ikinci bölümde (and here my troubles began-ve dertlerim burada başladı) bu denge artie yönüne kayıyor.
ilk elinize aldığınızda konusunun, artık defalarca işlenmesinden mütevellit, klişeleşmiş bir ''yahudiler melek, almanlar kaka'' sloganı etrafında şekillendiğini zannedebilirsiniz (ben de böyle bir beklentiyle açmıştım ilk sayfayı). fakat okudukça zihninizde şekillenen şey de öyle olmuyor.
peki kitap holocaust üzerinden duygu yüklemesi yapmıyorsa ne yapmayı amaçlamış olabilir ki? işte bu sorunun cevabını bence yazar vlodek'in ağzından şöyle veriyor:
--! spoiler !--
vlodek: evet, hayat hep hayatın tarafını tutar, kurbanlar da bir şekilde suçlanır. ama ne hayatta kalanlar en iyileriydi, ne de en iyiler öldü, tamamen tesadüf. aah ah. şimdi senin kitabından söz etmiyorum ama soykırım hakkında ne kadar kitap yayınlandı, bir bak. ne işe yaradı? insanlar değişmedi ki... belki de yeni ve daha büyük bir soykırım istiyorlar.her neyse, ölenler hikayenin kendilerine ait yüzünü hiç anlatamayacak, onun için artık hiç hikaye olmaması belki de daha iyi. evet, samuel beckett bir keresinde ''her kelime yalnızlık ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibidir'' demiş.
art: tezat bu ya, bunu da söylemiş işte.
--! spoiler !--
yazar kitapta 4. duvarı kendisi için defalarca yıkıyor, hatta bir bölümünde doğrudan kendisini (bir fare maskesiyle) bu kitabı çizerken gösteriyor ve birkaç monolog yazıyor:
vladek 1944 ilkbaharında, auscwitz'de tenekeci olarak çalışmaya başladı... ben de bu sayfaya 1987 şubat'ının sonunda başladım...
...
8 yıllık bir çalışmadan sonra, maus'un birinci bölümü eylül 1988'de yayımlandı. hem eleştiri, hem de ticaret alanında başarıyla...
kitapla ilgili şöyle bir detay daha var, hiçbir karakter insan olarak çizilmemiş: yahudiler fare, almanlar kedi, amerikanlılar köpek, polonyalılar domuz, fransızlar kurbağa, isveçliler geyik, çingeneler güve olarak tasvir edilmiş. bu seçimler elbette rastgele seçimler değiller. peki neden hayvanlar? bu sorunun cevabını kitabın ilk kısmının başlangıcında yazar bize hitler'in şu sözüyle veriyor: yahudiler bir ırk kuşkusuz,ama insan değiller. peki neden fare? bu seçimin de rastgele olmadığını kitabın ilk kısımlarında bir gazete kupüründe yazan şu yazıyla veriyor bize spiegelman: mikki fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman… her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular, hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının, bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın en ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır… yahudilerin insanlara kaba saldırısına son ! kahrolsun mikki fare! gamalı haç takın!
kitabın anlattığı/anlatmak istediği konusuna geri dönecek olursak burada söylenecek birkaç şey daha var diye düşünüyorum. kitabın üzerinde durduğu temel şey yahudi soykırımı perspektifinden yola çıkarak genel olarak ırkçılık. bunun ipuçları hem kitabın gidişatında hem de diyaloglarında çokça veriliyor. birkaç örnek:
--! spoiler !--
kitabın bir noktasında artie, karısı ve vlodek arabada gitmektedirler, arabayı süren françoise (artie'nin karısı) yoldan siyahi bir otostopçu almak ister. vlodek buna çok kızar, siyahi birinin hırsız olacağından asla arabaya almaması gerektiğinden bahseder. otostopçuyu alıp gitmek istediği yere bıraktıktan sonra şu diyalog yaşanır:
vlodek: şvartzer (bir tür aşağılama) arka koltuktaki yiyecekleri çalmasın diye gözümü ayıramadım.
françoise: ne! bu çok çirkin özellikle de sen, nasıl böyle ırkçı olabilirsin! siyahlardan tıpkı nazilerin yahudilerden söz ettikleri gibi bahsediyorsun!
vlodek: pöh! gerçekten bundan daha akıllı olduğunu sanırdım, françoise... yahudilerle şvartzerleri mukayese bile etmem!
françoise: genelleme yapıp siyahlar hırsızdır demeye nasıl cüret edersin? bu...
vlodek: kes artık, tamam mı? onları hiç tanımıyorsun... new york'a ilk geldiğimde bir çamaşır merkezinde çalışıyordum. daha önce bu zencileri hiç görmemiştim... ama her yerde şvartzer vardı, mallarımı bir saniyeliğine bile yere bıraksam, her şeyi yürütüyorlardı!
françoise: ama sen...
art: unut gitsin sevgilim... bu adam umutsuz vaka.
--! spoiler !--
kitapta benim için etkileyici olan bir başka nokta da anlatılmak/hissettirilmek istenen şeyin görsel bir anlatı yoluyla da okuyucuya ulaştırılmak istenmesi oldu. bu açıdan, okumak isteyenlere tavsiyem: görselleri mutlaka inceleyin, hepsinde olmasa da çoğunda hikayeye dair aydınlatıcı detaylar gizli.
daha fazlasını ve güzelini yazmak isterdim kitapla ilgili fakat burada yazılmışı var:)
(link: kahramanbaykus.com/nostalji...)
son olarak kitaptan birkaç alıntı:
--! spoiler !--
+hepimiz için buradan tek çıkış var... o da şu bacalardan geçiyor.
(abraham'ı bir daha hiç görmedim... sanırım bacadan çıkıp, gitti...)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
+tanrım yalvarırım, tanrım lütfen bir iple, ayağıma uyan bir ayakkabı bulmama yardım et!
(ama tanrı buraya girmiyordu. kendi başımıza bırakılmıştık.)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
vlodek: neden ağlıyorsun artie?
artie: b-ben düştüm arkadaşlarım da beni beklemeden g-gitti.
vlodek: arkadaş? arkadaşların mı? onları bir hafta boyunca aç, susuz bir odaya kapa da... işte o zaman bak bakalım... arkadaş neymiş?..
--! spoiler !--
kitap, art spiegelman'ın, yahudi bir polonyalı olan babasının ghettolardan auschwitz'e, oradan da amerika'ya kadar uzanan hikayesini baştan sona dinlemek ve bu hikayeyi bir grafik roman haline getirmek için vlodek'i (babası) ziyareti ile başlıyor. buradan sonra paralel iki hikaye akıyor kitapta: vlodek'in anıları ve art-vlodek ilişkisi. kitap iki bölümden oluşuyor, ilk bölümde (my faher bleeds history-babam tarih kanıyor) vlodek'in yaşadıkları ve düşünceleri daha ağır basarken ikinci bölümde (and here my troubles began-ve dertlerim burada başladı) bu denge artie yönüne kayıyor.
ilk elinize aldığınızda konusunun, artık defalarca işlenmesinden mütevellit, klişeleşmiş bir ''yahudiler melek, almanlar kaka'' sloganı etrafında şekillendiğini zannedebilirsiniz (ben de böyle bir beklentiyle açmıştım ilk sayfayı). fakat okudukça zihninizde şekillenen şey de öyle olmuyor.
peki kitap holocaust üzerinden duygu yüklemesi yapmıyorsa ne yapmayı amaçlamış olabilir ki? işte bu sorunun cevabını bence yazar vlodek'in ağzından şöyle veriyor:
--! spoiler !--
vlodek: evet, hayat hep hayatın tarafını tutar, kurbanlar da bir şekilde suçlanır. ama ne hayatta kalanlar en iyileriydi, ne de en iyiler öldü, tamamen tesadüf. aah ah. şimdi senin kitabından söz etmiyorum ama soykırım hakkında ne kadar kitap yayınlandı, bir bak. ne işe yaradı? insanlar değişmedi ki... belki de yeni ve daha büyük bir soykırım istiyorlar.her neyse, ölenler hikayenin kendilerine ait yüzünü hiç anlatamayacak, onun için artık hiç hikaye olmaması belki de daha iyi. evet, samuel beckett bir keresinde ''her kelime yalnızlık ve hiçlik üzerinde gereksiz bir leke gibidir'' demiş.
art: tezat bu ya, bunu da söylemiş işte.
--! spoiler !--
yazar kitapta 4. duvarı kendisi için defalarca yıkıyor, hatta bir bölümünde doğrudan kendisini (bir fare maskesiyle) bu kitabı çizerken gösteriyor ve birkaç monolog yazıyor:
vladek 1944 ilkbaharında, auscwitz'de tenekeci olarak çalışmaya başladı... ben de bu sayfaya 1987 şubat'ının sonunda başladım...
...
8 yıllık bir çalışmadan sonra, maus'un birinci bölümü eylül 1988'de yayımlandı. hem eleştiri, hem de ticaret alanında başarıyla...
kitapla ilgili şöyle bir detay daha var, hiçbir karakter insan olarak çizilmemiş: yahudiler fare, almanlar kedi, amerikanlılar köpek, polonyalılar domuz, fransızlar kurbağa, isveçliler geyik, çingeneler güve olarak tasvir edilmiş. bu seçimler elbette rastgele seçimler değiller. peki neden hayvanlar? bu sorunun cevabını kitabın ilk kısmının başlangıcında yazar bize hitler'in şu sözüyle veriyor: yahudiler bir ırk kuşkusuz,ama insan değiller. peki neden fare? bu seçimin de rastgele olmadığını kitabın ilk kısımlarında bir gazete kupüründe yazan şu yazıyla veriyor bize spiegelman: mikki fare şimdiye kadar yaratılmış en sefil kahraman… her bağımsız delikanlı ve her saygın gencin sahip olduğu sağlıklı duygular, hayvanlar dünyasının bu en büyük mikrop taşıyıcısının, bu pisliğe ve iğrençliğe bulanmış haşaratın en ideal hayvan tipi olamayacağını anlatır… yahudilerin insanlara kaba saldırısına son ! kahrolsun mikki fare! gamalı haç takın!
kitabın anlattığı/anlatmak istediği konusuna geri dönecek olursak burada söylenecek birkaç şey daha var diye düşünüyorum. kitabın üzerinde durduğu temel şey yahudi soykırımı perspektifinden yola çıkarak genel olarak ırkçılık. bunun ipuçları hem kitabın gidişatında hem de diyaloglarında çokça veriliyor. birkaç örnek:
--! spoiler !--
kitabın bir noktasında artie, karısı ve vlodek arabada gitmektedirler, arabayı süren françoise (artie'nin karısı) yoldan siyahi bir otostopçu almak ister. vlodek buna çok kızar, siyahi birinin hırsız olacağından asla arabaya almaması gerektiğinden bahseder. otostopçuyu alıp gitmek istediği yere bıraktıktan sonra şu diyalog yaşanır:
vlodek: şvartzer (bir tür aşağılama) arka koltuktaki yiyecekleri çalmasın diye gözümü ayıramadım.
françoise: ne! bu çok çirkin özellikle de sen, nasıl böyle ırkçı olabilirsin! siyahlardan tıpkı nazilerin yahudilerden söz ettikleri gibi bahsediyorsun!
vlodek: pöh! gerçekten bundan daha akıllı olduğunu sanırdım, françoise... yahudilerle şvartzerleri mukayese bile etmem!
françoise: genelleme yapıp siyahlar hırsızdır demeye nasıl cüret edersin? bu...
vlodek: kes artık, tamam mı? onları hiç tanımıyorsun... new york'a ilk geldiğimde bir çamaşır merkezinde çalışıyordum. daha önce bu zencileri hiç görmemiştim... ama her yerde şvartzer vardı, mallarımı bir saniyeliğine bile yere bıraksam, her şeyi yürütüyorlardı!
françoise: ama sen...
art: unut gitsin sevgilim... bu adam umutsuz vaka.
--! spoiler !--
kitapta benim için etkileyici olan bir başka nokta da anlatılmak/hissettirilmek istenen şeyin görsel bir anlatı yoluyla da okuyucuya ulaştırılmak istenmesi oldu. bu açıdan, okumak isteyenlere tavsiyem: görselleri mutlaka inceleyin, hepsinde olmasa da çoğunda hikayeye dair aydınlatıcı detaylar gizli.
daha fazlasını ve güzelini yazmak isterdim kitapla ilgili fakat burada yazılmışı var:)
(link: kahramanbaykus.com/nostalji...)
son olarak kitaptan birkaç alıntı:
--! spoiler !--
+hepimiz için buradan tek çıkış var... o da şu bacalardan geçiyor.
(abraham'ı bir daha hiç görmedim... sanırım bacadan çıkıp, gitti...)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
+tanrım yalvarırım, tanrım lütfen bir iple, ayağıma uyan bir ayakkabı bulmama yardım et!
(ama tanrı buraya girmiyordu. kendi başımıza bırakılmıştık.)
--! spoiler !--
--! spoiler !--
vlodek: neden ağlıyorsun artie?
artie: b-ben düştüm arkadaşlarım da beni beklemeden g-gitti.
vlodek: arkadaş? arkadaşların mı? onları bir hafta boyunca aç, susuz bir odaya kapa da... işte o zaman bak bakalım... arkadaş neymiş?..
--! spoiler !--
devamını gör...
#türkiyedinsizleşiyor
türkiye çirkinleşmesin, vahşileşmesin, vicdansızlaşmasın yeter.
devamını gör...
yeşil nickli yazarları beğenmiyoruz kampanyası
resmen nankör kedi, olum seni oralet fabrikasına müdür yaptık! bütün gün beleş kivi içip yeşil dille mask gibi dolanıyorsun fabrikada, kadın beyaz yakalara da yazılıyormuşsun, bu son damlaydı. doğru muhasebeye!
devamını gör...
havza
sözlükte "dağlarla ya da tepelerle sınırlanmış, suları aynı denize, göle ya da ırmağa akan bölge." anlamına gelen coğrafya terimidir.
devamını gör...
gabriel garcia marquez
"bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin"
"birlikte gülüyorsanız mutluluktur
birlikte ağlıyorsanız dostluktur
ama birlikte susuyorsanız, bu aşktır."
"benden nefret edenlerden nefret edecek vaktim yok. çünkü ben bana değer verenleri sevmekle meşgulüm."
bu adamın sevdiğim daha birçok sözü var. ayrıca kendisi nobel ödüllü bir yazardır. kırmızı pazartesi kitabı çok güzeldi sonunu bildiğiniz bir cinayetin oluşumu gerçekten çok iyi işlenmişti özellikle sondaki "beni vurdular hala" cümlesi beni ağlatmıştı. ama albay'a mektup yok kitabının sonunu beğenemedim çünkü bitmemişti yani çok muallakta bitti. horoza ne oldu, albay'ın mektubu ne oldu, ne yiyip ne içtiler, oğulları yaşıyor mu yani aklımda çok soru var o kitapla ilgili yine de kendisi çok sevdiğim yazarlardandır.
"birlikte gülüyorsanız mutluluktur
birlikte ağlıyorsanız dostluktur
ama birlikte susuyorsanız, bu aşktır."
"benden nefret edenlerden nefret edecek vaktim yok. çünkü ben bana değer verenleri sevmekle meşgulüm."
bu adamın sevdiğim daha birçok sözü var. ayrıca kendisi nobel ödüllü bir yazardır. kırmızı pazartesi kitabı çok güzeldi sonunu bildiğiniz bir cinayetin oluşumu gerçekten çok iyi işlenmişti özellikle sondaki "beni vurdular hala" cümlesi beni ağlatmıştı. ama albay'a mektup yok kitabının sonunu beğenemedim çünkü bitmemişti yani çok muallakta bitti. horoza ne oldu, albay'ın mektubu ne oldu, ne yiyip ne içtiler, oğulları yaşıyor mu yani aklımda çok soru var o kitapla ilgili yine de kendisi çok sevdiğim yazarlardandır.
devamını gör...
mgla
aslen 2000 yılında kurulup ilk çalışmasını deathspell omega'nın da içinde bulunduğu crushing the holy trinity split albümüne dahil olarak yapmış polonyalı black metal grubu. isimleri mgła şeklinde yazılır, "mugwa" gibi bir okunuşu var. şarkılarının isimlerini albümdeki sırasına göre veriyorlar, yani mesela with hearts toward none albümünün 4. şarkısının ismi "with hearts toward none iv" gibi.
grupta iki kişi var. birisi m. diğeri de darkside takma adını kullanıyor. davulları darkside'a geri kalan tüm enstrümanlar da m.'e ait. aynı elemanların (bkz: kriegsmaschine) adında başka bir grubu daha var.
müziklerinde, sözlerinde, albüm kapaklarında ve hatta konserlerindeki giyimlerinde bile (siyah kıyafetler giyinip yüzlerinin tamamını kapatan siyah maskeler takıyorlar, sebebi rock müziğe hakim olan rockstar tiplemesini aşıp insanların tamamen müziğe ve fikirlerine odaklanmasını sağlamakmış gruba göre) nihilist bir hava hakim.
ilk albümleri groza'yı çıkarmadan önce presence, mdlosci ve further down the nest adında 3 ep çıkarttılar ama bunlardan önce çıkarttıkları necrotic adında bir demoları da var.
melodik sayılabilecek bir müzik yapıyorlar ama melodik derken cıvık melodik death metal gruplarına benzer bir melodiklikten bahsetmiyorum, daha karamsar bir melodi anlayışları var.
davulcularının rolü devasa. adam o kadar yetenekli ki şarkıları normalde olacaklarından apayrı bir hale sokuyor. zil kullanımı aşırı başarılı. zaten davulculuktan önce de ksilofon çalıyormuş.
tabii davulcularını överken m.'i de boş geçmemek lazım çünkü çok sağlam bir gitar işçiliği var ve yazdığı lirikler de mükemmel. cidden bu grubu sözlerine dikkat etmeden dinlemek büyük bir hata olur.
en sevdiğim albümleri with hearts toward none ama yaptıkları her şey çok iyi. exercises in futility albümleriyle büyük ses getirdiler, bunda prodüksiyonu o albümle daha temiz bir hale getirmiş olmalarının da etkisi olabilir ama cidden çok da kaliteli albümdür.
grupta iki kişi var. birisi m. diğeri de darkside takma adını kullanıyor. davulları darkside'a geri kalan tüm enstrümanlar da m.'e ait. aynı elemanların (bkz: kriegsmaschine) adında başka bir grubu daha var.
müziklerinde, sözlerinde, albüm kapaklarında ve hatta konserlerindeki giyimlerinde bile (siyah kıyafetler giyinip yüzlerinin tamamını kapatan siyah maskeler takıyorlar, sebebi rock müziğe hakim olan rockstar tiplemesini aşıp insanların tamamen müziğe ve fikirlerine odaklanmasını sağlamakmış gruba göre) nihilist bir hava hakim.
ilk albümleri groza'yı çıkarmadan önce presence, mdlosci ve further down the nest adında 3 ep çıkarttılar ama bunlardan önce çıkarttıkları necrotic adında bir demoları da var.
melodik sayılabilecek bir müzik yapıyorlar ama melodik derken cıvık melodik death metal gruplarına benzer bir melodiklikten bahsetmiyorum, daha karamsar bir melodi anlayışları var.
davulcularının rolü devasa. adam o kadar yetenekli ki şarkıları normalde olacaklarından apayrı bir hale sokuyor. zil kullanımı aşırı başarılı. zaten davulculuktan önce de ksilofon çalıyormuş.
tabii davulcularını överken m.'i de boş geçmemek lazım çünkü çok sağlam bir gitar işçiliği var ve yazdığı lirikler de mükemmel. cidden bu grubu sözlerine dikkat etmeden dinlemek büyük bir hata olur.
en sevdiğim albümleri with hearts toward none ama yaptıkları her şey çok iyi. exercises in futility albümleriyle büyük ses getirdiler, bunda prodüksiyonu o albümle daha temiz bir hale getirmiş olmalarının da etkisi olabilir ama cidden çok da kaliteli albümdür.
devamını gör...