yeter isminde bir arkadaşım var. daha saçmasını duymadım. bir insan çocuğuna neden yeter ismini koyar. ne anlatmak istiyorsun. yeterse yapma kondom kullan. çocuğun günahı ne.*
devamını gör...

aşırı güzel hitap şekli.
devamını gör...

''evinizde çocuklar televizyonun karşısına dizilmiş oturuyorlar. karşınızda reklamlara çıkan çocukların elinde çikolatalar, püskevitler birbirlerine ikram ediyorlar birbirleri ile yiyorlar şakalaşıyorlar o çocuk aklında geçiriyor benimde bir çikilotam olsa benimde bir püskevitim olsa diyor anne bana niye almıyorsunuz diyor, bizde niye yok diyor''
-devlet bahçeli
devamını gör...

sözlük hakkındaki onlarca tespitten sadece biri.

buradaki bazı insanların bir türlü anlamak istemediği bir şey var gördüğüm kadarıyla. ben ve benim gibi düşünen insanlar "burada asla eğlence olmasın" kafasında değiller. her şeyin ölçülü ve dengeli olanı güzeldir. fakat eğlenceden anladığımız şeyler arasındaki fark sıkıntı çıkarıyor. sevgili ateist kaplumbağa'nın kafa sözlük haber ajansı başlığını hatırlarsınız. işte bu tür başlıklar insanları eğlendiriyor ve arkalarında belirli bir emek var. kimsenin de bu tür başlıklardan şikayetçi olmadığını tahmin ediyorum. fakat iş "okuduğun kitabın adını pet şişeye uyarla" ya da "içinde sevdiğin yemeğin geçtiği bir cümle kur" gibi üzerinde düşünülmemiş, akla gelir gelmez burada hemen açılmış başlıklara geldiğinde işin rengi biraz değişiyor. hepiniz biliyorsunuz bu tür başlıklara sırf yazmış olmak için yazıldığını ve kimsenin de doğru dürüst okumadığını yazılanları. kaba tabirle "birbirimizi yemeyelim"!

"okuma, engelle" diyeceksiniz kolay yoldan. mesele benim engellemem değil. burada x kişinin açtığı güzel bir başlık ışık hızıyla yok oluyorsa ve o türden başlıkları okumak isteyen onlarca/yüzlerce insan varsa, bu insanların hepsinin tek tek aynı başlıkları engellemesi gerekir ki, bahsi geçen o başlık ortadan kaybolup gitmesin. fakat burada kendince bazı prensipleri gereği hiçbir insanı ve başlığı engellemeyen insanlar var. bu insanların sol frame'inde ne görüneceğini, ben kendi sol frame'imi düzenleyerek ayarlayamam. toplu bir hareket olmadığı sürece başlık engellemenin, kişinin kendisinden başka kimseye bir yararı yok. dolayısıyla ben yarım sayfa bilgi
girip o tanımı insanlar görsün, ihtiyacı olan varsa okusun ve faydalansın diye beklersem daha çok beklerim "engelle" mantığına göre hareket edersem.

***

"çözüm olarak ne öneriyorsun o zaman?" diyeceksiniz. hiçbir şey öneremiyorum çünkü önerilerimiz diğer yazarlar tarafından dikkate alınmıyor zaten. dile dolanmış 2 adet savunma var:
1- formata uygun olduğu sürece her istediğimi yapabilirim.
2- bilgi istesem bilmem hangi mecraya giderim.

işte bu savunmaların sonucu açılıyor bu sözlükle ilgili şikayet başlıkları.

öncelikle, formata uygunluk tek başına kriter değil, olmamalı. neden bazılarınızın başlıkları siliniyor? çünkü formata uygun ama içerik olarak insanların değer verdiği bazı şeyleri itin bir tarafına sokmaya yönelik. arayıp bulamıyorsunuz o başlığı açmanıza engel olan format kuralını, sonra da "ben formata uygun başlık açmıştım/tanım girmiştim, bunu silmeye yönelik bir kural yok ama sildiler" diyorsunuz. siliyorlar çünkü bazı spesifik konularla ilgili yazılar, kurallarda geçmese de, silinmek için inisiyatif gerektiriyor. buradan da anlıyoruz ki bir şeyi yapmak için "formata uyuyorum ben" demek tek başına yeterli değil. eğlence başlıkları da buna dahil, diğer başlıklar da... mesela "ben bilgi veriyorum" diyerek yalan yanlış şeyler yazıyorsanız, bunun tespiti durumunda bunlar da silinir ya da düzeltmeniz istenir yazdıklarınızı.

"bilgi istesem şuraya giderim" konusuna gelince... aynı mantıkla biz de karikatür istesek bir karikatüristin instagram sayfasına, sürekli goygoy istesek twitter'a, sanaldan tanışacağımız kişilerle seks yapmak istesek tinder'a gideriz, öyle değil mi? bu şekilde düşünürsek sözlüğün kapısına da kilidi vurmak gerekir çünkü burada yapılan, yazılan her şeyin muadili var ve isteyen gidip hepsini başka ortamlarda da okuyabilir. burada sıkıntımız bilgi yazılması da değil, eğlenilmesi de değil. bunlar arasındaki dengesizlik bizim sıkıntımız. bilgi içeriği isteyenleri "sürekli bilgi mi olurmuş?" diyerek faşistlikle suçlayanların aynı şeyi eğlence lehine yaptığını görmek de işin ironik, hatta belki biraz da trajikomik boyutu.

sonuç olarak, kendi adıma, ben sözlükte eğlence de istiyorum ama birçoğumuz gibi, bunun kaliteli olmasını istemek de hakkım sanırım. bu talebin bu kadar küçümsenmeye ya da kınanmaya çalışılması da hoş değil. yarınlar yokmuşçasına başlık açıp kendi kendine çılgınca eğlenen kişiler bunu yaparken "hak", bundan bunalıp "tamam da biraz da kaliteye mi önem verseniz acaba?" deyince "sıktınız artık!..."

böyle çifte standart olmaz.

***

sonuç ne? benim açımdan bir sonuç yok. iki taraf da kendi düşüncesini doğru bulduğu için burada değişen bir şey olmaz. buraya kadar yazdıklarım bir çeşit sesli düşünme ve içini dökme gibi algılanabilir. herkes ayrı telden devam...
devamını gör...

biliyorum, yanlış yoldayım ama yol nasıl güzel bir bilsen.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mahlasıma yakışık olarak sevdiğim bir sahne:
ballade no. 1 in g minor, op. 23:

devamını gör...

aaa baba sen mi açtın bu başlığı... her sene istanbul'un köylerinde birinde olan köyümüze /yazlığa gidiyoruz ve artık çok sıkıldık. dedik ki bu yaz başka yere gidelim, resmen tatil planlamasını unutmuşuz. tek gitsem neyse, aile olunca işin içinde kocaman bir sorun olmaya başlıyo. bize tatil planlamasını unutturan babamcıma buradan selam olsun. *
devamını gör...

zamanın evi

bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. burada herkes birbirini kovalıyor. benim önümde kimse yok. koşuyorum…

soğuk adeta vücuduma yapışmıştı. yarı donmuş parmaklarımla evimin kapısını açmaya çalışırken, bir yandan da en kısa zamanda eve girip sırtımı en yakın kalorifer peteğine dayamanın hayalini kuruyordum. bir iki denemeden sonra kapıyı açmayı başardım. içeriye girmemle evimin sıcaklığının beni olanca içtenliği ile kucaklaması bir oldu. donmaktan kurtulmuştum. felsefi sorgulamalara girecek durumda olmasam da düşünmeden edemedim. zamane insanın kahramanlıkları ne kadar yüzeysel, tehlikesiz ve bencilceydi.

donmaktan kurtulmak bana bir an için büyük bir başarı gibi gelmişti ama aslında ortada böyle kahramanlığa dair bir savaşım yoktu, bir insanın bedeni bundan katbekat soğuklara dayanabilirdi, kaldı ki evin kapısındaydım ve 5 dakika önce dolmuştan inmiştim. yani en ufak bir tehlike yoktu, dahası; tersi bir durum söz konusu olsaydı bile buna kahramanlık diyemezdik çünkü kurtaran ve kurtarılan aynı kişi olacaktı. bu durumda söylenecek pek bir şey yoktu. paltomu sırtımdan sıyırıp oturma odama doğru yürümeye başladım. gözlerim her zamanki gibi evin alışılmış köşelerinde dolaştı içgüdüsel bir şekilde. ama sanki bir ara, çok kısa bir zaman diliminde gözlerimin ev içindeki yolculuğu kesintiye uğradı. bir şey eksikti. evde olması gereken, her zaman orda olan eşyalardan biri kayıptı. önce ısınıp, bir çay suyu koyup, sonra da bu konuyu çözmeye karar verdim. evimdeki eksikliği giderecektim. ve bugün ikinci kez kendimin kahramanı olacaktım. zamane insanı işte!

çay suyu ocağın üzerinde kendi kendine kaynarken, ben de hem koltuk hem de yatak olarak kullandığım ziyadesiyle fonksiyonel kanepenin üzerine oturdum ve insiyaki bir hareketle bir sigara yaktım. duman içime dolduğunda zihnim canlanmaya başlamış, bedenimdeki soğuk kaynaklı uyuşukluk yerine nikotin kaynaklı bir rahatlamaya bırakmıştı bile. televizyonu açmadım, bir kitap alıp okumaya karar verdim ama kendimi hayal dünyasına kaptıramayacak kadar yorgun ve isteksiz hissediyordum. televizyonu açmaya ve haberleri seyretmeye niyetlendim. haber saatinin gelip gelmediğini anlamak için saatime baktığımda saatimin kolumda olmadığını gördüm. duvara baktım, orda olması gereken duvar saatim de sırra kadem basmıştı. içeri girdiğim anda hissettiğim eksiklik buydu. evdeki saatlerin tümü, yelkovanlarını, akreplerini, üzerlerindeki sayıları, dakikaları, saniyeleri de almış ve gitmişlerdi.

o anda aklıma gelen saatler ortadan kaybolduğunda, her şeylerini alıp evi terk ettiklerinde, ev içinde süregitmesi gereken zamanın devam edip etmeyeceği oldu. mutfağa gittim ve kaynayan suyun bir fotoğraf karesi gibi donmuş olduğunu gördüm, sigaramın ucundaki duman asılı kalmıştı öylece. hiçbir şey hareket etmiyordu, yalnız ben, bu devinimsizliğe mahkûm edilmiş evde dilediğim gibi davranmakta özgür bırakılmış gibiydim. ama zamansız bırakılmış olmak nasıl bir özgürlük olabilirdi? kendimi, yıllarca bir kafesin içinde yaşamış ve bir anda kafesin olmadığını fark etmiş zavallı, çaresiz bir muhabbet kuşu gibi hissediyordum. yıllarca zaman ve mekân duvarları arasına kısılmış yaşayan bir insanın bu duvarlardan birinden yoksun bırakılması nasıl bir eksiklik yaratabilirdi? tahmin edemiyor, etmek bile istemiyordum. zamandan azade yaşamak ona daha fazla bağlanmaktan başka ne olabilirdi ki?

bu yoksunluk dolu özgürlük yanılsamasından kurtulmanın tek yolu vardı. saatlerimi bulmak. saatlerimi bulmak ve kendi kendine kulluk eden bir tanrı olmaktan kurtulmak. yoksa… yoksa kaybolup gitmem, mekâna sarılmış bir siluet olamam an meselesi idi.
fikir yürütmelerim beynime nefes alma fırsatı verdiğinde, bir yerlerden gelen tik takları duydum. sese doğru yürümeye başladım. nabız atışlarım saat seslerine uymuş, adımlarım ağırdan alıyordu. sesler, çıkış kapısına doğru yaklaştıkça hızlanıyor ve kuvvetleniyordu. ama çıkış kapısı yerinde değildi. yerinde ise dalgalanan, şeffaf, dumansı görüntüler vardı. cesaretimi toplayıp ayaklarımda, kapımın olması gereken yerde beni bekleyen hiçliğe doğru yürüdüm. içeriye adımımı attığımda yoğun bir tik tak sesi ve kesif bir yaşlılık kokusu karşıladı beni. yaşlılık kokusu; biraz küf, biraz limon kolonyası, ilaç, naftalin ve bolca toprak… ve sağır edici bir ses… zamanın kokusu ve sesi. insanların korkularının temel nedeni ölümün ayak seslerinin en yankılı, en gür duyulduğu yer burası olmalıydı. burası; zamanın evi…
kafamı ritmik hareketlerle sağa sola çevirip gözlerimin bu olağan dışı duruma alışmasına yardımcı olmaya çalıştım. burası tam bir saat cennetiydi ya da cehennemi ya da mezarlığı ya da hepsi birden. rolexlerin kendini beğenmişlikle etrafa saçılmalarına bozulan ve ellerinde köstekleriyle ortalıkta dolaşan serkisofflar en çok ses çıkaranlardı. swatchlarsa daha canlıydılar ve bir arada dolaşmaktan zevk alıyorlardı. casiolar savaştan yeni dönmüş kahraman edasıyla bir köşede ve saf düzeninde ağırbaşlılıkla, disiplin içinde bekleşiyorlardı. başka başka saatler de vardı ama ben isimlerini bilmiyordum. kimisi zengin kimisi orta halli… hepsi bir şeylerle meşgul…

benim saatlerim ise iki kardeş gibi sırtlarını birbirlerine dayamışlar, uyukluyorlardı. tik takları birbirine karışmış, akrepleri ve yelkovanları birbirlerine sarılmıştı. zamanın göstergesi olan nesnelerin derin bir uyku halinde olması kadar ilginç olan şey çıkardığım seslerden rahatsız olup uyandıklarında ve hafifçe esnedikten sonra bana dostça gülümsemeleriydi. duvar saatim yerinden doğruldu vücudunu da esnettikten sonra bana doğru yaklaşıp; “hoş geldin” dedi. halimi hatırımı sordu. bu hoş geldin seremonisinin bir an önce bitmesini istiyordum. merak ettiğim şeyler vardı ve artık beklemeye sabrım yoktu. kol saatim kendini zamansızlığın kollarında ama yine de zamanı içinde taşıyarak yeni bir uykuya daldı. rüya görüp görmediğini sormak istedimse de bu gözüme o kadar da önemli görünmedi.
duvar saatime sormam gerekenleri sordum. neler oluyor? zaman neden durdu? burada ne işiniz var? ya benim? beni oldukça rahatsız eden ve kendimi küçük bir çocuk gibi hissetmeme neden olan bir ağırbaşlılık ve bilgelikle beni takvim yaprağından yapılmış bir koltuğa oturttu. ve bir bir anlatmaya başladı.

zaman, artık dünyayı ve insanlığı terk etmeye karar vermişti. devrik bir kral olarak evine çekilmiş, maiyetini etrafına toplamış ve dünyayla hoş beşi kesmişti. “ alacak verecek kalmadı” demişti tüm saatlere. onlar da krallarına bazen baş kaldırsalar da çoğu zaman sadık oldukları için toplanıp bu eve, kendi evlerine yerleşmişlerdi. nedense bu durumu garipsememiştim. bana çok doğal geliyordu anlatılanlar.

zamanın durmaya karar vermesinin nedenine gelince. insanlar zamanı bir yarış aracı olarak kullanmaya başlamışlardı. her şeyi hızla yapıp saatlerinin içinde zamanlar biriktiriyorlardı. belli bir miktara ulaşınca da üzerlerindeki tozu silker gibi silkip atıyorlardı zamanı. kronometreler icat etmişlerdi hızlarını onaylatabilmek için. hızına yetişememeye başlamıştı zaman, insanlığın açlığının ve açgözlülüğünün. kum saatleri zaten tarih olmuştu çoktan, zamanı yavaşlattığı düşünüldüğü için sadece süs olarak kullanılıyorlardı ama kimse zamanın hızının sabit olduğunu hesaba katmıyordu.kimse zamanın biriktirilebilecek, sonra da boşa harcanabilecek bir şey olmadığının farkında değildi. ayrıca zamanın yarıdmcılarını, evin bir köşesinde güzel ve nostaljik bir görüntü aracı olarak kullanmanın zamana hakaret olacağını düşünemiyorlardı. zamanın da bir sabrının ve bir kırılma noktasının olduğu hesaba katılmalıydı. fark edemediler, düşünemediler ve hesaba katamadılar... kendileriyle o kadar meşgulüler ki zaman''a yaptıkları nankörlüğü anlayamadılar. bunun bir karşılığı olmalıydı. o kadar eli açık bir kral değildi artık zaman.insanların yararına sunduğu bütün nimetleri geri almaya bunun için de durmaya karar vermişti zaman ve ona engel olabilecek hiçbir güç yoktu, kendini her şeyin üzerinde sana insanlık birden enkaz altında kalmıştı böylelikle ve bu bir intikamdı.

bu kadar hızlı bir anlatımdan sonra saat biraz soluklanmak için sözlerine ara verdi. pillerinin zayıflamaya başladığını ve ancak son soruma yanıt verebilecek kadar süresi kaldığını söyledi. sonra arkadaşıyla dinlenmeye çekilecekti.

benim burada olma nedenimi ise kısaca anlattı. saatlerim onlara iyi davrandığımı, onları anlamak için uğraştığımı zamana anlatmışlardı ve benim gibi birkaç kişi daha zaman evine kabul edilmişti. onlar da tıpkı benim gibi kendi hikâyelerini dinliyorlardı bir yerlerde.

bu satırları derinden gelen tıkırtılar içinden yazıyorum. siz, ihanet ettiğiniz zamanın intikamına maruz kalan insanlara zaman evinin içinden sesleniyorum. ihanetiniz bitene kadar, ara sıra güneşe baktığınızda saatlerle dans eden beni görebileceksiniz gökyüzünde. ve ben, devinimsizliğe mahkûm fani bedenlerinizle hayatın orta yerinde dururken siz, insanlar; sizi bağışlaması için zaman, saatleri kurmaya devam edeceğim durmadan. ben kendi kahramanlığıma ulaştım, şimdi sıra sizde.
devamını gör...

başarılı olsa da suçlar, aile olmaz ise başkasını suçlar, toplumu suçlar, hayatın kendisini suçlar, kendini de suçlar.
suçlayacak insanda bitmez, sebep de, neden de, suçun kendisi de.
tek gerçek var dır ki mutlak olan;
kanatlarını sonsuzluğa da açsan, nasibin kadar uçarsın.
devamını gör...

bu ukdeyi doldurmak bana kısmet oldu. etnosentrik bakış açısını en basit haliyle ben-merkezciliktir ya da başka bir deyişle kültürel narsisizm olarak tanımlayabiliriz. bu bakış acısında ki bireyler kendi kültürel yapılarını diğer tüm kültürlerden üstün ve doğru kabul ederek hareket ederler - ki çoğu zaman diğer kültür yapılarını tanımaya dahi gerek görmeden- günümüz dünyasında ise bu bakış açısı başka bir yere evrilerek avrupa merkezciliği yani eurosantrizmi doğurmuştur. avrupa standartlarına uymayan kültürleri aşağı görme kültü böyle böyle dünya toplumlarına işlenmiştir.
ayrıca geçmişten günümüze uzanan oryantalizmin temeli yine bu bakış açılarının bir sonucu olarak var olmuştur.
devamını gör...

tam bugün, 25 yıl önce gözaltında iken öl(dürül)en evrensel gazetesi muhabiridir.
devletin polisi tarafından işkenceyle öldürüldü. ve aynı devletin mahkemeleri , suçları sabit görüldüğü halde sadece toplam yirmi (20) ay ceza verdi. cezanın gerçek nedeni, cesedi kaybetmeyerek devleti zor duruma düşürmekti.

edit: kötüsünüz kötü.
devamını gör...

bazılarının gözünde çok büyük bir hüzün oluyor en azından ben öyle hissediyorum. oturup köpekle dertleşip ağlayasım geliyor. şunlara nasıl kıyıyolar abi nasıl bir betondan yapılmış olabilir o kalbiniz?
devamını gör...

(bkz: ne diyem mahmut mu diyem)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mükemmel bir etkinlik, öncelikle düşünen, organize eden, hayata geçiren herkese teşekkürler.
aldığımız ürün için bildireceğimiz kargo adresi vb. bilgileri göremedim, başlığa iliştirir iseniz iyi olur.
devamını gör...

uzaktan kumandalı araba istemiştim erkek kardeşime alıp bana almamışlardı. neymiş efendim o erkek oyuncağıymış. pabucumun oyuncağı.
devamını gör...

adam şiir yazmıyor, şiir gibi konuşuyor, bunlar hep bu yüzden.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

empati kurabilen bir yazar.
anlamlı bir yazışma sonunda bu kanaate vardım.
sözlüğe iyi gelecek yazar, dilerim sözlükte ona iyi gelir.
devamını gör...

morrigu, keltlerin hayalet tanrıçası.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim