aşk
"ama benim için aşk, kapısı önünde çekingen bir özlemle beklediğim kilitli bir bahçeydi henüz."
devamını gör...
rahatsız (yazar)
aman abey neler dersin öyle.sen bu sözlükte mizahta nirvanasın. severek takip ediyoruz. görsellerin harika.var olasın .bizimle olasın. saygilar.
devamını gör...
burçlara inanan insan
hayküsü en fazla 56 falandır.
burçlara inanmayan insanlar zekidir gençler. bu böyledir. mesela çoğuna dikkat ediyorum topluma faydalı insanlar. muasır medeniyet seviyesine ulaşmamızın en büyük sebepleri olarak görüyorum bu arkadaşları. çoğuna dikkat ediyorum, kapatıyorlar kendilerini çalışma alanlarına, bilimsel çalışmalar yapıyorlar. hepsine sorun size anlatsınlar topluma faydaları ne.
bi de burçlara inanan bir tanıdık var. eğlenceli buluyor bu konuyu. çocuk ölümlerini engelleyecek 2 farklı projenin yanında otizmlileri çalışma hayatına katabilecek bir proje daha ortaya çıkarmış durumda. yetmemiş birçok farklı icat yapmış. neden? çünkü başkalarının üstüne basıp kendi zekasını ortaya çıkarmaya çalışmak yerine sahiden bir şeyler ortaya çıkarmak için çalışıyor.
bakınız ne zaman fanatizme dair alışkanlıkları bırakırız, o zaman başkalarının zeka seviyesi hakkında yorum yaparız. mesela bir insan astroloji için 90 dakika ayırıyorsa ve bir diğeri 90 dakika 22 adamın bir topun pesinde koşmasını izliyorsa hangisi daha zekidir? bilemeyiz. bir insan 2 saatlik belgesel izlemek yerine 2 saatlik ona hiçbir şey katmayacak popiş bir film izliyorsa hangisi daha zekidir? bana sorarsanız yine bilemeyiz.
her insan günlük mecburiyetlerinden kaçmaya çalışır. kimi maç izleyerek kaçar, kimi film izler, kimi insanları 12 farklı şekilde kategorize ederek kaçar. hiçbirinin bir diğerinden farkı yoktur.
ha biz günün 14 saati hiç durmadan toplumu ve kendimizi geliştirmek adına ortaya sahiden elle tutulur başarılar çıkarıyorsak o zaman insanların aptallık seviyesi hakkında konuşma hakkına sahip olabiliriz. yoksa boş boş şeylerle zaman geçirme konusu tartışmaya açılır ki ne gerek var?
burçlara inanmayan insanlar zekidir gençler. bu böyledir. mesela çoğuna dikkat ediyorum topluma faydalı insanlar. muasır medeniyet seviyesine ulaşmamızın en büyük sebepleri olarak görüyorum bu arkadaşları. çoğuna dikkat ediyorum, kapatıyorlar kendilerini çalışma alanlarına, bilimsel çalışmalar yapıyorlar. hepsine sorun size anlatsınlar topluma faydaları ne.
bi de burçlara inanan bir tanıdık var. eğlenceli buluyor bu konuyu. çocuk ölümlerini engelleyecek 2 farklı projenin yanında otizmlileri çalışma hayatına katabilecek bir proje daha ortaya çıkarmış durumda. yetmemiş birçok farklı icat yapmış. neden? çünkü başkalarının üstüne basıp kendi zekasını ortaya çıkarmaya çalışmak yerine sahiden bir şeyler ortaya çıkarmak için çalışıyor.
bakınız ne zaman fanatizme dair alışkanlıkları bırakırız, o zaman başkalarının zeka seviyesi hakkında yorum yaparız. mesela bir insan astroloji için 90 dakika ayırıyorsa ve bir diğeri 90 dakika 22 adamın bir topun pesinde koşmasını izliyorsa hangisi daha zekidir? bilemeyiz. bir insan 2 saatlik belgesel izlemek yerine 2 saatlik ona hiçbir şey katmayacak popiş bir film izliyorsa hangisi daha zekidir? bana sorarsanız yine bilemeyiz.
her insan günlük mecburiyetlerinden kaçmaya çalışır. kimi maç izleyerek kaçar, kimi film izler, kimi insanları 12 farklı şekilde kategorize ederek kaçar. hiçbirinin bir diğerinden farkı yoktur.
ha biz günün 14 saati hiç durmadan toplumu ve kendimizi geliştirmek adına ortaya sahiden elle tutulur başarılar çıkarıyorsak o zaman insanların aptallık seviyesi hakkında konuşma hakkına sahip olabiliriz. yoksa boş boş şeylerle zaman geçirme konusu tartışmaya açılır ki ne gerek var?
devamını gör...
durduk yere insanın aklına gelen replikler
yeminim var.
(yeminim var.)
senden başka sevemem yar.
(senden başka sevemem yar.)
adını yazdım yollara
(adını yazdım yollara.)
bizi bekler yarınlar.
(bizi bekler yarınlar.)
iyi dersler arkadaşlar.
(sağ ol.)
leyla ile mecnundan, kral arthur'un olduğu sahne.
(yeminim var.)
senden başka sevemem yar.
(senden başka sevemem yar.)
adını yazdım yollara
(adını yazdım yollara.)
bizi bekler yarınlar.
(bizi bekler yarınlar.)
iyi dersler arkadaşlar.
(sağ ol.)
leyla ile mecnundan, kral arthur'un olduğu sahne.
devamını gör...
kader
yaptığımız her seçim ile ağırlığı artıp taşıması zorlaşan, ölüme kadar, belki ölümden de sonra ardımızda sürüklemek zorunda kaldığımız yük.
ya da hiç olmayan, olduğunu varsaymamız daha kolayımıza geldiği için alt bellek tarafından yaratılan toplumsal terapi.
ya da hiç olmayan, olduğunu varsaymamız daha kolayımıza geldiği için alt bellek tarafından yaratılan toplumsal terapi.
devamını gör...
100 milyon dolar atın desem atacak ülke çok
100 milyon doların uzay çalışmaları için çok da büyük bir para olmadığını bilmeyen insan beyanıdır. bazı ülkeler milyar dolarlar ayırıyor da yetmiyor.
devamını gör...
boğarık hatun
boğarık, kelime anlamı itibari ile komutan kraliçe, hükümdar anlamına gelmektedir.
geçmişten günümüze toplumları incelediğimizde; ''kadın ve çocuk'' toplumda ne kadar önemli ise ''uygarlık'' seviyeleri ileri oluyor.
eski türk devletlerinin en sevdiğim tarafı kadını toplumda önemli bir yere koymalarıdır.
bu toplumlardan birisi hiç şüphesiz sibirlerdir. her türk toplumunda olduğu gibi, boğarık hatun , kocasını balak han'ın sol yanına oturarak düşüncelerini söyleyerek devlet yönetiminde söz sahibi olduğunu gösterirdi.
bizans kaynaklarına göre, balak han'ın ölümünden sonra, çocukları çok küçük olduğu için, yerine eşi boğarık hatun geçti.
boğarık hatun, yüz bin kişilik sibir ordusunu kumanda ettiğinden, çetin bir düşman olabilirdi. o dönemde sasanilerle savaşan, bizans imparatoru ı. justinianos ikinci bir düşman kazanmak istemediğinden kendisine hediyeler göndererek anlaşma ve ittifak kurma yoluna gitmiştir.
o zaman kadar, naiblik, toy üyeliği gibi görevlerde yer alan kadınlar boğarık hatun'la birlikte bir insanın ülke yönetiminde gelebileceği en üst noktaya gelmiştir.
geçmişten günümüze toplumları incelediğimizde; ''kadın ve çocuk'' toplumda ne kadar önemli ise ''uygarlık'' seviyeleri ileri oluyor.
eski türk devletlerinin en sevdiğim tarafı kadını toplumda önemli bir yere koymalarıdır.
bu toplumlardan birisi hiç şüphesiz sibirlerdir. her türk toplumunda olduğu gibi, boğarık hatun , kocasını balak han'ın sol yanına oturarak düşüncelerini söyleyerek devlet yönetiminde söz sahibi olduğunu gösterirdi.
bizans kaynaklarına göre, balak han'ın ölümünden sonra, çocukları çok küçük olduğu için, yerine eşi boğarık hatun geçti.
boğarık hatun, yüz bin kişilik sibir ordusunu kumanda ettiğinden, çetin bir düşman olabilirdi. o dönemde sasanilerle savaşan, bizans imparatoru ı. justinianos ikinci bir düşman kazanmak istemediğinden kendisine hediyeler göndererek anlaşma ve ittifak kurma yoluna gitmiştir.
o zaman kadar, naiblik, toy üyeliği gibi görevlerde yer alan kadınlar boğarık hatun'la birlikte bir insanın ülke yönetiminde gelebileceği en üst noktaya gelmiştir.
devamını gör...
normal sözlük evlenecek eş aranıyor ilanları
24 yaşında işsiz öğretmen, depresyona meyallim var. ev işlerinden anlarım. saygılarımla yerimi alıyorum.
edit: biri de şey yazmış kınayamadım, küfür yok bu sözlükte engelle geç.
edit: biri de şey yazmış kınayamadım, küfür yok bu sözlükte engelle geç.
devamını gör...
az demli çay
sabah kahvaltıda içiliyorsa tatsız bir çaydır.
sabahki çay biraz demli olmalı ki gözleri açsın, uykuyu dağıtsın.
sabahki çay biraz demli olmalı ki gözleri açsın, uykuyu dağıtsın.
devamını gör...
klitoris
kadınların, cinsel ilişkiden zevk almaması için sünnet edildiklerinde kesilen organ.
devamını gör...
cipslerin 10 tl olması
mecburen mısır patlatma devrine geri dönüyoruz.*
devamını gör...
yeni nick
son dönemlerde nickaltı dili ve edebiyatı alanında önemli eserler veren yazar. akıcı dili ve kurgusu ile bu türün olmazsa olmaz yazarlarından birisi haline gelecek gibi duruyor. bu alana verdiği emek ve katkı cidden yadsınamaz. yazarın eserlerini incelediğinizde taşlama ve hicvin onun yazınında önemli bir yer tuttuğunu açıkça görüyorsunuz. zannımca edebiyatın henüz tam olarak keşfedilmemiş bu türü, kendisinin güneş gibi parlayarak, insanları aydınlatacağı bir alan olacak. yalnız kimi zaman depresif bir ruh hali içerisinde yazdığı eserlerle de karşılaşmıyor değiliz. bu sebeple dilini tam olarak oturttuğunda, nickaltı dili ve edebiyatı dendiğinde akla ilk gelecek yazarın kendisi olduğu aşikar. nobel'e giden yolda kendisine başarılar dilerim.
devamını gör...
kitapların pahalı olduğu gerçeği
kitaba verdiğim paraya hiç üzülmezdim,şimdi fiyatları görünce ağlayasım geliyor..
devamını gör...
185 cm altı kişilerin yaşam amacı
bu boy takıntısı da yeni model..
tanım: erinmemis başlık açmış olan yazar kişisinin yaşam amacını merak ettirmiştir.. cm' inden ziyade..
tanım: erinmemis başlık açmış olan yazar kişisinin yaşam amacını merak ettirmiştir.. cm' inden ziyade..
devamını gör...
şeytan
aklıma orhan pamuk' un benim adım kırmızı da ki - ben seytan- bölümü geldi..
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
devamını gör...
asya aslanı
orman genel müdürlüğü'nün kayıtlarına göre en son 1880 yılında biricik'te görüldüğü kaydı girilmiş. resmi olarak bu tarihi tescillemişler.
1905 yılında da suriye sınırında görüldüğüne dair ifadeler kullanılmış ama bu resmiyete dökülmemiş. yani aslına bakarsanız anadolu'daki geçmişleri yakın bir zamanda son bulmuş diyebiliriz.
1905 yılında da suriye sınırında görüldüğüne dair ifadeler kullanılmış ama bu resmiyete dökülmemiş. yani aslına bakarsanız anadolu'daki geçmişleri yakın bir zamanda son bulmuş diyebiliriz.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
uykusuz gecelerimin talihsiz düşünceleri.
bağdaş kurduğumda kıvrılan küçük ayak parmağımın acınası hali.
sigaradan sararmış ellerimin kokusunu duymasın kimsecikler.
gözlerime çektiğim boyanın akmasıyla giden geleceğimin arkasından da ağıt yakacak değilim.
geçmişimin muhasebesini tutacak elemanı ise hapse attım. çağırın maliyeyi. defterler açılsın. sadece temiz bir şirket kurulumu. alt yapı hazır.
bütün pişmanlıklar yazıldı.
bütün başarılar sıralandı.
bütün sevgiler, kahkahalar ve gözyaşları tahtalara dizildi.
bir çiftlik evi hayali.
bir havuzun kenarında mojito içen ben.
oysa mojito sevmem.
şimdi
küçücük bir çocuğun gözlerindeki şaşırma ifadesi.
ve belki bu akşam…
ah belki bu akşam çikolatalı sütün rahatlığı gibi.
bağdaş kurduğumda kıvrılan küçük ayak parmağımın acınası hali.
sigaradan sararmış ellerimin kokusunu duymasın kimsecikler.
gözlerime çektiğim boyanın akmasıyla giden geleceğimin arkasından da ağıt yakacak değilim.
geçmişimin muhasebesini tutacak elemanı ise hapse attım. çağırın maliyeyi. defterler açılsın. sadece temiz bir şirket kurulumu. alt yapı hazır.
bütün pişmanlıklar yazıldı.
bütün başarılar sıralandı.
bütün sevgiler, kahkahalar ve gözyaşları tahtalara dizildi.
bir çiftlik evi hayali.
bir havuzun kenarında mojito içen ben.
oysa mojito sevmem.
şimdi
küçücük bir çocuğun gözlerindeki şaşırma ifadesi.
ve belki bu akşam…
ah belki bu akşam çikolatalı sütün rahatlığı gibi.
devamını gör...



