orijinal adı dia de muertos olan ancak ingilizceden tekrar ispanyolca'ya çevrilmiş şekliyle dia de los muertos olarak da bilinen, unesco tarafından “dünya mirası” listesine alınmış, felsefesi ve kutlanma şekliyle dünyanın en derinlikli ve renkli festivallerinden biri olan gündür. kökeninin azteklere dayandığı bilinen ölüler günü, latin amerika özellikle de meksikalıların en önemli festivali olan rengarenk dini bir seremonidir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
her yıl 1-2 kasım günlerinde meksika’da, orta amerika’da ve abd (özellikle arizona ve texas) ile kanada’da yaşayan latin amerika kökenlilerce kutlanır. isminin çağrıştığının aksine hüzünlü ya da korkutucu bir festival değildir. altarlar hazırlanır, insanlar o güne has makyajlar yapar ve kostümler giyerler.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu günde ölülerin dünyaya indiğine inanılır.ölüler gününün en temel elementlerinde biri altarlardır, o coğrafyada ispanyollardan önce yaşamış medeniyetlerin ölüme olan bakış açılarını temsil ederler. altarlarda ölüler için adaklar, çiçekler, rengarenk süslenmiş kuru kafalar, mumlar bulunur. altarların dışında mezarlıklar da mumlarla ve adaklarla süslenir, şarkılar söylenir, içkiler içilir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ölüler günü'nde merhumla ekmek, tuz, meyve, mutfak lezzetleri, su ve eğer yetişkinlerse şarap paylaşılır. adak, ölülere onların anılarıyla, hayatlarıyla diyalog kurmaya yakın olmaktır. adak, hafıza gerektiren bir ritüel ile yeniden buluşmadır.

ölüler için sunulan altarda birkaç temel nesne bulunmak zorundadır. .

bu unsurların her biri kendi tarihini, geleneğini, şiirini ve en önemlisi mistisizmi içerir. bazıları şunlardır:

su: hayatın kaynağı, ruhlara uzun yolculuklarının ardından susuzluklarını gidermek ve dönüşlerini güçlendirmek için sunulur. bazı kültürlerde ruhun saflığını sembolize eder.

tuz: arınma unsuru, ertesi yılki gidiş-dönüş yolculuğunda bedenin bozulmaması için hizmet eder.

mumlar: ürettikleri alev, "ışık", inanç, umut demektir. ruhların eski yerlerine ulaşıp evlerine dönüşlerini aydınlatmaları için titreyen alevi ile bir rehberdir. birkaç yerli toplulukta, her mum bir merhumu temsil eder, yani sunağın sahip olacağı mum sayısı, ailenin çağırmak istediği ruhlara bağlı olacaktır.

tütsü: dua ya da övgüyü yücelten unsurdur. saygının kokusudur. kötü ruhların yerini temizlemek için kullanılır, böylece ruh evinize herhangi bir tehlike olmadan girebilir.

çiçekler: renkleri ile festivalin sembolüdürler. ruhun kaldığı süre boyunca mekanı süsleyip aromatize ederler, mutlu ederler, renkleri saflığı ve hassasiyeti ifade ettiği için çiçeğin eksik kalmaması, çocukların ruhlarına eşlik eder.
altarların çok özel anlamları olan üç farklı çiçek türü vardır. ilk olarak cempasúchil (kadife çiçeği); turuncu renktedir, güneş ışığını temsil eder ve ölülerin eve dönüş yolunu bulmasına yardımcı olur. ikinci çiçek la mano de león -aslan elidir-; mor renktedir ve sevdiklerimizin kaybı için yas ve kederi sembolize eder. üçüncü çiçek flor de nube* -bahar yıldızı- çiçeğidir; bu beyaz çiçek, saflığı temsil eder.

ekmek: en önemli adaklardan ve olmazsa olmazlardan biri ekmektir. "pan de muerto" (isp: ölü ekmeği) özel bir çeşidi de bulunur.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ölüler için hazırlanan bu altarlar*, hispanik öncesi dinlerin senkretizminin katolik diniyle kaynaştığı birkaç kattan oluşur.

bir ölü altarının/sunağının temel seviyeleri cennet ve yeryüzüdür. her adımın sonsuz dinlenme yeri olan mictlán'a ulaşmak için gerekli adımları sembolize ettiği yedi seviyeye kadar olabilir.

altar, evin içindeki bir odaya bir masanın üzerine yerleştirilir ve ölüler günü sunularının yapılacağı yer burasıdır. inanışa göre, altarın üzerine konulan hediyeler, ölülerin mictlán'dan akrabalarının evlerine yolculuğunu kolaylaştırırlar ve yolda iyi zaman geçirmelerini sağlarlar.


bu festival meksika'nın her yerine aynı şekilde kutlanmaz. her bölgenin kendine has kültürü ve kendine has elementleri bulunur.

kaynak 1, 2, 3
devamını gör...

italya: inter

fransa: rennes

almanya: rb leipzig

ingiltere: liverpooll

ispanya: athletich bilbao.
devamını gör...

bizim orda lokma derler, annem yaparkene tepside lokmalar çoğaldıkça sıcak sıcak alınıp elde yanmamak için zıplatılarak sıcakken yenir ve mide duvar çeperine yapışması sağlanır, olsundur.
devamını gör...

kızıl yükseliş - pierce brown

enfes bir distopya tadı verdi ilk 200 sayfada..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir de şu* işaret işte.

özellikle bilgi tanımı yazan yazarlar çok yapıyor bunu. elbette yerinde kullanana lafım yok, ben de kullanıyorum gerektiğinde.

ama bazı tanımlarda abartılıyor bence bu olay. böyle yapınca daha mı havalı oluyor kiğğ?
devamını gör...

yüksek protein oranlı, basit yemek tarifi.

yeşil mercimeği alıyoruz. kaynayan suyun içerisine koyup, bekliyoruz. iyice yumuşayana kadar devam ediyoruz.

bu süreçte eğer baharatları ilave ederseniz, çok güzel bir çorba olur. ama suyunu süzüp, mercimekleri ezerseniz, çok güzel köfte harcı için malzeme olur. bu harca birazcık zeytinyağı, galeta unu ve bolca baharat ekleyip, teflon tavada bi güzel kızartırsanız. burger köfteniz hazır olur. evet. ucuz, sağlıklı ve vegan.

edit: teflon zararlı. teflon kullanmayın.
devamını gör...

cyphoma gibbosum adıyla da bilinen, karayip denizi, bermuda açıkları ve atlas okyanusunda yaşayan bir deniz salyangozu. deniz kabuğuna benzediği için çok fazla toplanmış ve nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan canlılardan aynı zamanda.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kıskanç insanlardır. hayatları boyunca kendi sahip olduklarına değil de başkalarının hayatlarına bakarak, elindeki güzellikleri göremeyerek mutsuz mutsuz yaşamaya devam edeceklerdir.
devamını gör...

portekizcede "sevdiğin kişinin saçlarında ellerini nazikçe dolaştırmak" anlamına gelir.
devamını gör...

izlediğim en güzel türk filmlerinden biri olan ferhan şensoy üstadın yazıp mert baykal’ın yönettiği pardon filminde geçen bir sözdür.

bu filmi izledikten sonra dağarcığıma kattığım ve imkan oldukça kullandığım -takdir edersiniz ki her zaman böyle afili ifadeler kullanacak imkan olmuyor- bir kullanımdır.

sigara içenlerin en iyi bildiği şeylerden bir tanesi de sigaranın tüm o zararlarına rağmen vazgeçilmez olmasıdır. yemek sonrası keyif için yakılan sigaradan bahsetmiyorum. o tamamen konu dışı.

ben insanın kendini en kötü hissettiği zamanlar sarıldığı vefalı arkadaş olarak sigaradan bahsediyorum.

bazı dertler vardır ki onlar filtrelidir. yani o dertlerle baş edebilmek için paketin içinden nazikçe bir sigara çekmek, sigarayı önce parmaklarının arasında hissetmek, sonra büyük bir ihtimamla dudakların arasına yerleştirmek, tam yanacağı zamana kadar ucunu ateşlemek - ne daha az ne daha çok- sonra da ilk nefesi alıp uzaklara dalıp derin derin düşünmek gerekir.

daha sonra da o ilk dumanı içindeki derdi uzaklara gönderir gibi salmak icabet eder ciğerlerden.

umarım hiç kimse filtreli dertlere gark olmaz.

smoking kills everything inside. ıt may be good or evil depending on what you have deep in you.
devamını gör...

bütün sevdiğim beraber eğlendiğim insanlarla pandemisiz, virüssüz bir ortamda konser ya da festival.
kimseyi umursamadan eğlenmeye, bağıra bağıra şarkı söyleyip dans etmeye, sevdiklerimle bi arada olmaya çook ihtiyacım var ya*.
devamını gör...

resmi tarihe göre grönland'ı 900 yılında norveçli denizci (bkz: gunnbjorn ulfsson) keşfetmiştir.
ulfsson, izlanda yolculuğu esnasında denizde çıkan bir fırtına sonucu grönland kıyılarına sürüklenmiş ve bu olayı ülkesine bildirmiştir.

986 yılında ise (bkz: kızıl erik), grönland'da bir viking sömürgesi kurmuş ve adaya böylece yerleşim başlamıştır.
devamını gör...

anneannemin vefatından sonra daha bir hafta olmamıştı bile 8 yaşındaki kuzenim umut, anneannemin bluzunu giyip gelip bana sarılmıştı ve bak babaannem sana sarılıyor şu an demişti. hayatımın en duygusal anlarından biriydi.
devamını gör...

bir ya da daha fazla önerme arasında uyumsuzluk olması durumudur.
çelişkili iki önerme birlikte değerlendirildiğinde genellikle birbiriyle zıt olan iki mantıksal sonuç ortaya çıkar. bu konuda aristo'nun çelişmeme kanunu der ki "bir şeyin hem kendisi hem de tersi aynı koşulda ve zamanda doğru olamaz.
devamını gör...

émile zola'nın en zengininden en fakirine kadar 5 kişinin ölüm sürecini en doğal haliyle anlattığı çerez kitap. natüralist yapımlar garip geliyor. aslında betimleme yapılsa çok güçlü bir hava bırakacak ama tüm kitap boyunca ölüm gibi güçlü bir duyguyu bile okurken bilimsel makale gibi hissediyor.
devamını gör...

temel ihtiyaçlar hariç her şey
devamını gör...

vücutta iltihabın yayılmasına neden olan eylem.
devamını gör...

zulme uğrayan çocukların ve tecavüze uğrayan kadınların ahı var.
devamını gör...

merhaba arkadaşlar,

bu haftaki yayınımızda sevdiğimiz insanları neden üzeriz başlığından konuşacağız.

başlığa yazarak yayına katılabilirsiniz.

cumartesi gece saat 00:00 da blog.kafasozluk.com/
devamını gör...

soundtrack’teki şarkılar tek tek çalarken kendi filminde başrol oynamak gibidir.

bazen spotify listemi açıp yürürüm. kulağımda kulaklık varsa o artık sıradan bir yürüyüş değildir, kendi filmimin kareleri akmaya başlar. otuz iki kısım tekmili birden. bazen iki süper film birden. müziğin türüne göre filmimin türü de değişir.

o zaman kulaklıkla müzik dinlerken yaşadıklarımı anlattığım sıradan bir gün:

the exorcist

çok büyük bir kafka hayranı olduğum için sabah kahvaltımı kargalarla birlikte yapıp ( bence çok iyi bir gönderme oldu) evden çıktığımda sözlük yazarlarının benden hoşlanmayacağını düşünüp yürürken kitap okumaktan vazgeçip kulaklığımı taktım. şansıma sabah sabah the exorcist theme song gelince ilk macera hemen hemen netleşti. şarkı başladıktan on beş yirmi saniye sonra karşıma dev bir köpek çıktı. üç başı olan köpek cehennemden fırlamış gibi üzerime atladı. yeşil pembe salyaları her yerime bulaşırken bir anda köpeği kaptığım gibi hancock’un çocuğu kapıp göğe uçtuğu gibi havalandım. ve yere inişte köpeği asfalta vurdum. köpek parçalara ayrılınca o parçalardan yüzlerce sıçan etrafa yayıldı. tam sıçanlarla savaşmak için bir yol ararken müzik yavaş yavaş azaldı ve bitti. korkunç bir andı. dev bir köpek. aslında dev değildi, normal bir köpekti. ama saldırdı bana, yani saldırmadı ama hırladı. burnumun dibinde hırlayan bir köpek. yani aslında o kadar yakın değildi ama köpek köpektir. fakat müzik bittiğine göre doğruyu söyleyebilirim. büyük siyah bir çöp poşeti idi gördüğüm ve korktuğum şey. yeni bir şarkı başlayana kadar etrafa saçtığım çöpleri toplamak zorunda kaldım.

unchained melody

ikinci şarkı unchained melody olunca film de bir anda yön değiştirdi. hafiften puslu böyle bir günde bu kadar güzel bir kadınla karşılaşmak çok büyük bir talihti benim için. kadının yemyeşil gözleri vardı. o kadar yeşildi ki gözleri daha önce yeşil gözlü kimseyle bakışmadığım için benzetme bile yapamıyorum. uzun uzun bakıştık, ben durak levhasına yaslanıp bir sigara yaktım. gözlerimi kısıp kadına bakmaya devam ettim. hayrettir ki o da gözlerini hiç ayırmıyordu benden. ama başka şeyler de oluyordu. bir iki adam daha bana bakmaya başlamıştı. dar siyah bir tişört giymiş, boynunda devasa bir zincir olan, pantolonu derisine nüfus etmiş gibi duran bir adam elinde makasla bana bakıyordu. yanında da yandaki nalbur ve çırağı. tam o anda müzik bitti ve adamların bana doğru koşmaya başlaması ile ben de seri depara kalktım. görseniz onyekuru’dan koşu var derdiniz. iki şarkı ile filmi yarılayıp bu arada posterdeki bir kadınla kısa süreli bir aşka yaşadıktan sonra telefonum çalınca filme on dakika ara vermek zorunda kaldım.

10 dakika ara

nothing’s gonna hurt you baby

aradan sonra ben de kaçmanın verdiği heyecan ve paniği atlatınca yeni bir şarkı açtım. cigarettes after sex’ten nothing’s gonna hurt you baby. bence duruma çok uygun bir şarkı idi. sonuçta poster de olsa bir seks imkanı yaşamıştım ve bu da bir sigarayı hak ediyordu ve beni kovalayan adamlara yakalanmadığım için de kimse beni incitmemişti. bu saçma düşüncelerden sıyrılıp şarkının içine girince kendimi bir pubda otururken buldum ve hemen kendime gelip etrafa öfkeli ama anlayışlı, hayattan vazgeçmiş ama mücadele etmeye hazır, umursamaz ama cinsel gücü yüksek bir şekilde baktım. müzik yükseldi. barmen elinde bir bezle bardağın içini yarınlar yokmuş gibi kurularken bana bakıp ne istediğimi sordu. ben de viskiden çatallaşmış sesimle her zamankinden dediğim an şarkı bitti. büfeci ile göz göze geldim. bana her zamanki nedir oğlum der gibi baktığını anlayınca hemen bir winston blue bir de clipper çakmak aldım ama sanırım yeterli olmayacaktı. o yüzden iki winston blue almaya karar verdim. parayı da tam verdim iki yirmilik. belki bu hatırlamasına yardımcı olur.

too close

günün son şarkısı alex clare’den too close oldu. ve şarkının başlaması ile etrafımı silahlı iki adamın sarması bir oldu. adamların yabancı olduğu çok belliydi, ağır bir italyan aksanı ile konuşuyorlardı ve benim düşünecek zamanım yoktu, hemen silahımı çektim ve benzer bir aksanla “ say hello to my little friend” dedim. adamların gözündeki korkuyu okudum ya da ben korku sandım. elim tetikte beklerken en ufak bir hamlede yakmaya niyetliydim adamları ve o hamle gelince hiç tereddüt etmedim. parmağımın bir hareketi ile şarkı bitti ve çakmağın alevli sesi parladı. yüzüme şaşkın şaşkın bakan adamlara iki de sigara ikram ettim bunun üzerine. ve başka bir şehirden çalışmak için geldiklerini ve geri dönmek için paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyen bu iki sahtekarı dumanlı bir kalpazanlıkla bırakıp yoluma devam ettim.

kulaklıkla şarkı dinlerken ben ben değilim. and the oscar goes to
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim