booktuber önerileri
karavandaki adam ayrıca telaffuzları kıskansırmıyor değil hani.
devamını gör...
yağmur sonrası
sarah jio'ya ait, ll. dünya savaşı'nda cepheye gönüllü olarak hemşirelik yapmaya giden anne calloway'i ve eve dönene kadar yaşadığı olağanüstü aşkı konu eden roman.
yazar her zamanki yalın dili, kuvvetli tasvir yeteneği ve insana o savaşın ortasında yaşanan mükemmel aşka şahitlik yaptıran anlatımıyla insanı resmen büyülüyor. başrol karakterler arasında yaşanan aşk, araya giren olaylar etkilemekle kalmıyor, kitabı unutturmuyor.
--- alıntı ---
"ama bazı hikayelerin anlatılmaması gerekir. "
--- alıntı ---
diyen yazar, kitaba eklediği birçok şarkıyla da karakterleri canlandırıyor. okumadıysanız ve romantik/dram türü kitaplar seviyorsanız tavsiye ederim.
"kerkesin bir hikayesi vardır."
"kalbimde görmezden gelemeyeceğim bir acı vardı."
yazar her zamanki yalın dili, kuvvetli tasvir yeteneği ve insana o savaşın ortasında yaşanan mükemmel aşka şahitlik yaptıran anlatımıyla insanı resmen büyülüyor. başrol karakterler arasında yaşanan aşk, araya giren olaylar etkilemekle kalmıyor, kitabı unutturmuyor.
--- alıntı ---
"ama bazı hikayelerin anlatılmaması gerekir. "
--- alıntı ---
diyen yazar, kitaba eklediği birçok şarkıyla da karakterleri canlandırıyor. okumadıysanız ve romantik/dram türü kitaplar seviyorsanız tavsiye ederim.
"kerkesin bir hikayesi vardır."
"kalbimde görmezden gelemeyeceğim bir acı vardı."
devamını gör...
yazarların bugünkü mutsuzluk sebebi
şöyle 10-15 gün kafa dinlemek için, internetten uzak ağacın kuşun böceğin içinde paso kitap okumayı düşünerek geldiğim anneannemin evinde bugün ikinci günüm ve 150 kilo kırmızı biber temizledik salça yapmak için, şu an hiç iyi değilim. benim annem neden adanalı arkadaşlar ya imdat.
devamını gör...
28 şubat normal sözlük darbesi
ankara'ya göktaşı düşmesi hadisesinden daha çok ses getirmiş, bizden sonraki kuşaklara anlatabileceğimiz e darbe kalkışması.
kalkışma esnasında 3 dal sigarasını cömertçe uzatan patagonyalı'ya, nazar değdiren eyluling'e , haber peşinde cephe hatlarına yardıran bir bilen'e, saniyelik istihbari paylaşımlarda bulunan uykusuzkahve ve hazall'a, ban yediğini düşünüp kulağımın çınlamasına sebebiyet veren ve sahipsiz bırakmayan yazarlara teşekkür ediyorum.
kafa sözlük evimiz iko babamız!
adam yine kurtardı.
kalkışma esnasında 3 dal sigarasını cömertçe uzatan patagonyalı'ya, nazar değdiren eyluling'e , haber peşinde cephe hatlarına yardıran bir bilen'e, saniyelik istihbari paylaşımlarda bulunan uykusuzkahve ve hazall'a, ban yediğini düşünüp kulağımın çınlamasına sebebiyet veren ve sahipsiz bırakmayan yazarlara teşekkür ediyorum.
kafa sözlük evimiz iko babamız!
adam yine kurtardı.
devamını gör...
duşakabinde zeybek oynarken sabuna basıp kafayı yarmak
bir saat önce başıma gelmiş olan talihsiz durumdur.
biliyorum bunu itiraf etmesi zor, biraz da anonim oluşumun arkasına saklanıyorum dostlarım lakin bilirsiniz işte... her erkeğin herkesten sakladığı gizli, biraz sapık bir huyu vardır. herkesten gizlediğimiz, ve hatta; eşimizden dostumuzdan, en yakınlarımızdan sakladığımız tuhaf fetişlerimiz takıntılarımız elbette var yani... bu gayet de normal bir şey ve bu insani özelliğimden asla utanmıyorum, asla gocunmuyorum.
bilen bilir daha önceden söylemiştim, bir fabrikada güvenlikten sorumlu şef olarak çalışıyorum ve vardiyalı olduğum için saat 1 gibi bitti mesaim ve eve doğru yol aldım. her ayın 15'inde yaptığım bu ritüelimi tekrar gerçekleştirecek olmanın derin arzuları içerisinde şevkle gülümseyerek servis camından dışarıyı seyrederek hayaller alemine daldım. bir yandan proleterya sınıfın neden hala ayaklanmadığını düşünüp bir yandan arabayı satıp gs - malatya maçına 4-6 oran oynasam mı acaba diye bir risk sorgulaması yaptım. nefesimle buğulanan cama birtakım garip, anlaşılmaz işaretler bıraktım ve yol böylece bitti.
kız arkadaşım esra kapıyı açtı:
esra: hoş geldin bebeğim. günün nasıldı?
ben: iyiydi hayatım işte aynı nasıl olsun... fabrika aynı. hee. yeni gelen çocuk...
sözümü kesti:
esra: ramazan'ı diyorsun. alışabildi mi.
ben: ne gezer, elli nasır tutmamış körpecik bir çocuk daha. ama pek cevval... incelikleri öğrendi, kavraması uzun sürmeyecektir.
işle alakalı muhabbetimin infosunu verdikten sonra hızlıca duşa girmeye yeltendim. esra, yanıma müstehzi bir kadın hareketiyle yaklaştı. öpüp koklamak için sokulduğunda, az sonra gerçekleştireceğim kutlu davamın izzetine hâlel getirmesin diye bu dünyevi zevki ertelemek zorundaydım. onu kibarca ittim ve uzaklaştırdım kendimden. hışımla gözlerimin içine bakarak bağırdı:
"ne var selim?? neden böyle yapıyorsun. seni düşündüm ben akşama kadar. yoksa beni istemiyor musun artık?"
" ne alakası var hayatım biraz yorgunum sadece... hem... hem gece daha uzun kaçmıyorum ya eheh. (delikanlıca alnından öptüm)"
"aramızdaki ten uyumu gitgide yok oluyor selim, bunu anlayamıyor musun!..."
"neden?"
"sen benimle ilgilenmiyorsun artık...!"
bir an düşündüm ve hayatı sorguladım:
neden her ayın 15'inde bu oluyor tanrım?
neden ben?
neden esra böyle?
sonra üstümü değiştirmek için banyoya hücum ettim. banyoda bir tek benim ve tanrının bildiği fayansı kaldırarak altındaki zuladan gizli kasayı gün yüzüne çıkardım. şifreyi "1922" girerek tuşladım. kliks* diye açıldı kasa. içeriden efe kıyafetlerini çıkardım. potinlerimi giydim, fesimi taktım, üstüme ceketimi aldım... hemen altındaki oyuktan rahmetli dedem seyid ali efe çavuş'un 1879 model paslanmaz winchester kırma tüfeği çıkarttım. telefondan çakal çökerten zeybeğini açarak duşakabine girdim. bir yandan winchester tüfeği tutuyorum karşımda işgalci düşman varmış gibi doğrultuyorum.
bre düşman bozuntusu!
bre gafletin yılmaz vurucusu!
bilmez misin aydın'ın efeleri sevdim mi tam sever, kızdım mı da tüfengini alır bitene kadar mermisini vurur!
ben selim efe, babam kadir efe, dedem seyid ali efe çavuş...
bir yandan sıcak su akıyor üstüme sırılsıklam oldum ve üstümdeki beyaz gömlek iyice üstüme yapıştı. kıyafetlerim ıslakken hemen hemen 6-7 kg ağırlığa çıktı ve hareket kabiliyetimi zorlaştırdı. bir elimde tüfek çakal çökerten zeybeği oynuyorum, yere üç kez vurup peşrev veriyorum.
"bre ayanlar, bre kendin bilmezler, efelerin seçmesi selim çavuşa çattınız gari!"
"efeleee silah sabit!"
"gez!"
"göz!"
"arpacık!"
"ateş!"
karşıda bir düşman var gibi tüfeğimi doldurup ateşledim. karşımdaki hayali düşmanı yerle bir ettim, al kanlar kahpe vücudunu boyamıştı o'nun.
sonra bağırdım:
"behey kanı bozuk tahta kuruları, kılıncımızı sizin ak mintanlarınıza sildik! gidin bu vatandan, tez elden!"
mutlak zaferi kazandığımda, zeybek oynamaya başladım tekrardan. sonra birdenbire istemediğim bir şey oldu, yerde duran zeytinyağlı kellik sabunuma bastım. yere "şlaks" diye boylu boyunca düştüm, o kadar gürültülü bir şekilde düşmüştüm ki, bilincimi kaybederken fark ettiğim son detay, esra'nın bağırarak kapıyı zorlaması olmuştu.
esra benim bu absürt görüntümü görünce anlam verememiş ve kafamdan akan kanı ve yerdeki tüfeği görünce intihar ettiğimi zannedip sinir krizi geçirmiş. bir süre baygın kalmışım, öldü diye polisi çağırmış. savcılar ve adli tıp gelmiş fotoğraf falan çekmişler, allah'a şükür bir kişi nabzıma bakmış da, baygın olduğumu anlayabilmiş. acil doktoru kafama dikiş attıktan ve gerekli pansumanı yaptıktan sonra doğruca eve geldik. esra'ya ne diyeceğimi bilemiyorum dostlar. kız odada kendi kendine konuşuyor herhalde. ya da annesini arıyor... bu olayı nasıl açıklayacağımı bilemiyorum başım çok fena zonkluyor. ilişkimiz zaten onun psikolojik sorunları sebebiyle hep çalkantılı geçiyor. onu çok seviyorum ama efe olmayı da seviyorum. artık daha fazla bu sırrımı saklayamadım ve kötü bir deneyimle öğrenmiş oldu. ne yapacağım ben yardım edin. bilsem de buraya yazmazdım zaten, içimi dökmeye ihtiyacım var sözlük.
biliyorum bunu itiraf etmesi zor, biraz da anonim oluşumun arkasına saklanıyorum dostlarım lakin bilirsiniz işte... her erkeğin herkesten sakladığı gizli, biraz sapık bir huyu vardır. herkesten gizlediğimiz, ve hatta; eşimizden dostumuzdan, en yakınlarımızdan sakladığımız tuhaf fetişlerimiz takıntılarımız elbette var yani... bu gayet de normal bir şey ve bu insani özelliğimden asla utanmıyorum, asla gocunmuyorum.
bilen bilir daha önceden söylemiştim, bir fabrikada güvenlikten sorumlu şef olarak çalışıyorum ve vardiyalı olduğum için saat 1 gibi bitti mesaim ve eve doğru yol aldım. her ayın 15'inde yaptığım bu ritüelimi tekrar gerçekleştirecek olmanın derin arzuları içerisinde şevkle gülümseyerek servis camından dışarıyı seyrederek hayaller alemine daldım. bir yandan proleterya sınıfın neden hala ayaklanmadığını düşünüp bir yandan arabayı satıp gs - malatya maçına 4-6 oran oynasam mı acaba diye bir risk sorgulaması yaptım. nefesimle buğulanan cama birtakım garip, anlaşılmaz işaretler bıraktım ve yol böylece bitti.
kız arkadaşım esra kapıyı açtı:
esra: hoş geldin bebeğim. günün nasıldı?
ben: iyiydi hayatım işte aynı nasıl olsun... fabrika aynı. hee. yeni gelen çocuk...
sözümü kesti:
esra: ramazan'ı diyorsun. alışabildi mi.
ben: ne gezer, elli nasır tutmamış körpecik bir çocuk daha. ama pek cevval... incelikleri öğrendi, kavraması uzun sürmeyecektir.
işle alakalı muhabbetimin infosunu verdikten sonra hızlıca duşa girmeye yeltendim. esra, yanıma müstehzi bir kadın hareketiyle yaklaştı. öpüp koklamak için sokulduğunda, az sonra gerçekleştireceğim kutlu davamın izzetine hâlel getirmesin diye bu dünyevi zevki ertelemek zorundaydım. onu kibarca ittim ve uzaklaştırdım kendimden. hışımla gözlerimin içine bakarak bağırdı:
"ne var selim?? neden böyle yapıyorsun. seni düşündüm ben akşama kadar. yoksa beni istemiyor musun artık?"
" ne alakası var hayatım biraz yorgunum sadece... hem... hem gece daha uzun kaçmıyorum ya eheh. (delikanlıca alnından öptüm)"
"aramızdaki ten uyumu gitgide yok oluyor selim, bunu anlayamıyor musun!..."
"neden?"
"sen benimle ilgilenmiyorsun artık...!"
bir an düşündüm ve hayatı sorguladım:
neden her ayın 15'inde bu oluyor tanrım?
neden ben?
neden esra böyle?
sonra üstümü değiştirmek için banyoya hücum ettim. banyoda bir tek benim ve tanrının bildiği fayansı kaldırarak altındaki zuladan gizli kasayı gün yüzüne çıkardım. şifreyi "1922" girerek tuşladım. kliks* diye açıldı kasa. içeriden efe kıyafetlerini çıkardım. potinlerimi giydim, fesimi taktım, üstüme ceketimi aldım... hemen altındaki oyuktan rahmetli dedem seyid ali efe çavuş'un 1879 model paslanmaz winchester kırma tüfeği çıkarttım. telefondan çakal çökerten zeybeğini açarak duşakabine girdim. bir yandan winchester tüfeği tutuyorum karşımda işgalci düşman varmış gibi doğrultuyorum.
bre düşman bozuntusu!
bre gafletin yılmaz vurucusu!
bilmez misin aydın'ın efeleri sevdim mi tam sever, kızdım mı da tüfengini alır bitene kadar mermisini vurur!
ben selim efe, babam kadir efe, dedem seyid ali efe çavuş...
bir yandan sıcak su akıyor üstüme sırılsıklam oldum ve üstümdeki beyaz gömlek iyice üstüme yapıştı. kıyafetlerim ıslakken hemen hemen 6-7 kg ağırlığa çıktı ve hareket kabiliyetimi zorlaştırdı. bir elimde tüfek çakal çökerten zeybeği oynuyorum, yere üç kez vurup peşrev veriyorum.
"bre ayanlar, bre kendin bilmezler, efelerin seçmesi selim çavuşa çattınız gari!"
"efeleee silah sabit!"
"gez!"
"göz!"
"arpacık!"
"ateş!"
karşıda bir düşman var gibi tüfeğimi doldurup ateşledim. karşımdaki hayali düşmanı yerle bir ettim, al kanlar kahpe vücudunu boyamıştı o'nun.
sonra bağırdım:
"behey kanı bozuk tahta kuruları, kılıncımızı sizin ak mintanlarınıza sildik! gidin bu vatandan, tez elden!"
mutlak zaferi kazandığımda, zeybek oynamaya başladım tekrardan. sonra birdenbire istemediğim bir şey oldu, yerde duran zeytinyağlı kellik sabunuma bastım. yere "şlaks" diye boylu boyunca düştüm, o kadar gürültülü bir şekilde düşmüştüm ki, bilincimi kaybederken fark ettiğim son detay, esra'nın bağırarak kapıyı zorlaması olmuştu.
esra benim bu absürt görüntümü görünce anlam verememiş ve kafamdan akan kanı ve yerdeki tüfeği görünce intihar ettiğimi zannedip sinir krizi geçirmiş. bir süre baygın kalmışım, öldü diye polisi çağırmış. savcılar ve adli tıp gelmiş fotoğraf falan çekmişler, allah'a şükür bir kişi nabzıma bakmış da, baygın olduğumu anlayabilmiş. acil doktoru kafama dikiş attıktan ve gerekli pansumanı yaptıktan sonra doğruca eve geldik. esra'ya ne diyeceğimi bilemiyorum dostlar. kız odada kendi kendine konuşuyor herhalde. ya da annesini arıyor... bu olayı nasıl açıklayacağımı bilemiyorum başım çok fena zonkluyor. ilişkimiz zaten onun psikolojik sorunları sebebiyle hep çalkantılı geçiyor. onu çok seviyorum ama efe olmayı da seviyorum. artık daha fazla bu sırrımı saklayamadım ve kötü bir deneyimle öğrenmiş oldu. ne yapacağım ben yardım edin. bilsem de buraya yazmazdım zaten, içimi dökmeye ihtiyacım var sözlük.
devamını gör...
nymphe (yazar)
bilgi icerikli girdigi tanimlarla sozluk’te firtina estiren, kalemine kuvvet denilesi yazar*.
devamını gör...
barbar
yunanca kökenli bir kelimedir.
henüz uygarlaşamamış kimseler için dile getirilmektedir.
henüz uygarlaşamamış kimseler için dile getirilmektedir.
devamını gör...
günün sözü
kendin ol!
şimdi yaptığın, düşündüğün ve arzuladığın şeylerin hiçbiri sen değilsin.
friedrich nietzsche
şimdi yaptığın, düşündüğün ve arzuladığın şeylerin hiçbiri sen değilsin.
friedrich nietzsche
devamını gör...
insanların zamanla değişmesi
değişmekle kalsalar iyi?
yıllar önce halamla aramda şu an tam hatırlayamadığım bir diyalog geçti. konumuz "değişim"di ve ben değişmeyeceğimi savunuyordum. müzik zevkimin, arkadaşlarımın hatta fikirlerimin bile değişmeyeceği yanılgısındaydım. benden yalnızca beş yıl büyük olan halam o gün sesini çıkarmadı. geçen yıl, elimde "asla okumam" dediğim türden bir polisiye roman gördü ve anlamlı anlamlı güldü. konuşmayı bir anda hatırlayan ve baştan aşağı bambaşka biri olan ben gözlerimdeki şaşkınlıkla bir süre kalakaldım olduğum yerde. değişmez, dediğim her şey değişmişti. değişmekle kalmamış, değişimin mutlak olduğunu savunur hale gelmiştim bile.
şimdi düşünüyorum; zamanla evler, arabalar, telefonlar, sözcükler dahi değişiyorken, bir insan neden değişmesin ki? sonuçta hepimiz aynı zamanın içerisindeyiz. üstelik gün gün farklı şeyler yaşıyoruz. yaşadıklarımız bize bakış açıları kazandırıyor. bundan da mütevellit olsa gerek değişime uğramadan duramıyoruz.
velhasıl değişmeyen tek şey, değişimin kendisi.
yıllar önce halamla aramda şu an tam hatırlayamadığım bir diyalog geçti. konumuz "değişim"di ve ben değişmeyeceğimi savunuyordum. müzik zevkimin, arkadaşlarımın hatta fikirlerimin bile değişmeyeceği yanılgısındaydım. benden yalnızca beş yıl büyük olan halam o gün sesini çıkarmadı. geçen yıl, elimde "asla okumam" dediğim türden bir polisiye roman gördü ve anlamlı anlamlı güldü. konuşmayı bir anda hatırlayan ve baştan aşağı bambaşka biri olan ben gözlerimdeki şaşkınlıkla bir süre kalakaldım olduğum yerde. değişmez, dediğim her şey değişmişti. değişmekle kalmamış, değişimin mutlak olduğunu savunur hale gelmiştim bile.
şimdi düşünüyorum; zamanla evler, arabalar, telefonlar, sözcükler dahi değişiyorken, bir insan neden değişmesin ki? sonuçta hepimiz aynı zamanın içerisindeyiz. üstelik gün gün farklı şeyler yaşıyoruz. yaşadıklarımız bize bakış açıları kazandırıyor. bundan da mütevellit olsa gerek değişime uğramadan duramıyoruz.
velhasıl değişmeyen tek şey, değişimin kendisi.
devamını gör...
domestic hıyar
neymiş efenim 7 çeşit tavla biliyormuş da, yenmem imkansızmış da, falanmış da filanmış. ahahahahayttttttt
görüşeceğiz hıyar bey görüşeceğiz. o zaman da böyle konuşabilecek misiniz bakalım...
görüşeceğiz hıyar bey görüşeceğiz. o zaman da böyle konuşabilecek misiniz bakalım...
devamını gör...
değiştirmek istediğiniz tarihi bir olay
çitleri çevirip ilk kez burası benimdir diyen insanı ortadan kaldırırdım.
çünkü dünyadaki bütün sorunlar benimdir diyenler yüzünden başladı.
çünkü dünyadaki bütün sorunlar benimdir diyenler yüzünden başladı.
devamını gör...
beğeni alınca mutlu olan yazar
yazdıklarımın okunduğunu ve birilerinin hoşuna gittiğini görmek hoşuma gidiyor tabi ki.
devamını gör...
aşk acısı çekenlere tavsiyeler
unutmayın; ayrılıklar da sevdaya dahil.
çekmeniz gerekiyorsa çekin, teselliyi başka kollarda, başka bedenlerde aramayın.
çekmeniz gerekiyorsa çekin, teselliyi başka kollarda, başka bedenlerde aramayın.
devamını gör...
clytie (yazar)
(bkz: helianthus)
devamını gör...
hayatında hiç sevgilisi olmamış kişi
hep söyledim yine söylüyorum, belirli bir olgunluğa ulaşmadan sevgili olmayı doğru bulmuyorum. yaşıtlarım gibi ergen aşk acıları çekmek istemiyorum, üç hafta geçmeden konuştuğum birisini unutmak istemiyorum. her şey kendiliğinden olduğunda güzeldir, zamansız ve kendi çabamla arayıp bulduğum şeye aşk demem çünkü zorlamadır. zamanı gelince her şeyin kendiliğinden olacağına inanıyorum. ve gerçekten değer verdiğim birisiyle olana kadar da sırf kendimi tatmin etmek için kimseyle sevgili olmayacağım. iyi günler.
devamını gör...
like a stone
audioslave grubu ve chris cornell'in en iyi şarkısı.
kimilerine göre ölümü bekleyen yaşlı bir adamı anlatır. bu adamın, tüm arkadaşları ve ailesi ondan önce bu dünyadan göçmüş ve evinde artık kendi ölümünü bekler hale gelmiştir. tek beklentisi kendi ölümü sonucunda onlarla yeniden bir araya gelmesidir. sözlerdeki şu kısım başka neyi çağrıştırabilir olabilir?
in your house i long to be
room by room patiently
i'll wait for you there
like a stone
i'll wait for you there
alone
hayatının büyük kısmını depresyonda geçiren chris cornell belki de kendi hayatını anlatmış bu şarkıda?
kimilerine göre ölümü bekleyen yaşlı bir adamı anlatır. bu adamın, tüm arkadaşları ve ailesi ondan önce bu dünyadan göçmüş ve evinde artık kendi ölümünü bekler hale gelmiştir. tek beklentisi kendi ölümü sonucunda onlarla yeniden bir araya gelmesidir. sözlerdeki şu kısım başka neyi çağrıştırabilir olabilir?
in your house i long to be
room by room patiently
i'll wait for you there
like a stone
i'll wait for you there
alone
hayatının büyük kısmını depresyonda geçiren chris cornell belki de kendi hayatını anlatmış bu şarkıda?
devamını gör...
pembe
bu rengin en güzel yanı, aslında bu rengin görünür ışık spektrumunda olmaması.

eğer herhangi bir dairesel renk paletini açarsanız yukarıdaki örnekte de göreceğiniz gibi, pembe kırmızı ve mor arasında yer alır.
ama elektromanyetik spektrumda bu iki renk yuvarlak bir şekilde bulunmaz, doğrusal bir şekilde ilerler.
radyo dalgaları -> mikro dalgalar -> kızıl ötesi (infra-red) -> kırmızı-> görünür ışıklar -> mor(violet) -> ultra viyolet -> x ışınları -> gama ışınları.
e ama bu renk var. evet. var. ama spektrumda yok. özür dileriz pembe.

eğer herhangi bir dairesel renk paletini açarsanız yukarıdaki örnekte de göreceğiniz gibi, pembe kırmızı ve mor arasında yer alır.
ama elektromanyetik spektrumda bu iki renk yuvarlak bir şekilde bulunmaz, doğrusal bir şekilde ilerler.
radyo dalgaları -> mikro dalgalar -> kızıl ötesi (infra-red) -> kırmızı-> görünür ışıklar -> mor(violet) -> ultra viyolet -> x ışınları -> gama ışınları.
e ama bu renk var. evet. var. ama spektrumda yok. özür dileriz pembe.
devamını gör...
ayn rand
felsefi düşünür ve yazar. romanlarındaki yarattığı düalist karakterler ile kurucusu olduğu objektivizm felsefi akımını anlatan hanım ablamız. benim de çok sevdiğim bir yazardır.
hayatın kaynağı kitabından objektivizm'i anlatan belki de en güzel satırlar.
''bu tür noktalarda tersine dönüşler/düşünüşler en korkuncudur. iyilik ve kötülük kutupları içinden birinin seçilmesi söylenmiştir insana. birincisi hayırseverlik, ikincisi de bencillik. bencilliğin anlamı; başkalarını kendisi için feda eden olarak tanımlanırken hayırsever, başkaları için kendini feda eden olarak tanımlanmıştır. bu durumda insan; her iki koşulda da diğer insanlara bağlanmış, kendisine iki acıdan birini çekmesi söylenmiştir. ya başkaları uğruna kendisi acı çekecektir ya da kendisi uğruna başkalarına acı çektirecektir. sonunda insanın kendi acılarından zevk alması gerektiği/imtihan dünyası olduğu da söylenince tuzak iyice kapanmıştır. insan artık mazoşizmi kendi ideali olarak kabul etmek zorunda kalmıştır, çünkü bunun karşısında ancak sadizm vardır. insana oynanan en sahtekarca oyun bu olmuştur. bağımlılık ve acı çekme bu yolla hayatın temelleri haline gelmiştir.
seçenekler, tahakküm etmekle kendini feda etmek arasında değildir. seçenekler, bağımsızlıkla bağımlılık arasındadır.''
hayatın kaynağı kitabından objektivizm'i anlatan belki de en güzel satırlar.
''bu tür noktalarda tersine dönüşler/düşünüşler en korkuncudur. iyilik ve kötülük kutupları içinden birinin seçilmesi söylenmiştir insana. birincisi hayırseverlik, ikincisi de bencillik. bencilliğin anlamı; başkalarını kendisi için feda eden olarak tanımlanırken hayırsever, başkaları için kendini feda eden olarak tanımlanmıştır. bu durumda insan; her iki koşulda da diğer insanlara bağlanmış, kendisine iki acıdan birini çekmesi söylenmiştir. ya başkaları uğruna kendisi acı çekecektir ya da kendisi uğruna başkalarına acı çektirecektir. sonunda insanın kendi acılarından zevk alması gerektiği/imtihan dünyası olduğu da söylenince tuzak iyice kapanmıştır. insan artık mazoşizmi kendi ideali olarak kabul etmek zorunda kalmıştır, çünkü bunun karşısında ancak sadizm vardır. insana oynanan en sahtekarca oyun bu olmuştur. bağımlılık ve acı çekme bu yolla hayatın temelleri haline gelmiştir.
seçenekler, tahakküm etmekle kendini feda etmek arasında değildir. seçenekler, bağımsızlıkla bağımlılık arasındadır.''
devamını gör...
lahmacun yerken yanında ayran içen kız
bulunduğu her ortamda var olabilen kızdır. ikram edilen şeyi hangi ortamdaysa, o ortama göre usulünce yiyebilir.
yer sofrası görünce oklava yutmuş gibi eğreti durmaz. özel bir yemekte masaya racon keser gibi dirseğini dayamaz. bu şekilde varoşluk oluyorsa dibine kadar varoş olmakla da gurur duyar.
çünkü o kız; yersiz kasıntılığı saçma bulur.
yer sofrası görünce oklava yutmuş gibi eğreti durmaz. özel bir yemekte masaya racon keser gibi dirseğini dayamaz. bu şekilde varoşluk oluyorsa dibine kadar varoş olmakla da gurur duyar.
çünkü o kız; yersiz kasıntılığı saçma bulur.
devamını gör...