kumbara kültürünün kaybolmaya yüz tutması
kumnaraya 10 lira koyuyorum, patlatacağım zaman 3 lira kalıyor.
buharlaşıyor sanki anlamadım.
(bkz: enflasyon)
buharlaşıyor sanki anlamadım.
(bkz: enflasyon)
devamını gör...
makyaj
nötölöklö dölöndöröcölök diyenlerle dolmuş ortalık. isteyen yapar, istemeyen yapmaz. sivilceli, lekeli bir kadın gördüğünüzde ıyy diyorsanız, kırk kat fondötene de laf etmeyeceksiniz. öyle g. böyle y. ayrıca makyaj yapıldığını anlamayacak kadar saftirik olmanız kızların suçu değil.
devamını gör...
kehr belirtisi
kehr belirtisi , bir kişi uzanırken ve bacaklar yükseldiğinde periton boşluğunda kan veya diğer tahriş edici maddelerin varlığına bağlı olarak omuzun ucunda akut ağrı oluşmasıdır . sol omuzdaki kehr bulgusu, dalağın yırtılmasının klasik bir belirtisi olarak kabul edilir.
diyafragmatik veya peridiyafragmatik lezyonlar, böbrek taşı, dalak yaralanması veya rüptüre ektopik gebelikten kaynaklanabilir.
diyafragmatik veya peridiyafragmatik lezyonlar, böbrek taşı, dalak yaralanması veya rüptüre ektopik gebelikten kaynaklanabilir.
devamını gör...
melek ipek'in tahliye olması
gerçekten iyi bir haber. umarım çocuklarıyla mutlu olur. artık özgür.
devamını gör...
güne bir siyasetçi yalanı bırak
tek servetim şu yüzüktür.
tanım: siyasetçi yalanlarını paylaştığımız başlık.
tanım: siyasetçi yalanlarını paylaştığımız başlık.
devamını gör...
1 yıl sonraki kendine not
"1 yıl önceki hâlini düşün ve ne kadar ilerlediğini gör. gör ve 1 sene sonrası için de çok çalış. yorulsan da vazgeçme. uyku her şey değil, hem alıştın da zaten uyuyamıyorsun pek. hayalindeki kütüphaneyi kur ve mümkün olduğundan daha fazla kitap oku. bıçak takımları için dert etme çünkü en iyi bıçak takımı sende. şu piyano olayını da halledersin knk artık"
*unutmadan! kedilerinin sana ne kadar iyi geldiğini düşün ve motive et kendini. kahkaha atmana gerek yok. tebessümlerin eksilmesin yeter ki...*
*unutmadan! kedilerinin sana ne kadar iyi geldiğini düşün ve motive et kendini. kahkaha atmana gerek yok. tebessümlerin eksilmesin yeter ki...*
devamını gör...
buraya bakarlar
ankara'da metro ve ankaray duraklarında görülen gizemli reklam sloganı ve afişidir. siyah ve kırmızı'dan oluşan göz fotoğrafının üstünde "buraya bakarlar" yazar.
bunun reklam almak amacıyla yerleştirildiğini epey sonra öğrendim, uzun süre reklamın kendisi olduğunu ve gizli bir şey anlatmaya çalıştığını sanıyordum. acayip.
bunun reklam almak amacıyla yerleştirildiğini epey sonra öğrendim, uzun süre reklamın kendisi olduğunu ve gizli bir şey anlatmaya çalıştığını sanıyordum. acayip.
devamını gör...
swastika night
ingiliz yazar katharine burdekin'in 1937 yılında yazmış olduğu anti-faşist distopya. yazarın eseri yazdığı tarih büyük bir önem teşkil ediyor çünkü kitabın konusu; hitler'in nazi faşizmini tüm dünyaya yaymış olduğu alternatif bir tarihte geçiyor. kadınların gördüğü ikinci sınıf muamele, toplumların inançları ve kültürlerinin yıkılıp yeniden inşaa edilmesi gibi detaylar önem arz etse bile, beni asıl sarsan şey tarihi kazananların yazdığı gerçeği ile yeniden yüzleşmek oldu. burdekin, faşizm'in beslendiği zaman ne denli büyük ve korkunç bir canavara dönüştüğünü oldukça iyi aktarmış. dilimize swastika geceleri olarak çevrilmiştir , burdekin kendi ismini kullanmadığı için kitabı murray constantine ismi ile bulma şansınız daha yüksek.mehtap gün ayral çevirisi okunabilir düzeyde diyebilirim.
--- alıntı ---
“they wanted to forget that there ever had been, in europe, any other civilization at all. there was so much beauty they had not made, so many books they had not written, so many records of wars in which they had not fought, and so many ideas of human behavior which were anathema to them.”
--- alıntı ---
--- alıntı ---
“they wanted to forget that there ever had been, in europe, any other civilization at all. there was so much beauty they had not made, so many books they had not written, so many records of wars in which they had not fought, and so many ideas of human behavior which were anathema to them.”
--- alıntı ---
devamını gör...
pers ölümsüzleri
pers ordusunun saldığı dehşet bir yana, "pers ölümsüzleri" düşmanları için en büyük korkuydu. ordunun en seçkin savaşçılarından oluşan grubun bu takma adı almasının sebebi, savaşlarda hiç kimsenin onları görünürde öldürememesiydi. ölümsüzleri oluşturan 10.000 piyadeden bir tanesi bile düşse, hemen yerine birisi geçerdi ve birlikler sürekli aynı güce sahip sabit birimler olarak varlığını sürdürürdü. ölümsüzler, rütbelerine göre altın veya gümüş uçlu kısa mızraklar kullanan bir birlikti. kısa mızraklar dövüş mesafesini kısaltıyordu, ancak buna karşın hareket kabiliyetlerini artırıyordu. ölümsüzler, kısa yay ve okluk da taşıyorlardı. böylece çatışma menzilini istedikleri an hızlıca değiştirebiliyor, göğüs göğüse çatışmadan daha uzun menzilli bir çatışma pozisyonuna göz açıp kapayıncaya kadar geçebiliyorlardı.
all about history dergisi
all about history dergisi

devamını gör...
sadece askerde karşılaşılan olaylar
kahvaltıda kişi başı verilen birer kilo zeytini yerken devremin birden ağlamaya başlaması.
devremin ailesi çok fakirmiş. kahvaltıda zeytini iki ısırıkta yerlermiş. o zamanlar bir zeytini bütün olarak yemek en büyük isteğiymiş.
bir sabah kahvaltıda, küçük kardeşi en büyük zeytinleri seçip iki ısırıkta yerken, kendisi en küçük zeytini tek lokmada yemiş. "o bütün zeytin, kardeşimin yediği yarım zeytinden küçüktü devrem." diyerek ağlıyordu.
bir bütün zeytini tek lokmada yediğini gören babası yüzüne okkalı bir tokat atmış, dişleri yanağının içini kesmiş. "sen ağa mısın, bey misin?" demiş.
askerde herkese kişi başı kilolarca zeytin düşüyordu ve herkes üçer-beşer zeytin yedikten sonra gerisi çöpe gidiyordu. işte o manzara devremin çok zoruna gitmiş.
askerde en çok gariban askerler yüreğimi yakardı.
devremin ailesi çok fakirmiş. kahvaltıda zeytini iki ısırıkta yerlermiş. o zamanlar bir zeytini bütün olarak yemek en büyük isteğiymiş.
bir sabah kahvaltıda, küçük kardeşi en büyük zeytinleri seçip iki ısırıkta yerken, kendisi en küçük zeytini tek lokmada yemiş. "o bütün zeytin, kardeşimin yediği yarım zeytinden küçüktü devrem." diyerek ağlıyordu.
bir bütün zeytini tek lokmada yediğini gören babası yüzüne okkalı bir tokat atmış, dişleri yanağının içini kesmiş. "sen ağa mısın, bey misin?" demiş.
askerde herkese kişi başı kilolarca zeytin düşüyordu ve herkes üçer-beşer zeytin yedikten sonra gerisi çöpe gidiyordu. işte o manzara devremin çok zoruna gitmiş.
askerde en çok gariban askerler yüreğimi yakardı.
devamını gör...
bursa'ya gideceklere tavsiyeler
kayhan civarında "acı dayı cantık salonu" ve "yeşil pideli köfte" mekanlarını, kent meydanında ",cemal cemil usta iskender döner" yemeyi tercih edebilirsiniz. bursa panaroma alanındaki sergiyi de tavsiye ederim. kalmak için çekirge' de polis evi hem uygun hem kaliteli bir tercih. karagoz hacivat müzesinde kukla tarihini örnekleri ile öğrenebilirsiniz ama dikkat edin, hemen yanında süleyman çelebi'nin mezarı da var. bonus olarak tofaş bursa anadolu arabaları müzesine de vakit ayırın ve yaz mevsimi ise bahcedeki ağaçtan dut toplayın.
devamını gör...
30 yaş üstü yazarlar uçurulsun kampanyası
30 yaşını aşmış kişinin hayat tecrübesi ve bilgi birikimi olur, sözlüğü kaliteli kılan da bunlardır. mesela 90'lar pop müziği kim yazacaktı, kimden okunacaktı? tabii ki 70'li, 80'li yıllarda doğanlar yazacaktı. 60'lı yıllarda doğan kişi de 80 ihtilalini ve koalisyon dönemlerini yazacaktı. sözlüğü, sözlük yapan 30 yaş üstüdür.
devamını gör...
insanın zoruna giden şeyler
sevdiğim kişilerden aynı değeri görmemek. belki ben fazla hassasımdir bilmiyorum ama eğer ben bir kişiyi seviyorsam en küçük şeylere bile dikkat ederim. karşımdaki kişinin umursamazlıģını görünce zoruma gidiyor sonra da o kişiden soğuyorum bir şekilde.
devamını gör...
clubhouse
hiç merak etmediğim, sırf davetiye gerektirdiği için ilgi çeken meret.
devamını gör...
şükrü erbaş
muhteşem şiirlerin sahibi değerli şairimizin bu şiiri biraz düz yazı gibi. çok ciddiyim okullarda felsefe derslerinde okutulmalı, edebiyat dersi diyenlere de itirazım olmaz.
baştan söyleyim oldukça uzun ama bence her cümlesinin altı çizilir.
"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?
susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
baştan söyleyim oldukça uzun ama bence her cümlesinin altı çizilir.
"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?
susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
devamını gör...