0.7 ve 0.9 kullanırken bir üst model olarak gördüğüm 0.5 kullanmaya çok özenirdim. sonunda başarabildim o zerafete kavuştum. bir sanat icra edebildim mi? bişey değişti mi? hayır. bir esprisi olmayan durum. kurşun kalem candır gerisi heyecan dediğim başlık.
devamını gör...

çekmecemdeki bir kağıt -kim yazdı bilinmez- şöyle diyordu öldürmekle ilgili:

"bir katil olarak hemen buraya bir şeyler iliştirebilirim öldürmekle ilgili. kimi veyahut neyi, nasıl, nerede, ne zaman öldürmek?

öldürmek denilen kavramın, eylemin meşru olup olmadığını kim belirler? niye yapamayız bunu? veyahut bir erkeğin veya bir kadının intiharına derin bir ruhsal işkenceyle sebep olan bir erkeği veya bir kadını niçin cezalandırmayız da tabanca el değiştirince cezalandırırız? bu konu adalet psikolojisinin konusu olsa da felsefeyi de çağırır. zaten hiçbir şey onsuz olmaz.

fakat ben burada bir şeyleri yine kendi üslubumca anlatmak isterim. akademik yazılar bir kenara. ileride yazar çizerim. şimdi ne düşünüyorum?

acı sanatın belki de yegane kaynağıdır. fakat tek kaynağı olmayabilir de... yine de acının yadsınamaz bir rolü olduğu aşikardır sanıyorum. o halde acı nasıl daha hakiki bir şekilde ortaya çıkar? yani bir anlamda sanat nasıl yüceltilebilir?

cevap: sevdiğin birisini öldürmek.

ya da en azından ölümüne şahit olmak...

günahımın farkındayım gerçi ama burada bunu açıklayamam. telafisi olmayan hatalar yapabilir insanlar, kabul. fakat o "telafi edilemeyen şey" gün gelir yerini başka bir "telafi edilemeyen şey"e bırakır. yani aslında telafi edilebilir. her şey gibi... insan unutur. fakat bazıları unutmaz. bazı şeyler unutulmaz.

yine de gerçek bellidir. insan ondan sakınır ve görmek istemez. yine de oradadır işte.

öldürmenin doğurduğu suçluluk duygusu paha biçilemezdir! kişi ne kadar acı çekmişse öldürmek'te, işte o zaman daha büyük bir sanat eseri meydana getirir! çünkü acı hayatın, doğanın bir yasasıdır. ve en çıplak haliyle bizleri yakıp yıktığında arkamıza bile bakmayız!

karşınızda güzel sanatların bir dalı olarak cinayet!

ceza felsefesi kenardan bir şeyler söylesin dursun. her durumda kendi normunu bize dayatmaktan fazlasını yapamayacaktır. biz dedim, affedin."
devamını gör...

esaslı bir paradoks.
içine düşülen bir çukur gibi.
dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz, rica ediyorum beni buradan alın.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

doğru olan önermedir.fakat sahaflık da bir hayır kurumu değil neticede.kirası,calışanı,mezatı var.taş mı yesin adamlar.

istanbul'da hatrı sayılır bir sahaf dükkânında uzun süre mesaim oldu.dolayısıyla bahsi geçen çakallıklara bizzat şahit ve dahil olmuşluğum var.mağdur olma ihtimalinizi minimize etmek için tavsiyem nadir kitap.

nadirkitap.com türkiye genelindeki sahafların satış yaptığı online bir platform.eski ve baskısı tükenmiş kitapları,dergileri sahaf sahaf gezmeden inceleyip detaylı arama(baskı yılı,yayınevi,çevirmen vs.) yapabilir,yüzlerce sahaf içinde en uygun fiyatlı olanı bulabilirsiniz.piyasayi çok takmayan,kitap soruldukça etiketi güncellemeyen sahaflar da mevcut.şikayet sistemi efektif çalıştığı için çakallığa pek meyledilmiyor.buranın tek eksisi kargo maliyeti olabilir.toplu siparişlerinizi tek bir sahaftan vermeye dikkat ederseniz onu da halledersiniz.zaman zaman kampanyaları oluyor.
devamını gör...

gündüzden bırakıyorum, geceye kadar demlenir..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sırılsıklam olmuş yastığı ters çevirip baş ağrısıyla uykuya dalmaya çalışmakla devam edecek sürecin başlangıcı.
devamını gör...

(bkz: o konu da ben de çok kırgınım)

en son bir yerli diziyi takip ettiğimde 14 yaşında olduğumdan beni ırgılamayan uzunluktur.
devamını gör...

sağ elini kullanan bir babadan, ve tam olarak sol elini kullanan bir anneden gelmiş biri olarak, sol eliyle yazı yazan, sağ eliyle bıçak kullanan, sol eliyle bardak tutup, sağ eliyle mouse kullanan, sol eliyle çekirdek çitleyip, sağ bileğiyle güreşen, sağ ayağı raket gibi kullanıp, telefonu daima sol kulağına götürerek konuşan, ve sağ tarafa yatarak uyuyan bir yazara sahip özelliklerdir.
devamını gör...

oo daddy issues, alırım bi’ dal.

babamı gömdüm ben. daha doğrusu onlar gömdü ben gömemedim önce. herkes başka türlü yaşıyormuş yasını, acısını. bunu anlayamadım, algılayamadım başlarda. özlemedim ben daha babamı diye geçti kafamdan, bundan daha uzun seyahatlere çıkıyordu daha kaç gün oldu ki diye düşündüm. ağladılar, özlediler, dövündüler ben durdum öyle. acı, sızı hatta öfke vardı ama özlem, yok. keder, hayır. depresyon, standart dışı. kimseye tutarlılık yemini etmedim. 32 yaşımda duydum bu lafı ilk olarak. çok etkilendim. evet, etmedim. hiçbiriniz de etmediniz. hislerinizle savaşmayın. ve çelişkilerinizle de.

sonra zaman geçti, onlar normalleşti ben dağıldım. hatta hala da dağınığım. daha uzun süren seyahatleri yok bundan. özlemenin güzel bir yanı yok ölüyü. gelmeyecek eli kolu dolu bir yerlerden bir daha. “bıktım valla bu işten bi’ daha gitmeyeceğim bir yere, gerekirse basarım istifayı” diye sızlanıp daha üç ay dolmadan yine düşemeyecek yollara. gitmeyi seviyorsun işte havan kime? sanki biz bilmiyoruz. ama ölmeyi sen de istemedin. daha erkendi. daha mezar yerini bile almamıştın. “sizi bunlarla uğraştırdığım için özür dilerim kızım.” önemli değil baba. bırak da bir şeyleri kızların halletsin.

babam üç kız çocuk büyüttü. belki annemden daha çok ayakları yere basan, ne istediğini bilen, kimseye eyvallahı olmayan kadınlar olmasını isteyerek büyüttü çocuklarını. başardı da. ama ceremesini de en çok kendi çekti. biz böyle kadınlar olacakmışız ama onun da sözünden çıkmayacakmışız. nasıl olacak o tam olarak anlatsana bir? hayır anlamıyorum ki, bana haksız yere ceza verdiğin bir gün, ben tek ayak üstünde yüzüm duvara dönük durup cezam bitince de inadımdan ayağımı yere indirmedim diye benimle gururlanan, “aferin, haklı olduğunu düşünüyorsan kimseye, babana bile ezdirme kendini” deyip duygulanan adamsın sen, yetişkinliğimde seninle tartışmalarımda bana cevap verme nasıl diyebiliyorsun yani? ben mi büyüttüm beni böyle? sorarlar adama. sordum da zamanında. ah deli çağlar... “valla benden memnun değilsen aynaya bak baba, kırıp dizini oturacak, vur kafasına al ekmeğini biri değilsem sorumlusu sensin.” sanki adam yaşadığı kadar daha yaşayacak gerizekalı... bırak çelişkileriyle baş başa onu, he de geç. mutlu mesut yaşasın. ama yok, olmaz. illa söylenecek. illa adam o sorgulamaya sokulacak.

sal baba. boş ver. kimseye tutarlılık yemini etmedin.
devamını gör...

dürtüsel bozukluktur. amaçsız ve sebepsiz yalan söylenip bir süre sonra buna inanılır.
devamını gör...

her insanın hoşuna gidecek olay. takdir edilmek güzeldir. seri artıcıları saymıyorum.

normal şartlarda mutlaka birkaç 10 adet bildirim olur ama şunu gördüğümde gerçekten şaşırmıştım:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

uçan hollandalı ve der fliegende hollander olarak da bilinen flying dutchman, eski bir denizci efsanesine konu olan hayalet geminin adıdır. lanetlidir: asla bir limana yanaşamaz, sonsuza kadar yelken açmak zorundadır. kaptanı karayip korsanları serisine de konu olan davy jones / van der decken. tabii sadece karayip korsanları (film) serisine konu olan bir efsaneden bahsetmiyoruz. herman melville, moby dick (kitap)'te davy jones'a göndermeler yapmıştır ayrıca. pek çok yerde de rastlayabiliriz davy jones'a ve uçan hollandalı'ya.

aynı zamanda richard wagner'in üç perdelik operasının ismidir ve bu operaya konu olmuştur der fliegende hollander. iki saatten biraz uzundur:



van der decken buyurur: "limana yanaşın! mola veriyoruz!" gemi ümit burnu'na yanaşmaya yeltenir. lakin fırtına bulutları gemiye öfkeyle karşılık verir; gemi kayalıkların gücü altında alabora olurken van der decken bağırır: "ne olursa olsun ümit burnu'na yanaşacağım!" lakin asla yanaşamaz.

hırsın ve acizliğin bir sembolüdür bu olay gözümde. insan hiçbir şey için bu kadar hevesli olmamalı. tedbiri elden bırakmamalı, isminiz ünlü olsa da, herkes tarafından tanınsanız da böyledir bu.
devamını gör...

bugün üzerinden 568 yıl geçmiş olan olay.

konstantinopolis zaten defalarca farklı milletler tarafından kuşatılmış ve alınamamıştı, çünkü halkın inancına göre tanrı ve theotokos* tarafından korunmaktaydı. bir efsaneye göre ayasofya'nın inşaası sırasında iustinianus bir meleğe ayasofya'yı koruyacağına söz verdirmişti ve o melek kenti koruyordu. avar kuşatması sırasında ise surlarda gezdirilen meryem ikonası avarlar'ı püskürtmüştü. bunların çok da doğru olmadığı 1204'teki latin işgali ve sonrasında kentin tekrar romalılar tarafından ele geçirilmesi sırasında anlaşıldı, çünkü şehir iki kez düşmüş oldu. bundan sonra 1453'e değin yine pek çok kuşatma olsa da şehir düşmedi ve 15. yüzyılda roma imparatorluğu'nun başkenti olarak varlığını sürdürmeye devam etti.
sultan ikinci mehmed'in ise belki diğer tüm kuşatmacılardan daha büyük bir ideali vardı: roma imparatorluğu'nun başkentini kendi başkenti yapmak ve yeni roma imparatoru olarak doğu ve batı'ya hükmetmek. çünkü antik imparatorluk anlayışına göre tek bir imparatorluk ve tek bir imparator vardır. bu önce pagan roma imparatorluğu, sonra bizim bizans dediğimiz hıristiyan roma imparatorluğu idi ve eğer mehmed konstantinopolis'i alırsa üçüncü imparatorluk müslüman bir roma imparatorluğu olacak, mehmed acem diyarından britannia ve hispania'ya kadar uzanan eski imparatorluk topraklarında hak sahibi olacaktı.
mehmed han bu idealini gerçekleştirmek için gözünü karartıp büyük bir donanma ve muhtemelen o dönemde görülmüş olan en büyük orduyu topladı, bilimsel yayınlar bu ordunun yaklaşık 80 bin askerden oluştuğunu söyler. konstantinopolis'i savunanlar ise bir avuç bizanslı, giovanni giustiniani komutasında bir ceneviz kumpanyası, papa'nın çok büyük yardım göndereceğim diye gönderdiği 200 napolili okçu ve osmanlı şehzadesi prens orhan'ın emrindeki hıristiyan türkler ile birlikte 8 bin kişiden ibaretti. mehmed han kentin teslim edilmesini ve halkın mora'ya gönderilerek imparatorun mora despotu olarak hüküm sürmesini birkaç kez teklif ettiyse de imparator konstantinos palaiologos "şehrin kaderinin kendi kaderiyle aynı olacağını ve tarihe şehrini teslim eden imparator olarak geçmeyeceğini" söyleyerek bu teklifleri reddetti. bu sırada kentte de pek çok bürokrat ve siyasi de imparatorun kentten kaçırılmasını ve başka bir yerde gücünü topladıktan sonra şehri geri almasını savunuyordu, tıpkı 1204'ten sonra nikaia'ya sürgüne giden ve sonra şehri geri alan iznik imparatorları gibi. ancak konstantinos bunların hepsini reddetti ve gücü yettiği kadar şehrini savunmaya karar verdi.

kuşatma uzadıkça iki taraf da yorgun düştü, bizanslıların ölenlerin yerine koyabilecekleri askerleri yoktu, türklerin büyük topları vardı ve sayıları çok fazlaydı. ancak çandarlı halil ve taifesi de kuşatmanın çok uzadığını ve kaldırılması gerektiğini söyleyerek türk tarafında huzursuzluk yaratmaktaydı. ne olacaksa bir an önce olmalıydı ve iki taraf da kanlarının son damlasına kadar dökmeye karar verdi.

29 mayıs günü bizanslılar bir avuç kalmış, haliç'teki zincir gemiler karadan yürütülerek geçilmiş; bir önceki gece de ayin sırasında ayasofya'dan yükselerek gökte kaybolan bir ışık huzmesi kenti koruyan meleğin gittiğini, şehrin düşeceğini haber vermişti. kentin kaderi çizilmek üzereydi ve türklerin son hücumu, romalıların son savunması başladı.

surlar birkaç yerden geçilse de türkler hala şehre girememiş, azapların hızla şehit düşmesiyle yeniçeriler bile gırtlak gırtlağa mücadeleye dahil olmuştu. mehmed elindeki tüm kozları kullanmakta kararlıydı. bu sırada giustiniani ise askerleriyle müthiş bir savunma vermekteydi, ta ki yaralanıp ceneviz gemilerinden birine taşınana dek. komutanlarının yaralanması ve hatta ölmüş olduğunun düşünülmesi ceneviz askerlerinin hızla dağılmasına ve yeniçerilerin kente girmesine sebep olmuştu. durumu gören imparator konstantinos, şehirden kaçma teklifini son bir kez reddederek tacını ve pelerinini çıkararak kılıcını çekmiş ve sıradan bir asker gibi kalan askerleriyle birlikte yeniçeri kalabalığının üzerine atılmıştı; bu son roma imparatorunun son görüldüğü andı. o gün şehir düştü, imparatorun cesedi bulunamadı. bazı efsanelere göre artık fatih sultan mehmed olan mehmed han imparatorun cesedini imparatorlara özgü kırmızı çizmelerinden teşhis ettirmiş ve bu yüce komutana yaraşır bir imparatorluk seremonisiyle defnetmişti. diğer bir efsane ise imparatorun cesedinin surlara asıldığı, ancak ilki çok daha dokunaklı ve fatih'in kişiliğine daha uygun bir davranış olurdu.

fethin ertesi günü sultan mehmed ayasofya'da patriğin elinden roma tacını giyerek doğu ve batı'nın basileosu oldu. dünyanın en uzun süre ayakta kalan imparatorluğu roma ise kimisine göre yok oldu, kimisine göre osmanoğullarına geçti.

bir de kuşatma sırasında yaşananlar arasındaki favori hikayelerimden birini anlatayım. batı'dan yardım gelip gelmediğini görmek için küçük bir bizans gemisi kuşatmayı yarar ve midilli açıklarında demirler. üç gün boyunca ufku gözleyip yardım gelmediğine kanaat getirince tornistan yapıp kente dönmeye karar verirler. bu sırada tayfadan birisi "aman abi deli miyiz, şehir düşecek, biz hazır kaçtık niye geri gidiyoruz" diye müthiş bir düşünce ortaya atar ve neticesinde direğe bağlanarak şehre geri gelene kadar dövülür.
devamını gör...

android için youtube vanced geri kalan herşey için master card :-)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

israil faşisttir.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
*.
devamını gör...

yaşadığımız ülkenin en büyük sorunu bence.

yolsuzluklara, hırsızlığa, adam kayırmaya, haksızlığa. karşı çıktığımız ne varsa içten içe biliyoruz ki elimize fırsat geçse biz de yapacağız. başımızdakiler ise toplumumuzun birebir yansıması. kendimize benzeyeni getirdik başımıza. o güçlendikçe ona daha çok bağlandık.

toplumsal ahlakımız yok. ticaret ahlakımız yok. bütün amacımız daha çok kazanmak. çünkü cebimizdeki para kadar saygın ve değerliyiz. zor durumda olanı ezmek, aşağılamak, haksızca ya da emeksiz kolay kazandığımız paramızla, emeği ile çalışıp kazananı fakir diye aşağılamaktan gocunmayız..bu kazancı elde etmek için güç nerede ve kimde ise onun yanındayız. kurnazlığımızla övünürüz. badem bıyığımız hemen uzayıverir.

bundan 10 sene önce fethullah hocaefendiydi. hazrete kimse laf ettirmezdi. neden? çünkü güçlü olan oydu. devletin içinde devletti. küçük çıkarlarımız için devletimizi sattık. şimdi değişti mi? hayır. güç el değiştirdi sadece. hemen onun yanında yerimizi aldık.

bundan 20 yıl önce bu kadar muhafazakar değildik mesela. muhafazakar iktidarla birlikte kendini ona eklemlemeye çalışan, yeni bir sınıf yarattık. gizli olması gereken ibadetimizi milletin gözüne soktuk ki onlardan olduğumuz anlaşılsın. umreye gidip fotoğraflar çektirdik. camilerin hoparlörleri son ses açıldı ki herkes duysun en çok müslüman biziz. alnımız secdede, aklımız cüzdanda kaldı.

olur da devran döner sermaye el değiştirirse o görüşün de en ateşli savunucusu oluruz bir anda. çünkü çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa onu yaparız. vatanmış, adaletmiş, hukukmuş umurumda değil. ben güçlünün yanında oldukça bana hiç bir şey olmaz.

kimse bu ülkenin kutsal değerleri, milli bilmemneleri diye martaval okumasın. çok iyi biliyoruz ki dinimiz de, imanımız da, milli değerimiz de para.

"güç, yalnızca ahlaken düşük olan insanları cezbeder". (albert einstein)

selam ve dua ile.
devamını gör...

ne diyeceğimi bilemedim. çok çok çirkin bir olay bu.
dünya üzerinde hiçbir canlının hiçbir canlıya yapmaya hakkı olmayan bu çirkin eylem hangi şart altında gerçekleşiyor olursa olsun zaten kelimelerle tarif edilemez bence ve okurken bile insanda bıraktığı duygu inanılmaz kötü. ağızdan geçmeyen pas tadı gibi...
bu konudaki düşüncelerimi anlatmaya gerçekten kelimeler yetersiz kalıyor.
yaşadığımız yüzyılda insanların bu vahşiliğini, bu sapıklıklarını kabul edemiyorum ben.

tanım:
sapık hislerini ameliyat olmuş ve narkoz etkisinde olan, yardım çağıramayacak, karşı koyamayacak insanlar üzerinden tatmin eden iğrenç bir insan. doktor olması onu daha az ya da daha fazla sapık yapmıyor bence ama;
ben bu tanımı hipokrat yemini'nden bir madde ile sonlandıracağım çünkü yazdıkça sinirleniyorum, sussam daha iyi olacak.

hangi eve girersem gireyim, bütün kasıtlı kötülük ve suistimallerden ve özellikle de ister hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan kaçınarak, sadece hastaya yardım için gireceğim.

çirkinsin insanoğlu, insan evladı her ne isen, lütfen artık o yağan yağmurlar bir işe yarasın ve pisliklerinizden, çirkinliklerinizden arının, insan olun...
devamını gör...

bu konuda geniş bir yelpazeye sahibim herhalde*.o zaman sıralayalım:
-bakkalda "yoğurt bulunur" yazısını okuyup yoğurdun kaybolduğunu zannetmek. milletin bakkala gidip beraber yoğurdu aradıklarını sanmak.
-pişmaniyeyi koyun yünü sanmak.
-yeşil jel deterjanı renginden ve görüntüsünden dolayı pis zannedip annemin detarjanla yıkadıkları malzemelerden yemek yememeye gayret göstermek.
-televizyonda siyah beyaz filmlere denk gelince eskiden bütün hayatın siyah beyaz olduğunu sanmak.
-meyvenin çekirdeğini yiyince mideden ağza doğru bir ağaç çıkacağını sanmak.
-gece arabada giderken yıldızların ve ayın beni takip ettiğini sanmak.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim