çöpleridir efendim. evet evet.. yanlış okumadınız.... çöpleri.

bir semtin, bir şehirin, hatta hatta bir ülkenin medeniyet seviyesini belirlemek istiyorsanız, bakacağınız ilk şey; ne evleri, ne düşünceleri, ne araçları, ne görüntü ve ne de örüntüleridir... bakacağınız ilk şey; çöpleri olmalıdır. bir medeniyetin anlık durumunu da, esrarını da, sürecini de buradan rahatlıkla kestirebilirsiniz.

misal; zengin bir semtte, atılan yiyecek ve içecek türevlerinin haddi hesabı yoktur.
dolayısıyla o semtin, sokak hayvanları da, gelişmiş hatta semrilmiştir.

yine kısmen, daha fakir bir semtin çöpüyse; bu çöpler ya azdır ya da kokar. çünkü dişiriciler onu çoktan dişirip götürmüşlerdir. götürülmeyen, beğenilmeyen atıklarsa; bir sonraki çöp kamyonuna kadar, kokmaya ve semtin durumunu gözler önüne sermeye devam edecektir.

haa siz şimdi diyeceksiniz ki: eyh hincime!.. kendine gel bre.... görece daha fakir olan bir semtin çöpü dişiriliyor da, kısmen daha zengin olan semtin çöpü dişirilmiyor mu? .. onların çöp kutularına; kağıt toplayanlar, çöp karıştıranlar, cümle karışık argümanı olanlar konuk olmuyor mu?.. maalesef ki hayır efendim. hayır!..
onların çöpleri ayrıştırılır ve dönüştürülür. dişirilme; yalnızca medeniyetin uğramadığı özgün mekanların, şatafatlı ve de çetrefilli kumaşıdır...
devamını gör...

orhan pamuk herkes tarafından bilinen bir yazar. bizim orhan canım. okumadıysanız bile mutlaka adını duydunuz. şimdi size onun yazdığı ilk kitabı anlatacağım. yazar kendi kitabını çok beğenmediğini, anna karenina ve buddenbrooklar eserlerinden esinlendiğini söylüyor.

orhan pamuk ne kadar böyle düşürse düşünsün ben kitabı beğendim. kitap cevdet bey ve oğullarını anlatıyor üç kuşak boyunca. bu kuşakların en büyük önemi ise ülkemizin tarihi, onun değişimi ve bu değişim sırasında insanlarımızın durumlarına büyük ışık tutması. ilk kuşak tabii ki cevdet bey. cevdet bey çok zeki bir öğrenci olmasına rağmen tüccarlığa atılmak zorunda kalır. bundan sonra onun hayatta tek amacı başarılı bir tüccar olmak ve harika bir aileye sahip olmaktır. onun mutlu olması için bunlar yeterlidir. fazlasında hiçbir zaman gözü yoktur. hayatı ev ve iş arasında geçen, küçük mutluluklarla yetinen, dünyayı değiştirmeye çalışmayan, kendi işine bakanların kuşağındandır cevdet bey. bu kuşak da osmanlının son dönemlerine denk gelir. oğullarına gelecek olursak onlar ikinci kuşak oluyorlar. osman ve refik. osman babasına daha çok benzese de -asla tamamen değil- refik bambaşka bir insandır. o çabalamadan büyük bir zenginliğe kavuşmuş, en bilindik tabirle rahat batmış bir insandır. batan rahatı yüzünden kendini anadolu topraklarına atmış, orda köylüleri ve ülkenin halini görüp sürekli kendini ülkeyi düzeltmek için bir şey yapmaya mecbur hisseder. cumhuriyet gelmiş, inkilaplar yapılmış ama gidilecek daha çok yol olduğuna inanan refik sürekli tasarılar peşinde koşar ama elinden de bir şey gelmez. arkadaşları ömer ve muhittin de bu kuşağı özetleyen diğer iki önemli karakterdir ki onlara kitapta oldukça fazla yer verilip sinirlerimiz yeterince zıplatılmıştır. kitapta en kapsamlı anlatılan da bu ikinci kuşaktır. üçüncü kuşağı temsil eden ise ahmet. babası refik gibi o da ülkede bir şeyler değilsin ister ama ahmet ressamdır. sanat onun için her şey olmasına rağmen sanatın ülkesinde bir şeyleri değiştireceğine inanmaz. onun için her şeyi değiştirecek tek şey politika ve siyasettir. sanatını değersiz hisseden ama ondan kopamayan ahmet de ikilemler içinde yaşayan üçüncü kuşağı temsil eder.

bunların yanında kitap modernleşmeyle beraber değişen aile hayatlarını, kadın erkek ilişkilerini de çok güzel anlatıyor. değişim ve kuşak çatışması çok belirgin. üzücü olan tek şey ise bizim yıllar geçse de halk olarak bizim için en iyisinin değil en gözümüzü boyayana inanmamız. dünya değişiyor ama biz çok az değişiyoruz.

kitap 580 sayfa olmasına rağmen çok akıcı ve sıkılmadan okuyorsunuz. yazarı okumaya başlamak için doğru bir tercih olmasa da orhan pamuk severler bu kitabını da mutlaka okumalı.
devamını gör...

bilim ve teknoloji sürekli yenileme ister. biz en iyisine sahibiz diyip bekleyen tavşanı, kaplumbağa yavaş yavaş gelir geçer.
devamını gör...

iki usta, biri diğerinden daha usta...

musa eroğlu - nida ateş

telli turnam selam götür sevgilimin diyarına
devamını gör...

yerli dizilerimizdeki absürdlüklerinden pek de farkı olmayan dizilerdir.

kim ne derse desin, ben seviyorum hint yapımlarını. bir kere harika renkli kıyafetleri var. ne diyorlardı? sari sanırım.

bir de hüzün oluyor , dans ediyorlar; sevinç oluyor dans ediyorlar. komedi yapımları da gerçekten komik oluyor.

aman bir sürü absürd şey izliyoruz. en azından insanlar eğlendiriyor; daha ne olsun? bırakın kurşunu da elleriyle yakalayıversinler.
devamını gör...

(bkz: eşref_ruşen)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

benim 2013 yılında dgs sınavına girdiğim gündü. şu an adını vermek istemediğim yandaş bir tv kanalında staj yapıyordum. hafta sonu da dahil olmak üzere. sınav için yarım gün izin alabilmiştim ve aynı zamanda oruçluydum. hiç yolumun düşmediği ters bir yerde sınava gitmem lazımdı. evimden 3 aktarmalık yolum vardı. tek tek bineceğim otobüse kadar baktım. ilk iki aktarmada sıkıntı olmadı ama otobüsün seferi iptal oldu. hemen panik olan bir insan olduğum için ne yapacağımı şaşırdım on dakika falan. minibüslerin yanına gittim. tek tek okulun adını adresini söyleyerek yakından geçen minibüs aramaya başladım. şans yüzüme güldü. aynı okulda sınava girecek bir kıza denk geldim yardımcı oldu. bir gün önce okula gitmiş hatta eşyalarını emanete vereceği dükkanı bile bulmuş. gittik eşyaları bıraktık. sınava kadar okulun önünde oturup sohbet ettik baya dertleştik. sınavdan sonra da birbirimizi bekleyip aynı yollardan geçtik. otobüsü beraber bekledik, aynı durakta inip metrobüse bindik falan beraber mecidiyeköy'e kadar gittik. yol boyu da ne kadar dert sıkıntı varsa birbirimize anlatıp dertleştik. staj yerine geldiğimde de birbirimize ismimizi bile söylemediğimizi farkettim. resmen beni hiç tanımayan yargılamayacak birine derdimi anlatıp hayatıma devam ettim. bedava terapi gibi bir şey. istanbul'un bir yerinde adımı bile bilmeyen ama tüm sıkıntılarımı bilen bir insan var.
devamını gör...

folloş baksır.
armysuzy.
insanolunbiraz.
devamını gör...

işte.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

birisiyle tanış olmak, birisine sevgi beslemek, birisiyle arkadaş olmak, birisine aşık olmak, birisiyle ortak bir iş yapmak... hepsi hayatımıza yeni pencereler açar. peki ama bu pencere veya kapı misal ne tarafa açılıyor? tanışılan biri, gerçekte nasıl birisi? fakat esas önemli soruyu sormayı çok zaman göz ardı ederiz. sağlıklı bir şüphe ve bilinçle bu soruların yanıtını bulmaya çalışmak aklımıza gelmez. çünkü sevmenin ve güvenmenin kervan gibi yolda düzüleceğini düşünür ve bu düşünceyle düş kırıklığına yol alırız.
devamını gör...

sivas'ta düzenlenen pir sultan abdal şenlikleri sırasında madımak oteli'nin radikal islamcı bir grup tarafından yakılması ve çoğunluğu alevi 33 yazarın, ozanın, düşünürün ve 2 otel çalışanının yanarak ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybetmesi ile sonuçlanan daha sonra halk arasında "yananlardan mısın yoksa yakanlardan mısın" sorusu ile gündeme gelen ve halen devam eden aslında yananında yakanında aynı olduğu sonraları anlaşılan.. dönemin başbakanı gevşek çiller tarafından otel dışında halkımız zarar görmemiştir demesi ve ve diğer gevşek iç işleri bakanı mehmet gazioğlunun tüm suçu aziz nesine yüklediği olaylardır.
olay sonrası göz altına alınanlardan 22 sanık hakkında on beşer yıl, 3 sanık hakkında onar yıl, 54 sanık hakkında üçer yıl, 6 sanık hakkında ikişer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verilmiştir. yargıtay 9. ceza idaresi olayı daha sonra yeniden gündeme getirerek.
28 kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık türk ceza yasası'nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkum edilmiştir. yargıtay 9. ceza dairesi 24 aralık 1998'de hapis cezalarını onamış.. 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozmuştur.. şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 haziran 2000'de 33 sanık devlet güvenlik mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırılmış ancak 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrilmiştir.

hayatını kaybedenler ise..

muhlis akarsu - 45 yaşında, sanatçı
muhibe akarsu - 45 yaşında, muhlis akarsu'nun eşi
gülender akça - 25 yaşında
metin altıok - 53 yaşında, şair, yazar, felsefeci
mehmet atay - 25 yaşında, gazeteci, fotoğraf sanatçısı
sehergül ateş - 29 yaşında
behçet sefa aysan - 44 yaşında, şair
erdal ayrancı - 35 yaşında
asım bezirci - 66 yaşında, araştırmacı, yazar
belkıs çakır - 18 yaşında
serpil canik - 19 yaşında
muammer çiçek - 26 yaşında, aktör
nesimi çimen - 62 yaşında, şair, sanatçı
carina cuanna thuijs - 23 yaşında, hollandalı akademisyen
serkan doğan - 19 yaşında
hasret gültekin - 22 yaşında şair, sanatçı
murat gündüz - 22 yaşında
gülsüm karababa - 22 yaşında
uğur kaynar - 37 yaşında, şair
asaf koçak - 35 yaşında, karikatürist
koray kaya - 12 yaşında
menekşe kaya - 15 yaşında
handan metin - 20 yaşında
sait metin - 23 yaşında
huriye özkan - 22 yaşında
yeşim özkan - 20 yaşında
ahmet özyurt - 21 yaşında
nurcan şahin - 18 yaşında
özlem şahin - 17 yaşında
asuman sivri - 16 yaşında
yasemin sivri - 19 yaşında
edibe sulari - 40 yaşında, sanatçı
inci türk - 22 yaşında
ahmet öztürk - 21 yaşında (otel çalışanı)
kenan yılmaz - 21 yaşında (otel çalışanı)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yampiri yumpiri oldu, idare edin.
devamını gör...

fantastik kurgu kitaplar ve seriler birkaç örnek hariç özgünlük konusunda sıkıntı yaşarlar. kuralları önceden çizilmiş bir dünya gibidir bu alan ve herkes bu dünyadaki genel kabullerden memnundur. kimse o kırmızı çizgileri geçmeye meyletmez. geçenlerin yarattığı birkaç örnekte efsane olmuştur zaten. michael moorcock'un melnibone'lu elric'i böyle bir seridir misal. ya da margaret weis ve tracy hickman'ın yazdığı ölüm kapısı serisi'de öyle. ne zaman ki bu alanda bir yazar tolkien'e dair zincirleri kırar, işte o zaman ortaya okunası bir eser çıkar. zaman çarkı serisi de bunlardan birisidir. evvela jordan bilinen kurallara çok bağlı kalmıyor. temel ırksal batakların içine düşüp sadece hikâyeyi değiştirme cinliğine meyletmiyor. bambaşka bir hareket noktası var. ve o hareket noktası da ciddi anlamda başarılı. nasıl başlarsa öyle gider diye bir tabir var ya, hah işte jordan iyi başlıyor ve serisini de zaman çarkını dokuduğu gibi dokuyor ki bu arada o fikirde fena fikir değil ve bence göndermesi de yerinde.

ben genelde hikayelerden ve kitapların konularından bahsetmeyi sevmiyorum. mevzuları, okuyacak olanların kursağında bırakmanın lüzumu yok. lakin birkaç şeyin altını çizmem lazım. jordan'ın tasvirleri muhteşem. zaten bu sayede serinin durağan geçen bölümlerinde bile akıcılığı sağlayabiliyor. gerek karakterler gerekse mekanlar ve olaylar anlatılırken gözünüze projeksiyon perdesi sokulmuş tavşan moduna giriyorsunuz zira her şey yerli yerinde gözünüzde canlanıyor. bu da zaten onun anlatım dilinin ne kadar ayrıntıcı olduğunun kanıtı. şimdi bazılarınız diyebilir ki, film izlemek istersek sinemada izleriz, kitap bu, bu kadar ayrıntıya ne gerek var? evet aynen öyle! kitap bu ve siz o filmi kafanızda izliyorsunuz, ayrıntı da bunun için lazım. yazarın bu ayrıntıcı tavrı bazılarını sıksa ve direkt seriyi gömme moduna geçseler de, o ayrıntılar cidden bu serinin alameti farikası. seriyi diğer birçok seriden ayıran temel özellikte bizatihi bu tavır ve tutum.

bu seriye dair her daim kafamda kalan soru işareti ise şu olacak; robert abimiz vefat etmeseydi geri kalan kitaplardaki anlatım tarzı nasıl olacaktı? zira onun ayrıntıcı anlatımına o kadar alışmıştık ki, brandon sanderson'ın anlatımı bana hep daha vasat geldi. diğer kitaplar yazılırken elbette robert abimizin notlarından ve yol haritalarından yararlanıldı ama o anlatımdaki özgünlük? işte onu bir türlü bulamadık. insan nasıl olurdu acaba demekten kendisini alamıyor. hele ki o final ve savaş sahnelerini robert abi nasıl tasvir ederdi bunu düşünmek bile insanı başka yerlere götürüyor.

hülasa; bu seri tasvir özgünlüğü, konu bütünlüğü ve en önemlisi fantastik kurgunun ırksal bataklığına düşmeden yazıldığı için ziyadesiyle değerli bir seridir. ha tabi benim için bir de ogier mevzusu var ama bu tamamen kişisel * bu arada kitap sayısı gözünüzü korkutmasın, su gibi akıp gidiyor.
devamını gör...

esas ona gidilir,
psikoloğa sadece sağlıksız insanlar gitmez, sağlıklı insanlar da gider, hatta psikoloğa gitmek sağlıklı birşeydir,
nasılki arada bir kan, idrar tahlili yaptırırsın, şeker, demir, vitamin vs baktırırsın, onun gibi, psikolog da psikoloğa gidebilir.

ayrıca, bir tanıdığımızın oğlu uzman psikolog olarak çalışmaya başladı özel bir hastanede, sanırım 1-2 yıl oldu, psikologların da mesleki olarak düzenli gitmesi gerektiği için, kendiside terapiye başlıycaktı, yani profesyonel bir hareket bu arkadaşım.
devamını gör...

nereden baksan harika hareket. çok güldüm valla ben görünce.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

en fazla on metre koşarım. sonra dalağım şişiyor.
devamını gör...

72 saatlik oyun açılıp, hamle yapılması için darlanmazsa katılabilirim. ancak bu durumda turnuva birkaç aya bitebilir. o yüzden turnuvayı sabote etmemek adına kenarıya çekiliyorum. *

herkese bol şans dilerim. umarım oyunlar her iki tarafa da "bu ne abi sesli/sessiz harf gelmiyor" diye çok sövdürmez.

favorim 4-3-3 oynatan aykut. şampiyonluğu mecidiyeköy'de birlikte kutlayacağız.

ekleme: #702293 numaralı tanımı okuyunca katılmayışımın çok doğru bir karar olduğuna kanaat getirdim. 27 kişi katılım gösterse ve ilk gruptan çıkıp ikinci gruba dahil olunsa turnuvanın bitmesi için 32 oyun oynamak gerekiyor. ben 32 oyunu 3-5 ayda oynuyorum. *

ekleme 2: bak bu oyunda da çok hile dönüyor. kelime üretme uygulamaları var bir sürü. bu işlere tevessül edilmesin rica edeceğim. garip garip kelime yazanlar olursa ibreti alem için hi my i run'a teslim edelim. *
devamını gör...

insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine ya da orijinal adiyla discours sur l'origine et les fondements de l'inégalité parmi les hommes. cenevreli filozof, jean-jacques rousseau tarafindan yazilmis ve 1755'de yayinlanmis bir denemedir.

rousseau, bu denemede, adindan da anlasilabilecegi gibi insanlarin arasindaki esitsizligin kaynagini anlamaya calisir. bunun icin, rousseau insanlarin primitif oldugu donemleri hayal eder ve insanin ilkel caglardan gunumuze nasil geldigini ve toplum gelisirken nasil esitsizliklerin de arttigini anlatir.

rousseau, ilkel ve dogal hayati utopik olarak resmeder. doga durumunda, insan bolluk icinde yasar. doga, insana karnini doyuracak derecede besini saglar ve insanin cok az calismasini gerektirir. bu toplumsuz bir yasam modelidir. (bkz: le mythe du bon sauvage)

rousseau, esitsizligin kaynaginin mulkiyet oldugunu dusunur. rousseau'ya gore, ilk esitsizlik, bir insanin "bu benim" demesi sonucu ortaya cikmistir. mulkiyet toplumu yaratmis, toplum yasalari ve yasalar da esitsizliklerin korundugu ve saglamlastirdigi politik sistemleri yaratmislardir. mesela (bkz: monarşi) ve (bkz: aristokrasi).
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim