hayatından boş arkadaşları çıkarta çıkarta hiçbir arkadaşının kalmaması
şu an farkına vardığım durum. tüm hayatıma zarar veren boş arkadaşlarımı çıkartıyorum ama hiç arkadaşım kalmadığını hissediyorum sizce doğru mu yapıyorum çok düşünüyorum bu konuyu.
devamını gör...
türk insanının beceremediği şeyler
dinlemek, anlamak, empati.
devamını gör...
bir insanın kaliteli olduğunu gösteren detaylar
hizmet sektöründe çalışanlara nasıl davranması gerektiğini bilmesi, onların da insan olduğunu bilmesi. gerçi kimi çalışanlar da kaba olabiliyorlar ama bu kendi nezaketini kaybetmesi gerektiğini göstermez. nezaket, üslup mühim şeyler.
devamını gör...
hiç bitmeyecek sanılan şeyler
hayat...
devamını gör...
cehenneme gidildiğinde yapılacak ilk aktivite
günlük rutinime devam ederim diye düşünüyorum.
ee kul nasıl biliyorsa yaradan öyle değil miydi?
benim bilişim bu yönde.
madem cehennemimizi kendimiz yaratıyor, odunumuzu kendimiz taşıyoruz o tarafa eh bir zahmet ben de kendi yaşamımdan bir şeyler taşıyayım ötelere.
herkesin cehennemine kimse karışamaz.
saygılar...
ee kul nasıl biliyorsa yaradan öyle değil miydi?
benim bilişim bu yönde.
madem cehennemimizi kendimiz yaratıyor, odunumuzu kendimiz taşıyoruz o tarafa eh bir zahmet ben de kendi yaşamımdan bir şeyler taşıyayım ötelere.
herkesin cehennemine kimse karışamaz.
saygılar...
devamını gör...
medusa
bir yunan tanrısı. eskiden çok güzel birisi olup athena'nın kıskanması sonucu yeraltı dünyasına gönderilmiştir. saçları yılandandır ve baktığı her şeyi taşa çevirir. rivayet odur ki poseidon medusa'nın güzelliğinden o kadar mest olmuştur ki ona athena'nın tapınaklarından birinde zorla ilişki yaşamıştır. bu nedenden bu hale gelmiştir. perseus tarafından öldürülmüştür.
devamını gör...
sait faik abasıyanık
türk edebiyatı'nın öykü türünde çığır açan öykücüsü.
kendisinden sonra gelen sanatçıların birçoğunu (oktay akbal, adalet ağaoğlu, bütün ıı. yeni şairleri, ferit edgü, demir özlü, cemal süreya, sezai karakoç, murathan mungan.... ve günümüzdeki genç öykücülerin belki hepsini) etkilemiş bir yazardır.
hakkında her yerde okunabilecek satırlar yazmak istemiyorum. belki az bilinen birkaç şey.
babası sert bir adam, zengin, tüccar. annesi ve babası, sait faik daha ilkokuldayken üç buçuk yıl ayrılıyorlar. bu süre içinde sait faik babasıyla kalıyor, annesini bazen hafta sonları görebiliyor. annesi oğluna çok düşkün, çok ilgili, babasının tam tersi. babası ondan kendisi gibi başarılı biri olmasını istiyor ve bunun için çok çaba ve para harcıyor. ama sait faik, doğuştan uyumsuz, doğuştan aylak.
eşcinsel olması, annesinin aşırı korumacılığı, babasının sert mizacıyla birleşip 'oidipus kompleksi'ni burada da işletebilir miyizi düşündürüyor bize.
annesi, oğlunun erken ölümünün ardından, sait faik'in de önceden vasiyet etmesiyle mal varlığının çoğunu ve sait faik'in eselerinin telif hakkını 'darüşşafaka cemiyeti'ne bağışladı. türkiye'de verilen en saygın edebiyat ödüllerinden biri 'sait faik hikaye armağanı'dır. bu ödülü kazanmak türkiye'de yazan her yazarın hayalidir. ödül 1955 yılından beri her yıl düzenli olarak verilmektedir. (bir diğer yazımın konusu da bu ödülü şimdiye kadar almış sanatçıların tam listesi olsun.)
aşağıda, onun son kuşlar öyküsünde 'konstantin' figürüyle belirginleşen baba nefretini açıkça görebiliriz diye düşünüyorum.
son kuşlar
kış adanın bir tarafında yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız poyraz, maystro, dramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel halinde seferber ettiği zaman; öteki yakada yaz, daha pılısını pırtısını toplamamış, bir kenara oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur. gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde bir pasaport, çıkınında üç beş altın, bekliyen bu güzel yüzlü göçmen tazeyi benden başka bu adada seven hemen hiç kimse yoktur, diyebilirim —övünmek için değil—.
herkesin yeni başlayacak olan altı yedi aylık soğuk hayata kendini şimdiden alıştırmak ve hazırlamak için bir şeyler yapmaya çalıştığı öyle günlerde ben, tembelliğim, hep kaçanı kovalayan huyumla yaz’ın, o güzel göçmenin peşine düşmüşümdür. nerede yakalarsam orada kucaklarım onu. kimi bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. kimi bir çalılığın kenarındaki çimenlikte bütün eski ihtişamiyle daha yeni başlamıştır.
yazın daha parça parça, liyme liyme, bohça bohça eşyalarıyle gitmek için fazla telâş etmediği ada’nın bu yakasında hiç ev yoktur. yalnız bir tek kır kahvesi vardır.
bir küçük koyun hemen beş on metre yukarısında bir apartman terası kadar ufak bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde hâlâ karıncalar gezer. hâlâ sinekler kahve fincanının etrafına konarlar. bütün sesler kesilmiştir. kimi gökyüzünden bir uçak homurtusu gelir. içindeki, şimdi yeşilköy’e şimdi yeşilköye inecek yolcuları düşündüğüm yalnız bu yazıyı yazarken oldu. ondan evvel de uçaklar geçmişti. ama, hiç içindeki yolcuların yeşilköye neredeyse ineceklerini, daha daha şu iki satırın sonunda inmiş bile olduklarını düşünmemiştim.
kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdır. kahveciden çok, ters bir devlet memuru hüviyeti taşır. hastalıklı olmasa, doktorlar fazla yorulmamasını sağlık vermemiş olsalar, dünyada kahveci olmazdı. tersine, ben bütün ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için kahveci olamamışımdır. bir kır kahvesi, bir köyün kahvesinin üç beş gediklisi.. bundan güzel bir ömür mü olur, elli altmış senelik yaşama bundan güzel başlar ve biter mi?
ağaçtan ağaca serilmiş beyaz çamaşırlar bu kadar durgun, güneşsiz, ıslak bir şekilde ılık havada hiç kurumayacaklar. bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar... asmanın yaprakları daha yemyeşil. bizim bahçedeki kurudu bile.
deniz. bozburun’a doğru başını almış gidiyor. uzaklarda görünen, istanbulun neresi kim bilir? sesler neden gelmiyor?
bir başka uçağın sesi gelmeye başladı. bizim ada, uçakların üstünden geçtikleri bir yol güzergâhı olmalı ki hep ya üstümden, ya solumdan geçip gidiyorlar. kedi sustu. köpeğim gözünü kapadı. karga sesleri geliyor şimdi de. vaktiyle bu adaya bu zamanda kuşlar uğrardı. cıvıl cıvıl öterlerdi. küme kiime bir ağaçtan ötekine konarlardı.
iki senedir gelmiyorlar.
belki geliyorlar da ben farkına varmıyorum.
sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, adanın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. içim cız ederdi.
büyüklerin ellerinde birbirine yapışmış pislik renginde acaip çomaklar vardı.
bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları bir ufacık ağacın altına çığırtkan kafesiyle bırakırlar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşun feryadına, dostluk, arkadaşlık,yalnızlık sesine doğru bir küme gelirler. çayırlıkta bir başka ağacın gölgesinde birikmiş çoluklu çocuklu kocaman herifler bir müddet bekleşirler. sonra kuşların üşüştüğü ağaca doğru yavaş yavaş yürürlerdi. ökselerden kurtulmuş dört beş kuş, bir başka ökseye doğru şimdilik uçup giderken birer damlacık etleriyle birer tabiat harikası olan kuşları toplarlar, hemen dişleriyle oracıkta boğarlardı. ve hemen canlı canlı yolarlardı.
hele bir tanesi vardı, bir tanesi. çocukları bu işe seferber eden de oydu. ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da...
konstantin isminde bir herifti, galatada bir yazıhanesi vardı. zahire tüccarıydı. kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi... o esmerle sarışın arası isketelerin bir damlacık etlerinden yapacağı pilâvın hazziyle pırıl pırıl yanan krom dişleriyle nasıl koparırdı kuşun imiğini, bir görseydiniz...
hani sessiz, zenginiğini belli etmez, mütevazı adamdı da.. konu komşusu da severdi hani. hiç bir şeye, hiç bir dedikoduya karışmazdı. sabahleyin işine kısa kısa adımlarla koşarken, akşam filesini doldurmuş vapurdan çıkarken görseniz iriliğine, sallapatiliğine, karamanlı ağzı konuşuşuna, basit ama, hesaplı fikirlerine, iki kadeh atmışsa yine basit, sevimli şakalarına karşı hakkında kötü bir hüküm de veremezdiniz..
kendi halinde, işi yolunda, hesaplı yaşayan bin bir tanesinden bir tanesiydi.
ama, güz mevsiminde birdenbire canavar kesilirdi. akşam beş otuz beş vapurunun arka tarafında yerleştiği iskemlesinde denizin üstüne oldukça mülâyim bakan gözlerini havaya kaldırır, eylül sonlarına doğru böyle şairane gökyüzüne bakardı. birden yüzünün ve gözlerinin parladığını görürdünüz.
havada ve denizdeki tirşe maviliğin üstünde bir takım esmer damlacıklar görünürdü. sağa sola oynarlar, sonra bir istikamet tutturur, bu esmer lekecikler geçip giderlerdi.
konstantin efendi, onların çok uzaktan geçtiklerini görebilirdi. gözlerini kısardı. esmer lekelerin adalar istikametinde gittiklerini görür, etrafına bakar, bir tanıdık görecek olursa gözünü kırpar, gökyüzüne bir işaret çakar:
— bizim pilâvlıklar geldi, derdi.
kuşlar pek yakından geçmişse, seslerini taklit ederek kalın dudaklariyle dişlerinin arasından onlara seslenirdi. kuşların çoğunca aldandıklarına, bu sesi duyarak, dost sesi sanıp vapur etrafında bir dönüp uzaklaştıklarına şahit olmuşumdur.
havalar sertleşir, poyrazlar, lodoslar birbirini kovalar, günün birinde teşrinlerin sonlarına doğru ılık, hiç rüzgârsız, parça parça oynamıyan bulutlu, tatlı, sümbülî günlerde o en çığırtkan kafes kuşunu nereden bulursa bulur, mahalle çocuklarını çağırtır; bin tanesi 250 gram et vermiyen sakaları, isketeleri, floryaları, aralarına karışmış serçeleri gökyüzünden birer birer toplardı.
seneler var ki kuşlar gelmiyor. daha doğrusu ben göremiyorum. güzün o güzel günlerini penceremden görür görmez konstantin efendinin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor. halbuki sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmıyan güneşi, durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor.
her memlekette kıra çıkan her insan kuş sesleriyle böyle şeyler düşünecektir. konstantin efendi mani oluyor. zaten kuşlar da pek gelmiyorlar artık. belki birkaç seneye kadar nesilleri de tükenecek. her memlekette kaç tane konstantin efendi var kim bilir. kuşlardan sonra şimdi de milletin yeşilliğine musallat olurdular. geçen gün yol kenarlarındaki yeşilliklere basmaya kıyamıyarak yola çıkmıştım. konstantin efendinin günlerinden bir gündü. gökte hiç kuş gözükmüyordu. evden çıkarken isketemin kafesine bir incir yapıştırdım. isketem tek gözünü verip bana dostlukla bakmış, incir çekirdeğini kırmaya çalışıyordu.
onu ev duvarının bir kenarına çaktığım çiviye asmış, yola çıkmıştım. kuşlar yoktu şimdi havada ama, yolun kenarında yeşillikler vardı ya... baktım: bu yeşilliklerin bâzı yerleri sökülmüş, biraz ileride dört çocuğa rastladım. yürüyorlar. yeşilliklerin en güzel yerinde duruyor, bir kaldırım taşı kadar büyük bir parçayı belle söküyorlar, bir çuvala dol duruyorlardı:
— ne yapıyorsunuz, yahu? dedim.
— sana ne? dediler. fıkara, üstleri yırtık pırtık yavrulardı.
— canım, neden söküyorsunuz? dedim.
— mühendis ahmet bey söktürüyor.
— ne yapacak bunları?
— yukarıda deri tüccarı hollandalı var ya, hani onun bahçesini düzeltiyorlar da...
— ingiliz çimi alsın, eksin, mademki herif zengin..
— ingiliz çimiyle bu bir mi?
— bu daha mı iyi?
— iyi de lâf mı?
bunun üstüne çimen mi olur? hollandalı öyle demiş karakola koştum. polislere haber verdim. gûya menettiler. gizli gizli yine çimenler yer yer söküldü. mühendis ahmet beye ceza bile kesilmedi. belediye talimatnamesinde yol kenarlarındaki çimenleri sökmek, cezayı mucip olmuyormuş.
kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
dünya değişiyor dostlarım. günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremiyeceksiniz. günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremiyeceksiniz. bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. sizin için kötü olacak. benden hikâyesi.
(yazarın 1952’de yayınlanan «son kuşlar» adlı hikâye kitabından)
sait faik abasıyanık
vatan gazetesi, 12.5.1954
kendisinden sonra gelen sanatçıların birçoğunu (oktay akbal, adalet ağaoğlu, bütün ıı. yeni şairleri, ferit edgü, demir özlü, cemal süreya, sezai karakoç, murathan mungan.... ve günümüzdeki genç öykücülerin belki hepsini) etkilemiş bir yazardır.
hakkında her yerde okunabilecek satırlar yazmak istemiyorum. belki az bilinen birkaç şey.
babası sert bir adam, zengin, tüccar. annesi ve babası, sait faik daha ilkokuldayken üç buçuk yıl ayrılıyorlar. bu süre içinde sait faik babasıyla kalıyor, annesini bazen hafta sonları görebiliyor. annesi oğluna çok düşkün, çok ilgili, babasının tam tersi. babası ondan kendisi gibi başarılı biri olmasını istiyor ve bunun için çok çaba ve para harcıyor. ama sait faik, doğuştan uyumsuz, doğuştan aylak.
eşcinsel olması, annesinin aşırı korumacılığı, babasının sert mizacıyla birleşip 'oidipus kompleksi'ni burada da işletebilir miyizi düşündürüyor bize.
annesi, oğlunun erken ölümünün ardından, sait faik'in de önceden vasiyet etmesiyle mal varlığının çoğunu ve sait faik'in eselerinin telif hakkını 'darüşşafaka cemiyeti'ne bağışladı. türkiye'de verilen en saygın edebiyat ödüllerinden biri 'sait faik hikaye armağanı'dır. bu ödülü kazanmak türkiye'de yazan her yazarın hayalidir. ödül 1955 yılından beri her yıl düzenli olarak verilmektedir. (bir diğer yazımın konusu da bu ödülü şimdiye kadar almış sanatçıların tam listesi olsun.)
aşağıda, onun son kuşlar öyküsünde 'konstantin' figürüyle belirginleşen baba nefretini açıkça görebiliriz diye düşünüyorum.
son kuşlar
kış adanın bir tarafında yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız poyraz, maystro, dramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel halinde seferber ettiği zaman; öteki yakada yaz, daha pılısını pırtısını toplamamış, bir kenara oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştur. gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde bir pasaport, çıkınında üç beş altın, bekliyen bu güzel yüzlü göçmen tazeyi benden başka bu adada seven hemen hiç kimse yoktur, diyebilirim —övünmek için değil—.
herkesin yeni başlayacak olan altı yedi aylık soğuk hayata kendini şimdiden alıştırmak ve hazırlamak için bir şeyler yapmaya çalıştığı öyle günlerde ben, tembelliğim, hep kaçanı kovalayan huyumla yaz’ın, o güzel göçmenin peşine düşmüşümdür. nerede yakalarsam orada kucaklarım onu. kimi bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. kimi bir çalılığın kenarındaki çimenlikte bütün eski ihtişamiyle daha yeni başlamıştır.
yazın daha parça parça, liyme liyme, bohça bohça eşyalarıyle gitmek için fazla telâş etmediği ada’nın bu yakasında hiç ev yoktur. yalnız bir tek kır kahvesi vardır.
bir küçük koyun hemen beş on metre yukarısında bir apartman terası kadar ufak bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde hâlâ karıncalar gezer. hâlâ sinekler kahve fincanının etrafına konarlar. bütün sesler kesilmiştir. kimi gökyüzünden bir uçak homurtusu gelir. içindeki, şimdi yeşilköy’e şimdi yeşilköye inecek yolcuları düşündüğüm yalnız bu yazıyı yazarken oldu. ondan evvel de uçaklar geçmişti. ama, hiç içindeki yolcuların yeşilköye neredeyse ineceklerini, daha daha şu iki satırın sonunda inmiş bile olduklarını düşünmemiştim.
kahvecinin kendisi sevimsiz bir adamdır. kahveciden çok, ters bir devlet memuru hüviyeti taşır. hastalıklı olmasa, doktorlar fazla yorulmamasını sağlık vermemiş olsalar, dünyada kahveci olmazdı. tersine, ben bütün ömrümce iyi bir kahve bulamadığım için kahveci olamamışımdır. bir kır kahvesi, bir köyün kahvesinin üç beş gediklisi.. bundan güzel bir ömür mü olur, elli altmış senelik yaşama bundan güzel başlar ve biter mi?
ağaçtan ağaca serilmiş beyaz çamaşırlar bu kadar durgun, güneşsiz, ıslak bir şekilde ılık havada hiç kurumayacaklar. bu kedi, tahta masanın üstüne çıkmış, köpeğime durmadan homurdanacak mı? sandalyenin üstündeki vişneçürüğü rengindeki delik çoraplar... asmanın yaprakları daha yemyeşil. bizim bahçedeki kurudu bile.
deniz. bozburun’a doğru başını almış gidiyor. uzaklarda görünen, istanbulun neresi kim bilir? sesler neden gelmiyor?
bir başka uçağın sesi gelmeye başladı. bizim ada, uçakların üstünden geçtikleri bir yol güzergâhı olmalı ki hep ya üstümden, ya solumdan geçip gidiyorlar. kedi sustu. köpeğim gözünü kapadı. karga sesleri geliyor şimdi de. vaktiyle bu adaya bu zamanda kuşlar uğrardı. cıvıl cıvıl öterlerdi. küme kiime bir ağaçtan ötekine konarlardı.
iki senedir gelmiyorlar.
belki geliyorlar da ben farkına varmıyorum.
sonbahara doğru birtakım insanların çoluk çocuk ellerinde bir kafes, adanın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. içim cız ederdi.
büyüklerin ellerinde birbirine yapışmış pislik renginde acaip çomaklar vardı.
bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları bir ufacık ağacın altına çığırtkan kafesiyle bırakırlar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşun feryadına, dostluk, arkadaşlık,yalnızlık sesine doğru bir küme gelirler. çayırlıkta bir başka ağacın gölgesinde birikmiş çoluklu çocuklu kocaman herifler bir müddet bekleşirler. sonra kuşların üşüştüğü ağaca doğru yavaş yavaş yürürlerdi. ökselerden kurtulmuş dört beş kuş, bir başka ökseye doğru şimdilik uçup giderken birer damlacık etleriyle birer tabiat harikası olan kuşları toplarlar, hemen dişleriyle oracıkta boğarlardı. ve hemen canlı canlı yolarlardı.
hele bir tanesi vardı, bir tanesi. çocukları bu işe seferber eden de oydu. ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da...
konstantin isminde bir herifti, galatada bir yazıhanesi vardı. zahire tüccarıydı. kalın, tüylü bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi... o esmerle sarışın arası isketelerin bir damlacık etlerinden yapacağı pilâvın hazziyle pırıl pırıl yanan krom dişleriyle nasıl koparırdı kuşun imiğini, bir görseydiniz...
hani sessiz, zenginiğini belli etmez, mütevazı adamdı da.. konu komşusu da severdi hani. hiç bir şeye, hiç bir dedikoduya karışmazdı. sabahleyin işine kısa kısa adımlarla koşarken, akşam filesini doldurmuş vapurdan çıkarken görseniz iriliğine, sallapatiliğine, karamanlı ağzı konuşuşuna, basit ama, hesaplı fikirlerine, iki kadeh atmışsa yine basit, sevimli şakalarına karşı hakkında kötü bir hüküm de veremezdiniz..
kendi halinde, işi yolunda, hesaplı yaşayan bin bir tanesinden bir tanesiydi.
ama, güz mevsiminde birdenbire canavar kesilirdi. akşam beş otuz beş vapurunun arka tarafında yerleştiği iskemlesinde denizin üstüne oldukça mülâyim bakan gözlerini havaya kaldırır, eylül sonlarına doğru böyle şairane gökyüzüne bakardı. birden yüzünün ve gözlerinin parladığını görürdünüz.
havada ve denizdeki tirşe maviliğin üstünde bir takım esmer damlacıklar görünürdü. sağa sola oynarlar, sonra bir istikamet tutturur, bu esmer lekecikler geçip giderlerdi.
konstantin efendi, onların çok uzaktan geçtiklerini görebilirdi. gözlerini kısardı. esmer lekelerin adalar istikametinde gittiklerini görür, etrafına bakar, bir tanıdık görecek olursa gözünü kırpar, gökyüzüne bir işaret çakar:
— bizim pilâvlıklar geldi, derdi.
kuşlar pek yakından geçmişse, seslerini taklit ederek kalın dudaklariyle dişlerinin arasından onlara seslenirdi. kuşların çoğunca aldandıklarına, bu sesi duyarak, dost sesi sanıp vapur etrafında bir dönüp uzaklaştıklarına şahit olmuşumdur.
havalar sertleşir, poyrazlar, lodoslar birbirini kovalar, günün birinde teşrinlerin sonlarına doğru ılık, hiç rüzgârsız, parça parça oynamıyan bulutlu, tatlı, sümbülî günlerde o en çığırtkan kafes kuşunu nereden bulursa bulur, mahalle çocuklarını çağırtır; bin tanesi 250 gram et vermiyen sakaları, isketeleri, floryaları, aralarına karışmış serçeleri gökyüzünden birer birer toplardı.
seneler var ki kuşlar gelmiyor. daha doğrusu ben göremiyorum. güzün o güzel günlerini penceremden görür görmez konstantin efendinin bulunabileceği sırtları hesaplayarak yollara çıkıyorum. bir kuş cıvıltısı duysam kanım donuyor, yüreğim atmıyor. halbuki sonbahar kocayemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmıyan güneşi, durgun maviliği, bol yeşiliyle kuşlarla beraber olunca insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor.
her memlekette kıra çıkan her insan kuş sesleriyle böyle şeyler düşünecektir. konstantin efendi mani oluyor. zaten kuşlar da pek gelmiyorlar artık. belki birkaç seneye kadar nesilleri de tükenecek. her memlekette kaç tane konstantin efendi var kim bilir. kuşlardan sonra şimdi de milletin yeşilliğine musallat olurdular. geçen gün yol kenarlarındaki yeşilliklere basmaya kıyamıyarak yola çıkmıştım. konstantin efendinin günlerinden bir gündü. gökte hiç kuş gözükmüyordu. evden çıkarken isketemin kafesine bir incir yapıştırdım. isketem tek gözünü verip bana dostlukla bakmış, incir çekirdeğini kırmaya çalışıyordu.
onu ev duvarının bir kenarına çaktığım çiviye asmış, yola çıkmıştım. kuşlar yoktu şimdi havada ama, yolun kenarında yeşillikler vardı ya... baktım: bu yeşilliklerin bâzı yerleri sökülmüş, biraz ileride dört çocuğa rastladım. yürüyorlar. yeşilliklerin en güzel yerinde duruyor, bir kaldırım taşı kadar büyük bir parçayı belle söküyorlar, bir çuvala dol duruyorlardı:
— ne yapıyorsunuz, yahu? dedim.
— sana ne? dediler. fıkara, üstleri yırtık pırtık yavrulardı.
— canım, neden söküyorsunuz? dedim.
— mühendis ahmet bey söktürüyor.
— ne yapacak bunları?
— yukarıda deri tüccarı hollandalı var ya, hani onun bahçesini düzeltiyorlar da...
— ingiliz çimi alsın, eksin, mademki herif zengin..
— ingiliz çimiyle bu bir mi?
— bu daha mı iyi?
— iyi de lâf mı?
bunun üstüne çimen mi olur? hollandalı öyle demiş karakola koştum. polislere haber verdim. gûya menettiler. gizli gizli yine çimenler yer yer söküldü. mühendis ahmet beye ceza bile kesilmedi. belediye talimatnamesinde yol kenarlarındaki çimenleri sökmek, cezayı mucip olmuyormuş.
kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
dünya değişiyor dostlarım. günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremiyeceksiniz. günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremiyeceksiniz. bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. sizin için kötü olacak. benden hikâyesi.
(yazarın 1952’de yayınlanan «son kuşlar» adlı hikâye kitabından)
sait faik abasıyanık
vatan gazetesi, 12.5.1954
devamını gör...
galatasaray
efsanesi hakan şükür diyenlerin, efsaneleri zekeriya öz falan anasını satayım.
daha duruyor fotoğraflar buraya atalım mı cik cik?
aziz falan taktik veriyor hani?
tanım: türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı spor kulübü. aynı zamanda öyle bir geçirmiş ki acısı hala çıkmamış ağlayanlar mevcut başlık altında.*
edit: atıyorum fotoğraflarıda buyrun. bundan sonra bir kurum ya da kuruluşa klavye üzerinden sallamadan kendi arka bahçenize bir bakın bir göz gezdirin. gerçekler acıdır sarı kanaryalar.
daha duruyor fotoğraflar buraya atalım mı cik cik?
aziz falan taktik veriyor hani?
tanım: türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı spor kulübü. aynı zamanda öyle bir geçirmiş ki acısı hala çıkmamış ağlayanlar mevcut başlık altında.*
edit: atıyorum fotoğraflarıda buyrun. bundan sonra bir kurum ya da kuruluşa klavye üzerinden sallamadan kendi arka bahçenize bir bakın bir göz gezdirin. gerçekler acıdır sarı kanaryalar.
devamını gör...
gereksiz abartılan şeyler
kahve.
kahveyi çok seven biri olarak söylüyorum bunu, yapmayın kahvenizi için ve susun. sabah kahve içmeden kesinlikle ayılamadığınızla, kahveyi saat yönünde karıştırmadan asla içemediğinizle falan kimse ilgilenmiyor.
kahveyi çok seven biri olarak söylüyorum bunu, yapmayın kahvenizi için ve susun. sabah kahve içmeden kesinlikle ayılamadığınızla, kahveyi saat yönünde karıştırmadan asla içemediğinizle falan kimse ilgilenmiyor.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
an itibariyle, yüreğimizdeki korları bir kez daha hatırlatan yayın.
devamını gör...
boğazlı kazak
sakallı olmamdan dolayı boğaz yakası sakallarıma batıp ciltte kızarıklık yapınca, giymeye son verdiğim kış güzeli.
devamını gör...
sırt kaşımak
ücretsiz vücut egzersizi sağlayan eylemdir.
devamını gör...
kendi saçını kesmek
4 senedir saçlarımı kendim kesen biri olarak halinize acıdım ve toplanın anlatıyorum.
aslında hiç de zor olmayan ve simetri ayarını tutturduğunuzda insana stres attıran bir eylem.
2 şekilde denedim bunu ve ikisinde de istediğim görünümü elde ettim. ayrıca kakül kesimini de anlatacağım. alımlı bir kadın olmak zordur hoff.
ilk yöntem:
saçlarınızı düzleştiriyorsunuz kusursuz şekilde. üç parçaya ayırıyorsunuz, arka ve iki yan olmak üzere. saçınız çok gür ise arttırabilirsiniz. bana 3 yetiyor.
dümdüz tarıyorsunuz saçınızı, bir tutam kılavuz saç parçası belirliyorsunuz, bu kılavuza göre tüm kesimi yapacaksınız. boyu istediğiniz şekilde ayarlayıp kılavuz parçayı kesiyorsunuz, elimizi ayağımızı titretmeden ayırdığımız her parçada kılavuzu diğer tutamların yanına koyarak eşit boyda kesiyorsunuz.
ikinci yöntem:
bu yöntem önlere doğru uzun arkası kısa saç modeli elde etmenizi sağlar. muazzam bir kısa saç modelidir, özellikle yüz şekliniz biraz daha uzun görünsün istiyorsanız.
bunun içinde yine kusursuz bir şekilde saçları düzleştirmeniz gerekiyor. kusursuz bir şekilde enseden de at kuyruğu yapmalısınız. potluk olmamasına dikkat edin çünkü geri dönüşü zor olan yamuk bir kesim elde edersiniz.
enseden yaptığınız at kuyruğuna ya hak! diyerek istediğiniz boyda olacak şekilde makası vuruyorsunuz. eli ayağı titretmeyin. dümdüz başladığınız gibi kesmeye dikkat edin, saçı kestiğiniz anda at kuyruğu çözülüyor ve arkalara göre daha uzun saçlar yüzünüze dökülüyor. harika bir model harika. 1,5 sene bu modeli kullandım. uzadıkça makası vurdum. çok seksi gösteriyor insanı.
kakül için de bir adet permatiğin ucunu kırıyorsunuz. saçın önünü düzleştirip, kenarları bırakarak orta alın kısmına denk gelen tutamı alıp jiletle belirlediğiniz kısmı kesiyorsunuz. daha sonra yanlarda bıraktığımız uzun saçları orta bölüme nazaran daha uzun boyda jiletliyoruz. işin tricki bu beybiler; jilet kulandığınız için makas izi kalmıyor ve kırpılmış koyuna benzemiyorsunuz. *
aslında hiç de zor olmayan ve simetri ayarını tutturduğunuzda insana stres attıran bir eylem.
2 şekilde denedim bunu ve ikisinde de istediğim görünümü elde ettim. ayrıca kakül kesimini de anlatacağım. alımlı bir kadın olmak zordur hoff.
ilk yöntem:
saçlarınızı düzleştiriyorsunuz kusursuz şekilde. üç parçaya ayırıyorsunuz, arka ve iki yan olmak üzere. saçınız çok gür ise arttırabilirsiniz. bana 3 yetiyor.
dümdüz tarıyorsunuz saçınızı, bir tutam kılavuz saç parçası belirliyorsunuz, bu kılavuza göre tüm kesimi yapacaksınız. boyu istediğiniz şekilde ayarlayıp kılavuz parçayı kesiyorsunuz, elimizi ayağımızı titretmeden ayırdığımız her parçada kılavuzu diğer tutamların yanına koyarak eşit boyda kesiyorsunuz.
ikinci yöntem:
bu yöntem önlere doğru uzun arkası kısa saç modeli elde etmenizi sağlar. muazzam bir kısa saç modelidir, özellikle yüz şekliniz biraz daha uzun görünsün istiyorsanız.
bunun içinde yine kusursuz bir şekilde saçları düzleştirmeniz gerekiyor. kusursuz bir şekilde enseden de at kuyruğu yapmalısınız. potluk olmamasına dikkat edin çünkü geri dönüşü zor olan yamuk bir kesim elde edersiniz.
enseden yaptığınız at kuyruğuna ya hak! diyerek istediğiniz boyda olacak şekilde makası vuruyorsunuz. eli ayağı titretmeyin. dümdüz başladığınız gibi kesmeye dikkat edin, saçı kestiğiniz anda at kuyruğu çözülüyor ve arkalara göre daha uzun saçlar yüzünüze dökülüyor. harika bir model harika. 1,5 sene bu modeli kullandım. uzadıkça makası vurdum. çok seksi gösteriyor insanı.
kakül için de bir adet permatiğin ucunu kırıyorsunuz. saçın önünü düzleştirip, kenarları bırakarak orta alın kısmına denk gelen tutamı alıp jiletle belirlediğiniz kısmı kesiyorsunuz. daha sonra yanlarda bıraktığımız uzun saçları orta bölüme nazaran daha uzun boyda jiletliyoruz. işin tricki bu beybiler; jilet kulandığınız için makas izi kalmıyor ve kırpılmış koyuna benzemiyorsunuz. *
devamını gör...
recep tayyip erdoğan'ın ibb başkanıyken yapılan sokak röportajı
izlemesi garip ropörtajdır tarihin tozlu sayfalarından bu yana gelen tayyip erdoğan hakkında insanlar ne düşünmüşler neler beklemişler gözler önüne seriyor.
devamını gör...
kitaplarda geçen mükemmel benzetmeler
''bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.''
kör baykuş
kör baykuş
devamını gör...
makinist ile son istasyon radyo yayını
gerçekten işin şeyini çıkaran yayın.
arka planda aldığın bilgi varsa söyle, söyleyeceğin zamanı söyle, şu an bilmiyorum arkadaş zamanı yoldaş söyleyecek de ama bişey de ya?
sabah a haberden öğrenirim valla daha iyi.
arka planda aldığın bilgi varsa söyle, söyleyeceğin zamanı söyle, şu an bilmiyorum arkadaş zamanı yoldaş söyleyecek de ama bişey de ya?
sabah a haberden öğrenirim valla daha iyi.
devamını gör...
oğlum bak git
bir dönemin internet efsanesi. hatta ülkenin gündemine oturmuş ve bir sürü sticker oluşurulmuştu. buyrun nostaljiyi dibine kadar yaşayın*.
bu arada bu olayın belgeseli çekilmiş izlemek isteyenler için aşağı bırakıyorum.
bu arada bu olayın belgeseli çekilmiş izlemek isteyenler için aşağı bırakıyorum.
devamını gör...
yakın arkadaştan bir anda soğutan şeyler
yalanını yakalamak. ve bu yalanı savunduğunu görmek. aslında bitiren pişmanlık duymaması oluyor.
devamını gör...
genetik mühendisliği
canlıların kalıtsal özelliklerini inceleyip bunlar üzerinde değişiklik yapılmasını mümkün kılan bilim dalı.
bir canlıda var olan bir geni izole ederek bir başka canlıya aktarabilirsiniz. örneğin akreplerin karanlıkta parladığını biliyoruz. bunun hangi genlerle sağlandığını bilirseniz, bu geni mesela bir kediye aktararak onun da karanlıkta parlamasını sağlayabilirsiniz. örnek fazlasıyla ütopik görünse de imkânı var. zira burada büyük ihtimalle tek bir genin yerini bir başkasıyla değiştirmeniz yeterli. ancak tamamen yeni bir tür oluşturmak için bundan daha fazlasını yapmanız gerekeceği için o biraz daha uzun ve karmaşık bir süreç olur. sonunda ejderha gibi bir yaratığı ortaya çıkarabileceksek buna değer tabii ama onun olumsuz sonuçlarının da iyi hesaplanması gerekir.
homeobox ve hox genleri denen 2 gen çeşidi, canlılardaki özelleşmiş vücut parçalarını oluşturan genlerdir. bunlar özetle, bir canlı vücudunun nasıl bir yapıya sahip olacağını gösteren birer mimari plandır. düşünün ki elinizde kafasının, parmaklarının, ayaklarının nerede ve nasıl inşa edilmesi gerektiğini bildiğiniz 2 adet canlı taslağı ve bunları oluşturabilmek için de bol miktarda malzemeniz var. bu durumda bu 2 canlının birinin ayaklarını diğerinde, diğerinin ellerini ötekinde oluşturabilmeniz mümkün olur ki bu da ortaya yeni melez canlılar çıkarır.
her ne kadar bizim gibi bilimden uzak toplumlara bunlar çok da mümkün olmayacak işlermiş gibi görünse de araştırmacı ülkeler bu tür konulara oldukça geniş kaynak ayırıyor ve epeyce de ilerleme kaydetmiş durumdalar. biz de ucundan kıyısından yararlanıyoruz bazı buluşlarından ve nadir de olsa bizim bilim insanlarımız da birtakım gelişmelere imza atabiliyor. bu mesleğe geleceğin mesleklerinden biri gözüyle bakabilirsiniz. zira son yıllarda insan ömrünü uzatmaya çalışmak ya da insanı çok daha dayanıklı bir canlıya dönüştürmek üzerinde çok sayıda çalışma var.
bir canlıda var olan bir geni izole ederek bir başka canlıya aktarabilirsiniz. örneğin akreplerin karanlıkta parladığını biliyoruz. bunun hangi genlerle sağlandığını bilirseniz, bu geni mesela bir kediye aktararak onun da karanlıkta parlamasını sağlayabilirsiniz. örnek fazlasıyla ütopik görünse de imkânı var. zira burada büyük ihtimalle tek bir genin yerini bir başkasıyla değiştirmeniz yeterli. ancak tamamen yeni bir tür oluşturmak için bundan daha fazlasını yapmanız gerekeceği için o biraz daha uzun ve karmaşık bir süreç olur. sonunda ejderha gibi bir yaratığı ortaya çıkarabileceksek buna değer tabii ama onun olumsuz sonuçlarının da iyi hesaplanması gerekir.
homeobox ve hox genleri denen 2 gen çeşidi, canlılardaki özelleşmiş vücut parçalarını oluşturan genlerdir. bunlar özetle, bir canlı vücudunun nasıl bir yapıya sahip olacağını gösteren birer mimari plandır. düşünün ki elinizde kafasının, parmaklarının, ayaklarının nerede ve nasıl inşa edilmesi gerektiğini bildiğiniz 2 adet canlı taslağı ve bunları oluşturabilmek için de bol miktarda malzemeniz var. bu durumda bu 2 canlının birinin ayaklarını diğerinde, diğerinin ellerini ötekinde oluşturabilmeniz mümkün olur ki bu da ortaya yeni melez canlılar çıkarır.
her ne kadar bizim gibi bilimden uzak toplumlara bunlar çok da mümkün olmayacak işlermiş gibi görünse de araştırmacı ülkeler bu tür konulara oldukça geniş kaynak ayırıyor ve epeyce de ilerleme kaydetmiş durumdalar. biz de ucundan kıyısından yararlanıyoruz bazı buluşlarından ve nadir de olsa bizim bilim insanlarımız da birtakım gelişmelere imza atabiliyor. bu mesleğe geleceğin mesleklerinden biri gözüyle bakabilirsiniz. zira son yıllarda insan ömrünü uzatmaya çalışmak ya da insanı çok daha dayanıklı bir canlıya dönüştürmek üzerinde çok sayıda çalışma var.
devamını gör...
