systema naturae
carl linne kitabıdır. bu kitabında, çiçeklerdeki stamen sayısına dayanarak bitkileri gruplar halinde sınıflandırma sistemi ile anlatmaktadır.
devamını gör...
çocuk yapacaklara tavsiyeler
tavsiye demeyelim de yaşadıklarımdan çıkarımlar diyelim
küçükken bedenini, büyüdükçe ruhunu yorar.
sorumluluk almakla ilgili sorunlarınız varsa erteleyin çünkü çocuk baştan aşağı sorumluluktur.
sevimli olduğu kadar iç yakan tarafları da vardır, hazırlıklı olun.
iyi bir ilişkiyi çocuk daha da güzelleştirir ama ilişki sorunluysa çocuk düzeltmez, aksine bozar.
çocuk dünyanın en güzel nimetidir. koşulsuzca sevmenin tadını çıkarın düşündüğünüzden daha hızlı büyüyorlar siz anlamadan.
küçükken bedenini, büyüdükçe ruhunu yorar.
sorumluluk almakla ilgili sorunlarınız varsa erteleyin çünkü çocuk baştan aşağı sorumluluktur.
sevimli olduğu kadar iç yakan tarafları da vardır, hazırlıklı olun.
iyi bir ilişkiyi çocuk daha da güzelleştirir ama ilişki sorunluysa çocuk düzeltmez, aksine bozar.
çocuk dünyanın en güzel nimetidir. koşulsuzca sevmenin tadını çıkarın düşündüğünüzden daha hızlı büyüyorlar siz anlamadan.
devamını gör...
can yücel
mesele sevmek değil azizim.
kime sorsan seviyor zaten.
mühim olan güzel sevmek.
kırmadan,
dökmeden,
yormadan,
acıtmadan...
kime sorsan seviyor zaten.
mühim olan güzel sevmek.
kırmadan,
dökmeden,
yormadan,
acıtmadan...
devamını gör...
battlecruiser
starcraft oyununda yer alan terran ünitelerinin en kallavisidir. kodumu oturtur. ancak şunu söylemek gerekir ki, bir yerden bir yere gitmesi tıpkı benim gibi asırlar sürer. çok yavaştır. ana mesele hedefe kazasız belasız varmasıdır. bunu başardığınızda ve minimum 6 battlecruiser'dan oluşan bir filo kurduğunuzda düşman için tehlike çanları çalıyor demektir. geliştirmeleri tam olarak yapılmışsa ejderha derisi gibi zırhı vardır. öyle kolay kolay yok edilmezler. zaten seferinizi takip ediyorsanız ve dikkatli bir oyuncu iseniz sıkıntı yaşadığınızda hemen tamir işine girişebilirsiniz. aynı zamanda yamato gun geliştirmesini de yaptığınız zaman, düşman savunma ünitelerinin ciddi anlamda içinden geçersiniz. ancak şu şerhi düşmem lazım ki, tüm bu sağlam özelliklerine rağmen protoss'ların carrier'ı oyunun kralıdır. çünkü battlecruiser'dan çok daha hızlıdır ve tam bir baş belasıdır. ben terran oynamayı sevdiğim için mecburen battlecruiser'larla onları avlama taktikleri geliştirmek durumunda kaldım *
tabi bir de rus aksanı ile konuşan abinin hastasıyız elbette; ''battlecruiser operational'' ''good day, commander'' ''make it happen'' ''take it slow.'' ve daha nice repliğiyle gayet sevimlidir. *
işte kaptan buzan abi;
tabi bir de rus aksanı ile konuşan abinin hastasıyız elbette; ''battlecruiser operational'' ''good day, commander'' ''make it happen'' ''take it slow.'' ve daha nice repliğiyle gayet sevimlidir. *
işte kaptan buzan abi;
devamını gör...
twitter'da fahrettin koca'yı taciz eden abla
tacizin cinsiyeti olmadığını bizlere gösteren abladır.




ek: 100 numaralı adam'ın izniyle ablamızın twitter hesabı
bonus: hayırlı cumalar.




ek: 100 numaralı adam'ın izniyle ablamızın twitter hesabı
bonus: hayırlı cumalar.
devamını gör...
günün tek cümlelik özeti
tek cümleyle anlatılamaz, yaşamanız lazım.
bayadır kullanmamıştım bu cümleyi iyi oldu. az naftalin kokuyor olabilir aman dikkatli okuyayım emi canlar.
bayadır kullanmamıştım bu cümleyi iyi oldu. az naftalin kokuyor olabilir aman dikkatli okuyayım emi canlar.
devamını gör...
beş dakika daha deyip iki buçuk saat uyumak
asla yapamadığım olay. tam tersine, bugün kalkmam gereken saatten 1 saat önce uyandım. o vakti uyuyarak geçirsem? yok. bünye streslere boğularak 1 saat boşluğa bakmayı seviyor.
devamını gör...
bir kedinin öğrenmesi gereken şeyler
içinde marul, roka, maydanoz olan su dolu kapların su içmesi için değil salata yapmak için mutfakta bulunduğu gerçeği..
devamını gör...
zafer önen
1921 doğumlu, 2013'te kaybettiğimiz aktör. herhalde türk tiyatrosunun en uzun ömürlü aktörlerinden biridir, 92 yıl yaşamıştı.
kabataş erkek lisesi ve ankara musiki muallim mektebinde (daha sonra ankara devlet konservatuvarı) okumuş olup, uzun yıllar muammer karaca tiyatrosunda oynamıştır. ama birçok aktör gibi aslen onu sinemada tanırız. korkusuz korkak'taki müdür, namuslu'daki gazete patronu gibi rollerle de hatırlansa da esas rolleri hep kamera arkasında, dublaj stüdyosundaydı. genellikle de jönün yardımcısı veya ihtiyar balıkçı gibi karakter oyuncuları zafer önen sesiyle duyardık. tabii bir de hayvanları. örneğin sahte kabadayı filmindeki geveze papağan ziya, ya da kaynanalar'ın sinema filminde nöriye gantar'ın dünür tijen'i gıcık etmek için aldığı papağan, zafer abinin seslendirdiği hayvanlar (sanırım ince ve hafif cırtlak sesi sebebiyle tercih edilmiş).
son zamanlarında asgari emekli maaşı aldığı için 80'li yaşlarında bile çalışıyordu (gerçi o yaşında bayağı dinçti ama tabii o yaşta da çalışmak ne kadar sağlıklı olabilir ki). örneğin tatlı kaçıklar'da patron rolüyle görmüştük. ya da arka sokaklar'da hüsnü'nün azgın teke dedesini seslendirirken duymuştuk. derken cem yılmaz, kara şimşek dizisine gönderme yaptığı opet reklamında zafer abiyi ve bir diğer karakter oyuncusu ve dublajör ali rıza pekkutsal'ı oynatmış, onlara kendi ücretine denk birer bütçe talep etmişti. galiba zafer önen de ölene kadar bu reklamdan aldığı parayla geçinmiş. şimdi feriköy mezarlığında yatıyor.
kabataş erkek lisesi ve ankara musiki muallim mektebinde (daha sonra ankara devlet konservatuvarı) okumuş olup, uzun yıllar muammer karaca tiyatrosunda oynamıştır. ama birçok aktör gibi aslen onu sinemada tanırız. korkusuz korkak'taki müdür, namuslu'daki gazete patronu gibi rollerle de hatırlansa da esas rolleri hep kamera arkasında, dublaj stüdyosundaydı. genellikle de jönün yardımcısı veya ihtiyar balıkçı gibi karakter oyuncuları zafer önen sesiyle duyardık. tabii bir de hayvanları. örneğin sahte kabadayı filmindeki geveze papağan ziya, ya da kaynanalar'ın sinema filminde nöriye gantar'ın dünür tijen'i gıcık etmek için aldığı papağan, zafer abinin seslendirdiği hayvanlar (sanırım ince ve hafif cırtlak sesi sebebiyle tercih edilmiş).
son zamanlarında asgari emekli maaşı aldığı için 80'li yaşlarında bile çalışıyordu (gerçi o yaşında bayağı dinçti ama tabii o yaşta da çalışmak ne kadar sağlıklı olabilir ki). örneğin tatlı kaçıklar'da patron rolüyle görmüştük. ya da arka sokaklar'da hüsnü'nün azgın teke dedesini seslendirirken duymuştuk. derken cem yılmaz, kara şimşek dizisine gönderme yaptığı opet reklamında zafer abiyi ve bir diğer karakter oyuncusu ve dublajör ali rıza pekkutsal'ı oynatmış, onlara kendi ücretine denk birer bütçe talep etmişti. galiba zafer önen de ölene kadar bu reklamdan aldığı parayla geçinmiş. şimdi feriköy mezarlığında yatıyor.
devamını gör...
hastası olunan sözler
“her şeye kadir olan allah`a yemin ederim ki köle olmayacağız.”
-aliya izzetbegoviç-
-aliya izzetbegoviç-
devamını gör...
metin akpınar
gece gece malum haberi gördüm, başlığına yazmak istedim. en sevdiğim tiyatro ve sinama oyuncularından biridir. hakkında yürütülen kara propagandayı da takip ediyorum. kabare tiyatrosundan bir kesitide şuraya bırakalım:
devamını gör...
portakal hamamı radyo yayını
merdumkaptan basit bir soruyla başlamış olabilir ama kimse hafife almasın zira kendisinin gayet spontane bir şekilde, kendi yayınımda konuk olup beni köşeye sıkıştırmışlığı var. bir de hazırlanmış halini düşünemiyor, afillibirbey'e kolaylıklar dileyebiliyorum sadece.
iyi yayınlar güzel insanlar.
iyi yayınlar güzel insanlar.
devamını gör...
17 gün boyunca alkol satışının yasaklanması
#816045 düşünmeyi veya yazmayı yasaklamakla eş değer bir yasağın 365 gün olmasını dilemek...
alkol zararlıdır veya değildir günahtır veya değildir farketmez. her vatandaşın sahip olduğu bir seçiştir sonuç olarak ister içer ister içmez sana ne ?
türkiye cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve resmi dini yoktur! bu apaçık saman altından su yürütmektir kardeşim azıcık elinizi vicdanınıza koyun da sorgulayın.
hadi o zaman bende diyorum ki 90'lı yıllarda vesayet rejiminin getirdiği türban yasağıyla bu yasağın hiçbir farkı yoktur çıkın aksini ispatlayın. bırakın riyakarlığı efenim azıcık delikanlı olun. her devrin adamı değil her devir adam olun.
alkol zararlıdır veya değildir günahtır veya değildir farketmez. her vatandaşın sahip olduğu bir seçiştir sonuç olarak ister içer ister içmez sana ne ?
türkiye cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve resmi dini yoktur! bu apaçık saman altından su yürütmektir kardeşim azıcık elinizi vicdanınıza koyun da sorgulayın.
hadi o zaman bende diyorum ki 90'lı yıllarda vesayet rejiminin getirdiği türban yasağıyla bu yasağın hiçbir farkı yoktur çıkın aksini ispatlayın. bırakın riyakarlığı efenim azıcık delikanlı olun. her devrin adamı değil her devir adam olun.
devamını gör...
normal caps
devamını gör...
iyi geceler tatlı prens
bir pierre charras romanıdır.
biz dünyaya gelmeden önce, yarattıklarına kayıtsız bir yazarın kaleminden dökülmüş bir kahraman bekler bizi. biz varolmaya başlayınca onun da dünyadaki görevi başlamış olur. yol göstermek görevlerinden biridir elbette, ama daha çok, korumak bizi. acz içinde korkulacak kadar büyük bu gezegene gözyaşları ve mutluluk nidaları arasında geldiğimizde bizim için orda bekleyen bu gönüllü muhafız, yardıma hazırdır.
biz doğmadan önce zorunlu olarak tayin edildiği kahramanlık görevi zaman geçtikçe gönüllü hale dönüşür. önce o dev bir adamdır önümüz sıra yürüyen, sonra yanımızda yürüyen bir dev olur. ve zamanla, nankörlük sözcüğünün sözlük anlamını öğrenmeye başladıkça önde giden biz oluruz ve o dev adamın gitgide küçüldüğü yanılsamasına kapılırız. uzun süreli bu yanılsama yerin hayalkırıklıklarına bıraktığında, bir pişmanlık dalgası çarpar bedenimize ki iş işten geçmiş olur çoğu zaman. kim ne derse desin, kahramanlarımız babalarımızdır. onlara en çok kızdığımız anlar, yanımızda olmalarını en çok istediğimiz anlardı, en çok; onları ne kadar sevdiğimizi söyleyemediğimiz zamanlar bizi sevmediklerini düşünürüz, onlardan nefret etmeye başladığımızda artık onların aynısı olmuşuzdur bile, ki bu nefret tiyatrosu sahtelikten başka bir şey değildir.
pierre charras, on dokuz saniye‘den sonra bu sefer bir başka kitabıyla odama konuk oldu. onun hakkında uzun bir yazı yazmak isterdim ama kısa romanlar yazan bu yazara haksızlık etmiş olmak istemem asla. bu romanda pierre charras bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. tanrıyla arası ikizinin ölümünden sonra açılan bir baba ile ona olan sevgisini bir türlü ifade edememiş bir oğulun çekişmeleri. babanın ölümünün ardından oğulun onun izini sürüp, anılar ve tahminler eşiliğinde babasıyla konuşmaları. annesinin babasına olan büyük aşkı ve 17 senelik beyhude bekleyişi. babanı oğlunda gördükleri ve oğulun zamanında anlayamadıkları.
romanı okurken içinizi garip bir korku kaplayacak. bir kaybetme korkusu, zaten kaybetmiş olanlarda ince bir sızı. romanı okuyunca babanız yakınınızda ise ona sarılın ve hiçbir şey söylemeyin, uzaktaysa bir telefonla ona, onu sevdiğinizi söyleyin, bir yerlerde sizi bekliyorsa, pencereyi açın ve ona “iyi geceler” dileyin.pierre charras’ın diğer romanında yaptığı gibi bir sürprizle bizi roman sonuna doğru yolculayışı kendisine olan hayranlığı artıracak cinsten. charras romana diderot’dan bir alıntı ile başlamış ben de yazımı bu alıntıyla bitirmek isterim:
“görmeden yazıyorum…bütün boşlukları sizi seviyorum ile doldurun.” iyi geceler sevgili babacığım…”
biz dünyaya gelmeden önce, yarattıklarına kayıtsız bir yazarın kaleminden dökülmüş bir kahraman bekler bizi. biz varolmaya başlayınca onun da dünyadaki görevi başlamış olur. yol göstermek görevlerinden biridir elbette, ama daha çok, korumak bizi. acz içinde korkulacak kadar büyük bu gezegene gözyaşları ve mutluluk nidaları arasında geldiğimizde bizim için orda bekleyen bu gönüllü muhafız, yardıma hazırdır.
biz doğmadan önce zorunlu olarak tayin edildiği kahramanlık görevi zaman geçtikçe gönüllü hale dönüşür. önce o dev bir adamdır önümüz sıra yürüyen, sonra yanımızda yürüyen bir dev olur. ve zamanla, nankörlük sözcüğünün sözlük anlamını öğrenmeye başladıkça önde giden biz oluruz ve o dev adamın gitgide küçüldüğü yanılsamasına kapılırız. uzun süreli bu yanılsama yerin hayalkırıklıklarına bıraktığında, bir pişmanlık dalgası çarpar bedenimize ki iş işten geçmiş olur çoğu zaman. kim ne derse desin, kahramanlarımız babalarımızdır. onlara en çok kızdığımız anlar, yanımızda olmalarını en çok istediğimiz anlardı, en çok; onları ne kadar sevdiğimizi söyleyemediğimiz zamanlar bizi sevmediklerini düşünürüz, onlardan nefret etmeye başladığımızda artık onların aynısı olmuşuzdur bile, ki bu nefret tiyatrosu sahtelikten başka bir şey değildir.
pierre charras, on dokuz saniye‘den sonra bu sefer bir başka kitabıyla odama konuk oldu. onun hakkında uzun bir yazı yazmak isterdim ama kısa romanlar yazan bu yazara haksızlık etmiş olmak istemem asla. bu romanda pierre charras bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. tanrıyla arası ikizinin ölümünden sonra açılan bir baba ile ona olan sevgisini bir türlü ifade edememiş bir oğulun çekişmeleri. babanın ölümünün ardından oğulun onun izini sürüp, anılar ve tahminler eşiliğinde babasıyla konuşmaları. annesinin babasına olan büyük aşkı ve 17 senelik beyhude bekleyişi. babanı oğlunda gördükleri ve oğulun zamanında anlayamadıkları.
romanı okurken içinizi garip bir korku kaplayacak. bir kaybetme korkusu, zaten kaybetmiş olanlarda ince bir sızı. romanı okuyunca babanız yakınınızda ise ona sarılın ve hiçbir şey söylemeyin, uzaktaysa bir telefonla ona, onu sevdiğinizi söyleyin, bir yerlerde sizi bekliyorsa, pencereyi açın ve ona “iyi geceler” dileyin.pierre charras’ın diğer romanında yaptığı gibi bir sürprizle bizi roman sonuna doğru yolculayışı kendisine olan hayranlığı artıracak cinsten. charras romana diderot’dan bir alıntı ile başlamış ben de yazımı bu alıntıyla bitirmek isterim:
“görmeden yazıyorum…bütün boşlukları sizi seviyorum ile doldurun.” iyi geceler sevgili babacığım…”
devamını gör...
ayşe kulin
armağan çağlayan'ın programında, ülkede kitap yazarak para kazanan bir kaç yazardan biri olduğunu söyledi.
80 yaşında olduğunu öğrendiğimden beri
enerjisine gayretine bir kez daha hayran kaldım.
çok yaşamak isteyen biri değildim.
çok yaşamaya niyet ettim.
o programdan sonra.
adı aylin' i okuduğumda üniversiteye gidiyordum. kahramanı çok asortik bulmuştum, aylin'in tam da öyle bir kadın olduğunu anlattı armağan'a.
sevdalinka, veda ve köprü kitaplarını da okudum.
kadın gibi yazıyor. özelikle kadınların onun bir kaç kitabını okuması gerektiğini düşünüyorum.
kadınları anlamak niyetinde olan erkeklerde okumalı onu.
kitabını okumak için alması yeterli, kurgusu ve dili gerisini getiriyor.
80 yaşında olduğunu öğrendiğimden beri
enerjisine gayretine bir kez daha hayran kaldım.
çok yaşamak isteyen biri değildim.
çok yaşamaya niyet ettim.
o programdan sonra.
adı aylin' i okuduğumda üniversiteye gidiyordum. kahramanı çok asortik bulmuştum, aylin'in tam da öyle bir kadın olduğunu anlattı armağan'a.
sevdalinka, veda ve köprü kitaplarını da okudum.
kadın gibi yazıyor. özelikle kadınların onun bir kaç kitabını okuması gerektiğini düşünüyorum.
kadınları anlamak niyetinde olan erkeklerde okumalı onu.
kitabını okumak için alması yeterli, kurgusu ve dili gerisini getiriyor.
devamını gör...
patates
anavatanı (bkz: and dağları) olan bu bitki yaklaşık olarak 10 bin yıl önce evcilleştirildi. ancak dünyanın her yerinde tanınıp tüketilmesi için 8500 yıl daha beklemesi gerekiyordu.
(bkz: inka uygarlığı)'nın resmi yiyeceği olarak tabir edilen patatesin bölgeden çıkışı 1532-1572 yılları arasında ispanyol işgali sonucu olmuştur. avrupa'ya ulaştığında hayvan yemi olarak kullanıldı. ispanyollar ve avrupalılar patatesi ilk gördüklerinde (bkz: truffle) mantarına benzettikleri için bu isimden türettikleri turmas, kartoffel gibi isimler vermişlerdir. anadolu'nun çeşitli yerlerinde patatese kartol denmesinin kökeninde bu yatmaktadır.
(bkz: sanayi devrimi) ile beraber kırsal nüfus kentlere göç etmiş ve tarımda düşüş ve dolayısıyla kıtlık baş göstermiştir. o dönem hayvan yemi olarak kullanılan patates sofralara gelmeye başlamış.
bir de patates cipsinin tesadüf eser keşfiyle ilgili bir anekdot yazalım. yıl 1853, yer new york. george crum adındaki bir aşçının restoranına gelen bir müşteri patateslerin çok kalın ve vıcık olmasından şikayet etti. aşçı sinirlendi ve patatesi cips şeklinde incecik keserek kızarttı. sonuç olarak müşteri bu kızartmayı çok beğendi ve restorana her gün bu kızartmanın ünün duyanlar gelmeye başladılar. george crum zenci olduğu için cipsin patentini alamadı. çünkü o yıllarda zenciler patent başvurusunda bulunamıyorlardı.
(bkz: inka uygarlığı)'nın resmi yiyeceği olarak tabir edilen patatesin bölgeden çıkışı 1532-1572 yılları arasında ispanyol işgali sonucu olmuştur. avrupa'ya ulaştığında hayvan yemi olarak kullanıldı. ispanyollar ve avrupalılar patatesi ilk gördüklerinde (bkz: truffle) mantarına benzettikleri için bu isimden türettikleri turmas, kartoffel gibi isimler vermişlerdir. anadolu'nun çeşitli yerlerinde patatese kartol denmesinin kökeninde bu yatmaktadır.
(bkz: sanayi devrimi) ile beraber kırsal nüfus kentlere göç etmiş ve tarımda düşüş ve dolayısıyla kıtlık baş göstermiştir. o dönem hayvan yemi olarak kullanılan patates sofralara gelmeye başlamış.
bir de patates cipsinin tesadüf eser keşfiyle ilgili bir anekdot yazalım. yıl 1853, yer new york. george crum adındaki bir aşçının restoranına gelen bir müşteri patateslerin çok kalın ve vıcık olmasından şikayet etti. aşçı sinirlendi ve patatesi cips şeklinde incecik keserek kızarttı. sonuç olarak müşteri bu kızartmayı çok beğendi ve restorana her gün bu kızartmanın ünün duyanlar gelmeye başladılar. george crum zenci olduğu için cipsin patentini alamadı. çünkü o yıllarda zenciler patent başvurusunda bulunamıyorlardı.
devamını gör...


