bir eşy söyleyeceğim. bunun sebebi aslında dinlenme isteği, yani beni dinle bak sana konuşuyorum demek yerine böyle diyoruz.
devamını gör...

uykuda sessiz sakin olması dileğimdir.
devamını gör...

65 yaşına kadar devlete vergi ver çalış uğraş didin, sonra da meczupun biri gelip oy kullanmasınlar desin
devamını gör...

dünyaya terörist ihraç eden bir ülke olarak değil de eskisi gibi istanbul'uyla, ölüdeniz'iyle, efes'iyle tanınan,

tarihi ve doğal kaynaklarının kısa vadeli getiriler için hiç edilmediği,

kültürel ve ekonomik olarak batıyla tam entegre olmuş, paramızın değersiz olmadığı,

dünyada herkese höt höt eden değil de sorunlarını ve çıkarlarını diplomasi kanallarını zorlayarak çözmeye çalışan, güçlü ordusunu da gerektiğinde kesin sonuç almak üzere sahaya sürebilecek güçte olan ve diğer ülkelerin de bunun farkında olduğu,

ortalama bir türk insanının yılda ortalama 30 kitap okuyarak dünya ortalamasını tutturduğu,

dünyanın en iyi ilk beş yüz üniversitesi listesinde en az on üniversitesinin olduğu,

yılda 100 milyon turistin ziyaret ettiği ve türkiye'yi ziyaretin statü göstergesi olduğu,

ve pek tabii ki türk pasaportu taşımanın da klas olduğu bir türkiye hayal ediyorum. kaldı ki bunlar ulaşılamayacak hayaller değil. türkiye bunları karşılayabilecek yeterli potansiyele sahip bir ülkedir. bunların içinde en kolay olanı da yılda ortalama 30 kitap bitirmek olanıdır. ilk başta ''voaaav nasıl olacak bu'' gibi düşünülebilir ama bu ayda hepi topu 2 kitap filan ediyor zaten. ayda 2 kitap okumak da imkansız bir şey değil. zaten bunu halletsek gerisi çorap söküğü gibi gelecektir inanın bana...
devamını gör...

hüseyin cahit yalçın'ın 1901 yılında servet-i fünun dergisinde yazmış olduğu makale. yayın sonrası ise makalede hiç yer almayan düşünceler padişah ıı. abdülhamit'in kulağına gitti, o da dergiyi kapattırıp sorumluları sürdü. söylenenlerinin asılsızlığı sonradan anlaşılsa da bu hiçbir işe yaramamıştır.

makalenin günümüz türkçesine çevrilmiş hali:

edebiyat ve hukuk aynı zamanda aynı gelişim aşamalarından geçer. söz gelimi edebiyatta gerçekçilik (realizm) akımının hüküm sürdüğü bir dönemde hukuk kuramlarında da aynı eğilim görülür. bu uygunluk ve ilişkiyi destekleyen bir örnek olarak fransa’da 1850-1885 seneleri arasında geçen süre gösterilebilir. bu otuz beş yıllık zaman boyunca fransız edebiyatında realizm, naturalizm isimleriyle anılan akımlar, güzeli hakikate, sanatı bilime tâbi kılmaya çalışıyorlardı. romanlardan kişilik kalkarak bunlar bir belgeler toplamı hâline geliyor, tiyatrolardaki kurgusal ve kuramsal birtakım kurallar bırakılarak bir eser sahneye konulacağı zaman mümkün olduğu kadar hakikate yaklaşılıyor; tarih, çok titiz araştırmalar içinde uzmanlaşmaya dalıyor; eleştiri mümkün olduğu derecede analitik, bilimsel olmaya çalışarak imkânı ölçüsünde tarafsızlığını koruyor; şiir bile bilimden, günlük hayattan ilham alıyordu.

işte bu zaman zarfında hukuk maddelerinde hâkim olan görüşlere bakılacak olursa orada da hayalî amaca hiç önem verilmeyip bunun küçümsendiği ve hor görüldüğü anlaşılır. gerçekten de bu esnada başka hukuk görüşleri de vardı. zaten her vakit, her yerde düşünceler çeşitlidir. bir kısım halk geçmişe bağlı kaldıkları hâlde bir kısmı geleceğe doğru koşarlar. fakat her zaman bu diğeriyle çarpışan kişisel düşünceler sonucunda bir akım oluşur ki ters akımlara, anaforlara rağmen düşünürlerin çoğunu ve düşünmek zahmetine katlanmadan başkalarının düşünmelerinin sonuçlarını hazırca kabul edenleri belli bir yöne doğru sürükler. işte fransa’da 1850-1885 seneleri arasında hukuk kuramlarının akımı da herkesi hayalî amacı küçümsemeye yöneltiyordu. uluslararası “kuvvet hakkı” esasına riayet ediliyordu. hayat mücadelesi kuramını bu şekilde yanlış yorumlayanlara karşı voltaire’in önceden cevap vermiş olduğu söylenerek “felsefe sözlüğü”nde “savaş” maddesinde yazdığı şu satırlar tekrar edildi: “bütün hayvanlar sürekli bir savaş hâli içindedirler. her cins hayvan diğer cinsi mahvetmek için doğmuştur. hatta koyunlar, güvercinler bile birçok küçük hayvanı öldürürler, aynı bir türün erkekleri dişileri için erkek insanlar gibi aralarında kavga ederler. hava, toprak, su birer savaş meydanıdır. allah insanları akıl ile ayrıcalıklı hâle getirdiği bu akıl onları hayvanları taklitten çekinmeye yöneltmelidir. özellikle tabiat insanlara hemcinslerini telef edecek bir silah vermediği gibi kan içmekten zevk alacak bir içgüdü de vermemiştir.”

insanlığın hareket tarzını kurtların, yabani, vahşi hayvanların hareket tarzına benzetmeye çalışanlara karşı itiraz eden bu hayalî amaç meftunları ne alaylara maruz kalmadılar! onlara hayalperest diyerek eğlendiler.

hatta avrupa’da değil yalnız hükûmetler arasında, bir hükûmetin fertleri arasında da hak ve adalet endişesi, tarihî olaya karşı riayet ve sükût etmek gerekliliğine feda edildi. bir toplum bir organizmaya benzetiliyordu. bu organizma büyük bir ağaç gibi kendi kendiliğinden yetişir deniliyordu. dolayısıyla yenilik yapılması fikriyle bu yetişmeye müdahale etmek, doğal gelişmeyi bozar diye faydasız hatta zararlı sayıldığından, insani ilişkilerde sahte bir hakkaniyet aramaktan, genel konularda birtakım yüce ve soyut kurallara uygun hareket etmeye çalışmaktan ise millet menfaatini günü gününe yoluna koymak yeterli sanılırdı.

hippolyte taine bir kavmin kazanabileceği toplumsal şeklin kendisinin seçim ve arzusunun üstünde olduğunu, o kavmin tabiatı ile geçmişi neyi gerektirirse eninde sonunda o şekle gireceğini iddia ederdi. kısmen ingiltere’den, almanya’dan ödünç alınan bu tarz realist anlayış neticesi olarak, insanlar hakikaten eşit değil iken bunlar arasında eşitlik esasını koymak isteyen jean-jacques rousseau ile az mı alay edildi?

doğal hukuk tarihin açıklanmasında ve analiz edilmesinde böyle küçümsendiği gibi bir toplumu şu durumda düzeltmek için sarf edilmek istenilen mesai de kınanıyordu. renan, muhtelif ırklar, aynı ırka mensup muhtelif sınıflar, insanlar arasında eşitsizliği getirmenin akıllıca bir hareket olduğunu söyleyerek şu sözleri tereddütsüz yazıyordu: “bütün bir sınıf halk diğerlerinin şan ve şerefi, kuvvet ve iktidarı ile yaşamalıdır.”

sefalet her vakit var olduğu için hastalık ve ölüm gibi ebedî bir hâl diye düşünülürdü. dolayısıyla avrupa toplumunun o vakitki hâlleri karşısında istenen bir hayalî amaç düşünmek bir çılgınlık idi. en ciddi kitaplarda yer bulan bu kuram fiiliyatta da etkisini gösteriyordu.

işte böyle edebiyat ile hukuk yalnız aynı etki altında aynı rengi kazanmakla kalmaz, birbirileri üzerinde de etkileşimde bulunur. bazen hukuk, edebiyata konu hazırlar, edebiyat da buna karşılık bazı kanun maddelerini düzeltmeye çalışır.

son zamanlarda idam cezası hakkında yazılan şeyler kadar bu etkiyi gösterecek güzel bir örnek yoktur. joseph de maistre idam cezasını bir toplum için elzem sayar. bundan sonra idam cezasının gerekli olup olmadığı edebiyatçılar arasında bitip tükenmek bilmez şiddetli bir kalem kavgasına meydan açar. suçlunun vücudunun ortadan kaldırılmasının faydalı ve meşru olup olmadığı sorulması gerekli görülerek merhamet ve adalet daha geniş bir şekilde anlaşılacak olursa idam cezasından vazgeçileceği ve darağacından dökülen kan damlalarının birer kötü niyet ve haksızlık tohumu olacağı iddia edilir. bunun üzerine romanlarda, tiyatrolarda vahşi zamanlardan kalma bir âdet olan bu idam cezası aleyhinde türlü hücumlar görülür. victor hugo “bir mahkûmun son günü” adındaki eserinde ismi, hâli, hatta cinayeti bile meçhul bir mahkûm için okuyucuların kalbinde şefkat ve merhamet oluşturmak gibi bir başarıya erişmiştir. bu mahkûm, yaşayan insanlar arasından çıkarılmış olması, yalnız giyotin ile idam edilmeye değil, kesilinceye kadar süren o yavaş can çekişmeye mahkûm edilmiş bulunması itibarıyla merhametimize layıktır. victor hugo ölünceye kadar bütün şiirlerinde, mektuplarında, her vakit bu fikri savunmakta devam etmiştir. victor hugo idam cezası aleyhindeki itirazlarında yalnız da kalmamıştır. birçok yazar kendisinin tarafını tutarlardı. aleyhinde bulunanlar da eksik değildi. işte böylelikle yalnız idam cezası etrafında birçok edebî eser çiçeklendi.

ceza kanunu gibi askerî kanun da yazarların yaratıcılıklarını harekete geçirmiştir. fransa’da gayet önemsiz bir şey için bir neferi kurşuna dizerler. önceki yüzyıl sonunda mercier’den başlayarak alfred de vigny’ye varıncaya kadar birçok yazar fransa askerî kanunlarının bazı maddeleri hakkında dikkati çektikleri gibi zamanımızda lüsyen de kav, abel hermant, jean grave, jean ajalbert gibi edebiyatçılar da askerî disiplin adı altında avrupa ordularında reva görülen zulümden şikâyet etmişlerdir.

medeni kanun de edebiyatın oldukça mühim alış verişi vardır. işte on dokuzuncu yüzyılda boşanma meselesi. fransa’da boşanma meselesi kanun koyucu tarafından arka arkaya birbirine zıt yollarla halledildiğinden edebiyat da bu kanun değişikliklerini üzüntüyle karşılamıştır.

evlilik bağı parçalanamaz olursa eşler arasında uyuşmazlık görüldüğü zaman ortaya çıkan hâl de içinden çıkılmaz, üzücü, feci bir şey olur. keza aynı olay birçok durumda birtakım komik olaylara da meydan açabilir. fransız komedyalarında şanssız kocalar, açık hanımlar hakkında türlü türlü şakalar vardır. dramlarda, romanlarda ise kadının sadakatten ayrılması, aile hayatına âşık şeklinde bir üçüncü kişinin dâhil olması üzerine meydana gelen feci olaylar ayrıntılarıyla anlatılmıştır. “princesse de cléves” romanında koca, kederinden vefat ederek eşiyle âşığını hayatında birbirlerinden ayırdığı gibi ölümünden sonra, ölümüyle de onları ayırır. “nouvelle héloïse”de kadın âşığının kolları arasına düşmek üzere iken vefat ederek kurtulur. george sand’ın “jacques” romanında koca, dünyada pek fazla olduğunu hissederek sessizce bir intihar ile ortadan kalkar. bunlara birtakım düellolar, cinayetler, âşığını hançerleyerek namusunu kurtaran âşıklar, eşi ile âşığını öldüren kocalar, kocasını zehirleyerek kurtulan kadınlar da ilave olunacak olursa boşanmanın olmamasından dolayı ne kadar göz yaşı, ne kadar kan döküldüğü anlaşılır.

dikkate değerdir ki ahlak ve âdetler daima kanunlardan ileride yürür ve çoğunlukla edebiyat da ahlak ve âdetlerden ileride gider. evlilik, fransa’da koparılamaz bir bağ olduğu sıralarda tiyatro yazarlarından, romancılardan birçoğu, birbirleriyle uyuşmadıkları hâlde boşanmanın yokluğundan dolayı birbirine ilelebet bağlı kalan biçarelere acırlar, onları isyana sevk ederlerdi. zina bu edebiyatçıların kalemleri altında şairane bir şey, kınanmayacak bir hâl oldu. çünkü bazı hâllerde âdeta mazur oluyordu. göze alınan tehlikelerden dolayı buna bir azamet geliyor, eninde sonunda bir felakete neden olduğu için kalpleri merhamete getiriyordu. hâsılı, o vakitler evlilik buhranının doğurduğu eserlerin birçoğu boşanma lehinde ya doğrudan doğruya ya dolaylı birer savunmadan ibarettir.

fakat bir gün geldi ki 1789 yönetimiyle fransa’da boşanma geldi, birinci napolyon tarafından bizzat uygulandı, restorasyon dönemi’yle kaldırıldı ve nihayet yine uygulanmaya başladı. medeni kanunda meydana gelen bu değişiklik edebiyatçıların edindikleri dil ve yolda da birtakım değişikliklere meydan açtı. eşlerden her birinin, evlilik dayanılmaz bir hâle geldiği zaman nikâh akdini feshetme hakkı olmaları gereğinde en çok ısrar etmiş edebiyatçılardan biri olan alexandre dumas oğlu53 şu satırları yazıyordu: “meclis boşanmayı kabul edecek olursa tiyatromuz birdenbire ve tamamıyla değişiverecektir. moliére’in aldanmış kocaları, dramlarımızın şanssız hanımları sahneden kalkacaktır. çünkü bu eserler nikâhın bozulamaz olması esası üzerine kurulur. dolayısıyla boşanma kanunu ile edebiyatta yeni bir akım ortaya çıkacak ve bu da kanunun en iyi sonuçlarından birini oluşturacaktır. artık bize zinayı dikkat çekici ve önemli bir hâl olmak üzere gösteriyor diye kınanamayacak. çünkü boşanma var iken zinaya başvurmak ahlaksızlıktır. o hâlde bu konu dramlara değil, komedyalara ait olacaktır.”

alexandre dumas oğlu’nun bu sözleri gerçekleştiği zaman birtakım yazarlar da fransa’nın yeni boşanma kanunundaki bazı garipliklerden, mantıksızlıklardan rahatsız oldular. söz gelimi fransa’da kanuna göre, zina edenler birbiriyle evlenemezler, karı ile koca iki tarafın rızası ile nikâhı bozamazlar. işte bu kısım yazarlarda boşanma kanununun bu gibi eksiklerini, garipliklerini konu edinerek fikirleri daha makul, daha serbest bir sonuca ulaştıracak yolda eserler yazmıştır. buna örnek olarak paul hervieux’nun “kıskaç”, madame marya chéliga’nın “görenek” tiyatrolarını zikredelim.

işte medeni kanuna ait tek bir nokta etrafında birçok edebî eser yazılmış olduğu görülüyor. diğer maddelerden dolayı yazılan eserler sayılacak olursa toplam pek yüksek bir miktara çıkar. alexandre dumas oğlu gibi bazı yazarlar yalnız ahlak ve çağdaş âdetleri değil kanunları bile değiştirmeyi ve düzeltmeyi kendilerine bir görev bilmişlerdi. kadınların, gayrimeşru çocukların hâli, mirasa, mülk edinme hakkına ait esaslar romanlarda, tiyatrolarda defalarca tartışmaya açılmıştır. sanat için sanat taraftarı olanlar güzelliğin faydaya, pratik bir sonuç getirmesi düşüncesine bağlı bulundurulmasını eleştirirler, bununla birlikte, yine birtakım yazarlar topluma ait olan meselelerde düşüncelerine, mizaçlarına göre fikir beyan etmekten kaçınmayarak bu şekilde edebiyat tarihi ile hukuk tarihi arasında sıkı bir ilişki kuruyorlar.
devamını gör...

çocukluğunda mutlu olmasına izin verilmeyen, değersiz hissettirilen insandır. bu bir sorundur ve üstüne gidip düzeltilmesi gerekir yoksa hayatı hem kendine hem de gerçekten hayatında olmak isteyenlere zindan eder.
devamını gör...

ne kadar ince, üslubu zarif bir yazar, övüyorum kendisini. iki paragraf övgü yerine övüyorum kelimesi basit ve hoş oldu.
devamını gör...

fırından kurabiye çıkartıyordum da pardon biri beni mi çağırdı?
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ticari amaçla üretmek aşırı zor saha kontrolü bahse konu olan tırtıl-yaprak biti vs gibi etkenler sebebiyle cidden aşırı zor.

lakin pazar payı (bkz: organik halk pazarları) iyidir. perakendecilerde de satış kontrolü sağlayınca getirisi hoştur.

ilk dönüm kurumu yani tarlanın ilk senesi masraflı geçer. bir yandan da toprağı tanıma yılıdır deneme yanılma yapılır.

disiplin+süreklilik+istikrar=organik tarım.
devamını gör...

ayyyy bunu söylemekten nasıl keyif alıyorum bilemezsiniz. lise yıllarım geliyor aklıma.
devamını gör...

(bkz: don't feed the troll)

yok, bu başlık ciddi şekilde açılmış olamaz.
mümkümatı yok.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ruhu şad olsun! atıp tutanlara bakmayın, zamanında gerektiği gibi davranmış.
edit: kafatasçı diyenlerin entrylerine bakabilirsiniz, genellikle kürtçülük oynuyorlar.
devamını gör...

geceleri inen inen sessizlik
umarsız açan eski yaradır
işte gene yükseldi duvarlar
etme gözlerim koru kendini
işte gene yükseldi duvarlar
etme gözlerim koru koru kendini

an itibarıyla ruh halim yanık türkülere vurmayın beni
tutuşur dizelerim dizelerim sonra
devamını gör...

türk basketbol takımlarının ve milli takımımızın başına bela olmuş italyan basketbolcu. tabi bu italyan başka türlü bir italyan. sezen cumhur önal'ın tabiri ile çikolata renkli bir bela. işin latifesi bir kenara cidden avrupa basketbolunun gördüğü en iyi şutörlerden birisidir. alev aldığı bir çok maç oldu. otomatiğe bağladı mı durdurulamayan bir özelliği vardı. tabi bizim aklımızda hep teamsystem bologna takımı ile yer etmiştir. aslında bologna takımında altı sene oynadı ama takım sürekli isim değiştirdiği için teamsystem bologna adı bende kalıcı oldu. diğer bologna'ları bir türlü kabullenemedim * mayers, türk takımlarının canını çok yaktı ama efes ve naumoski ona, 96 koraç yarı finalinde hayatının dersini verdi. o maçları tekrar izleme fırsatınız olursa çoğu yerde gülümsüyor olsa bile mayers'in burnundan soluduğunu görürsünüz zira ufuk sarıca onu istanbul'daki maç da can evinden vurmuştu. 12/9 üçlük atarak mayers'ı onun silahı ile vurmuştu. ava giderken avlandı mayers ağabey. tabi mayers'ın en büyük artılarından bir tanesi o dönem için aleksandar djordjevic gibi bir oyun kurucu ile oynamış olmasıdır. tabi bazen de çember dövme şenliklerine girişirdi. kaçırmaya başladı mı zor toparlardı. onu da söylemem lazım.

şovmen yanı da vardı. seyirciden reaksiyon almayı çok iyi biliyordu. özellikle bologna deplasmanları o dönem bütün takımlar için zordu diye hatırlıyorum. mayers da coştu mu salon cehenneme dönüşüyordu. bu adam üç kere fiba euro star mertebesine erişti. işin komik tarafı şu ki, böyle bir adam sadece bir kere italya şampiyonluğu yaşadı. cidden şaka gibi. bir de şut mekaniği çok enteresandır. tipik şutör atışı yoktur. kendine has bir şut stili vardı. maçlarına göz atarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. havalı, güler yüzlü ve şovmen bir ağabeyimizdi özetle.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ayrılmanız gereken sevgilidir.
kolay mı öyle çekip gitmek. *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ilkokul kitaplarından , girişiyle zihnime kazınmış sarsıcı bir sait faik hikayesi. bir ritim var adeta şiir gibi:

"yürüyordum. yürüdükçe de açılıyordum. evden kızgın çıkmıştım. belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. olur, olur! mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım..."


(bkz: iz bırakan kitap cümleleri)
devamını gör...

allahın cezası/ allahın lütfu.
devamını gör...

banı kaldırılmış olan yazar.

tekrar aramıza hoş geldi o halde.
devamını gör...

(bkz: türkiye cinsel açlığın afrikasıdır)
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim