uyanık kütüphane
ankara'da birçok şubesi bulunan, sesli ve sessiz çalışma salonları ile hizmet veren, girişte ödediğiniz 10 küsür tl (güncelden haberim yok) fiyat ile bir içecek alabileceğiniz çok tercih edilen kütüphaneler arasındadır. bahçeli şubesinin yanındaki ağaçlarıyla çok güzel bir görüntüsü var. kızılay şubesi biraz daha boğuk ve genelde liselilerin tercih ettiği bir yer. benim en sık gittiğim bahçeli şubesiydi. sabah 9'dan gece 2'ye kadar açıktı yanlış hatırlamıyorsam. bir yerden sonra yer bulamıyorsunuz. sesli salonun küçük bir balkonu da var. sabahın erken saatlerinde geldiğinizde belli bir saate kadar çok güzel oluyor, ondan sonrasında içerisi iyice havasız oluyor. yine de kendisi zaman zaman milli kütüphaneye alternatif olarak tercih ettiğim bir kütüphaneydi. tabii girişi ücretli olduğu için sürekli gitmek biraz bütçeyi zorlar, biz arkadaşlarla arada bir ödül olarak gidiyorduk. tıpçının ödülü de böyle oluyor ne yapalım*
devamını gör...
lucifer'ın tanımlarını hep memeyle bitirmesi sorunsalı
devamını gör...
ekonomiyi eleştiren kara çarşaflı kadın
ne yani, kendi dini inançları doğrultusunda kara çarşaf giyinmeyi tercih eden bir kadının ülkesinin ekonomisini eleştirme hakkı yok mu? bence normal,eleştirebilir.
devamını gör...
6 ayda nükleer silah yaparız
boğaziçi’nin kendi döneminde ilk 100’e gireceğini vaadeden melih bulu’nun nükleer silah üretimine dair öngörüsü. buradan
bu arada (bkz: popülizm).
bu arada 200’e yakın üniversitedeki 100binlerce nükleer fizik alanında çalışacak bilim insanını da es geçmeyelim lütfen.
bu arada (bkz: popülizm).
bu arada 200’e yakın üniversitedeki 100binlerce nükleer fizik alanında çalışacak bilim insanını da es geçmeyelim lütfen.
devamını gör...
imamın alevilere eşlerinizi dedeye sunuyormuşsunuz demesi
içerden sesleniyorum..yıllarca bir sunni olarak alevi bir sulalenin geliniydim.. çok muhterem insanlardır.. kendi ailemden kırıldım onlardan kırılmadim.. namuslariydim.. ayrıldım hala namuslariyim.. aslini inkar eden haramzade.. asılları da pirdir.. nurdur.. niyazdir..
devamını gör...
bir insana hak ettiğinden fazla değer vermek
hak ettiği değerden ne kadar fazla değer verirseniz o kadar eksiltirsiniz kendinizden. siz tükendiğinizde karşıdaki de gitmiş olur.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en büyük fobisi
afet.
devamını gör...
sözlük hanımefendilerine yönelik linçler
ilim irfan yuvası diyince gülesim geldi, yalan yok.
şu nahif kızları üzmeyin.
gün gelir ben de linçlenir miyim acaba? sıkıldığım bir gün linçleyin de eğleneyim biraz.
şu nahif kızları üzmeyin.
gün gelir ben de linçlenir miyim acaba? sıkıldığım bir gün linçleyin de eğleneyim biraz.
devamını gör...
heerfordt sendromu
üveit,parotid ve ateş ile karakterize sarkoidoz ile ilişkili sendromdur.
devamını gör...
sultan-ı yegâh
en güzel nur yoldaş'ın seslendirdiği, eşi ergüder yoldaş bestekârlığında, sözleri bir atilla ilhan şiirine ait güzide parça.
devamını gör...
burçlarla ilgili az bilinenler
ben de iyi bir insanım gerçekten. *
burç: ikizler
yükselen: ikizler
burç: ikizler
yükselen: ikizler
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
hiç öfkelenemediğiniz için ağlamak istediğiniz oldu mu? benim birkaç kez oldu.*
benim binlerce sınavımın içinde bir sınavım var ki her seferinde beni kahrediyor. belki bin cezadan bir ceza bu da. dünyanın yapılmış bütün esprilerini, şakalarını, komikliklerini bir kenara bırakarak söylüyorum*: bir dağın tepesine çıkıp yeter* diye bağırmak istiyorum bunu yaşadığımda.
nedir bu cezam? doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiye öfkelenmeyi asla başaramıyorum. işte bu. katiyen başaramıyorum. sahici öfkelerimin hiçbiri doğru değil. tüm sahici öfkelerim bana elimi ayağımı titreten pişmanlıklar olarak geri döndü. neredeyse hepsi. galiba hepsi.
yapım gereği sakin bir insanım. daima orta yolcu makul bir insan olduğumu düşünürüm. bunu farklı insanlardan ve dahası en yakınımdaki insanlardan duymuş olmanın rahatlığı ve biraz da övüncüyle söylüyorum, doğrusu bu yönümü seviyorum. düşünce dünyamınn öbür ucundaki insanlarla rahatça iletişim kurmamı sağlıyor bu. gel gelelim insan bu ya öfkelenmek de icap eder yeri gelince kinlenmek de belki. ikincisine zamanım yok ancak ilki gerekiyor bazen. ben de ayda yılda bir sahiden bir öfke boşalması yaşıyorum*. ama hep yanlış zamanda, yanlış kişiye, yanlış yerde. halen düşündükçe kahrolduğum iki meseleyi kısaca anlatmak istiyorum:
birincisi bundan aylar aylar öncesi. bir müşteri temsilcisi ile. mesleğim icabı insanların dertleri, sıkıntıları, öfkelerine şahit olduğumdan muhatabının doğrudan insan olmasının zorluğunu çok iyi bilirim. dolayısıyla bu insanlara çok saygım var. ömrümde bir kez öfkelendim bir müşteri temsilcisi ile konuşurken. o da işte bu aylar önceki mevzu idi. neden öfkelendim mevzu neydi hiç hatırlamıyorum bile. ancak karşımdaki hanımefendiye birkaç kez yükseldiğimi hatırlıyorum. ilk kez bir müşteri temsilcisine yükseliyordum*. ve bu müşteri temsilcisinin birden benle konuşurken sesi titriyor. fark edince neyse hanımefendi bir ara bayiye uğrar bir bakarım iyi günler dilerim deyip kapatıyorum. telefonu duvara çarpmamak için nasıl kendimi tuttuğumu, sol ayağımın nasıl titrediğini anlatamam. yani bir kez öfkelendim. bir kerecik. yok ömrümde başka hatırlamıyorum. anlaşamayacağımızı anlarsam neyse deyip kapatıyorum. müşteri temsilcisiyle konuşurken bir kez öfkelenesim tutmuş ve karşımda sesi titreyen bir kadın. aylar geçti ancak titreyen o sesi unutamıyorum. halen ayaklarına kapanıp af dilenesim geliyor. ama beyhude artık. kırılan kırıldı. kırdığımla geçiştirdim bir öfke nöbetini daha.
bir diğer mevzu: bilenler var sözlükte, avukatım. henüz yeniyiz diyelim ama çevremiz fena değil. ne müvekkillerim ne karşı tarafla öyle hır gürümüz çok olmadı arada sesler yükselir bazen o kadar. birkaç hafta önce cezaevindeki bir müvekkilimizin babası ile telefonda tartıştık. dahası ortağımla görüştükten sonra aramam icap etti, biraz da doldurmuştu benim ortak. neyse aradım, sakince bir mesele varmış diye sorup dinlemeye başlarken beyefendi dakka bir gol bir hemen damarıma basmaz mı benim. detayı lüzumsuz ancak çok ağırıma gitti. alttan almaya çalıştım yine halen basıyor aynı damara, patlayacak. dayanamadım. karşımda iki katım yaşımda adam. tamamen küfürsüz argosuz. ne kadar damarı varsa hepsine bastım. nerdeyse onbeş dakika. yahu adam, bana allah aşkına söv, küfret, tehdit et, ofisine gelecem, seni bulacam, sağ komayacam de allah aşkına. iki katım yaşımda adam, babam yaşında. hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı telefonda. dakikalarca. belki on belki onbeş dakika. artık abi tamam dert etme bunları, içini ferah tut, rahat ol diye teselli seansları. güç bela kapadım telefonu. yahu diyorum kendi kendime, olmuş neredeyse iki yıl ilk kez bu kadar öfkeleniyorsun ve baban yaşında adam tutup ağlıyor. böylesi bir adama denk geliyorsun. olacak iş mi bu? oluyor işte.
bu benim cezam mı imtihanım mı bilmiyorum. belki de nasıl öfkelenmem gerektiğini bilmiyorum. çok saldırganlaşıyorum belki. belki öfkeden farklı bir şey yaptığım. ama neden ayniyle karşılık alacağım birine yönelmiyor bu öfke asla? şöyle dönüp adam akıllı ne zaman öfkelenmişim diye düşününce aklıma bunlar geliyor. daha eskisini pek hatırlamıyorum da. ama artık anladım. sahiden öfkelendiysem hiçbir zaman oh be içimi boşalttım rahatladım diyemeyeceğim.
insan bazı bazı içten bir öfke diler. öyle ki öfkeyi doğru yere sarf edebilmek de büyük meziyet. öyle değil mi? bir gün başarabilsem ben de anlayacağım. şimdilik sahici öfkelerimden bana kalan günlerce geçmeyen pişmanlık ve öfke fobisi.*
benim binlerce sınavımın içinde bir sınavım var ki her seferinde beni kahrediyor. belki bin cezadan bir ceza bu da. dünyanın yapılmış bütün esprilerini, şakalarını, komikliklerini bir kenara bırakarak söylüyorum*: bir dağın tepesine çıkıp yeter* diye bağırmak istiyorum bunu yaşadığımda.
nedir bu cezam? doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiye öfkelenmeyi asla başaramıyorum. işte bu. katiyen başaramıyorum. sahici öfkelerimin hiçbiri doğru değil. tüm sahici öfkelerim bana elimi ayağımı titreten pişmanlıklar olarak geri döndü. neredeyse hepsi. galiba hepsi.
yapım gereği sakin bir insanım. daima orta yolcu makul bir insan olduğumu düşünürüm. bunu farklı insanlardan ve dahası en yakınımdaki insanlardan duymuş olmanın rahatlığı ve biraz da övüncüyle söylüyorum, doğrusu bu yönümü seviyorum. düşünce dünyamınn öbür ucundaki insanlarla rahatça iletişim kurmamı sağlıyor bu. gel gelelim insan bu ya öfkelenmek de icap eder yeri gelince kinlenmek de belki. ikincisine zamanım yok ancak ilki gerekiyor bazen. ben de ayda yılda bir sahiden bir öfke boşalması yaşıyorum*. ama hep yanlış zamanda, yanlış kişiye, yanlış yerde. halen düşündükçe kahrolduğum iki meseleyi kısaca anlatmak istiyorum:
birincisi bundan aylar aylar öncesi. bir müşteri temsilcisi ile. mesleğim icabı insanların dertleri, sıkıntıları, öfkelerine şahit olduğumdan muhatabının doğrudan insan olmasının zorluğunu çok iyi bilirim. dolayısıyla bu insanlara çok saygım var. ömrümde bir kez öfkelendim bir müşteri temsilcisi ile konuşurken. o da işte bu aylar önceki mevzu idi. neden öfkelendim mevzu neydi hiç hatırlamıyorum bile. ancak karşımdaki hanımefendiye birkaç kez yükseldiğimi hatırlıyorum. ilk kez bir müşteri temsilcisine yükseliyordum*. ve bu müşteri temsilcisinin birden benle konuşurken sesi titriyor. fark edince neyse hanımefendi bir ara bayiye uğrar bir bakarım iyi günler dilerim deyip kapatıyorum. telefonu duvara çarpmamak için nasıl kendimi tuttuğumu, sol ayağımın nasıl titrediğini anlatamam. yani bir kez öfkelendim. bir kerecik. yok ömrümde başka hatırlamıyorum. anlaşamayacağımızı anlarsam neyse deyip kapatıyorum. müşteri temsilcisiyle konuşurken bir kez öfkelenesim tutmuş ve karşımda sesi titreyen bir kadın. aylar geçti ancak titreyen o sesi unutamıyorum. halen ayaklarına kapanıp af dilenesim geliyor. ama beyhude artık. kırılan kırıldı. kırdığımla geçiştirdim bir öfke nöbetini daha.
bir diğer mevzu: bilenler var sözlükte, avukatım. henüz yeniyiz diyelim ama çevremiz fena değil. ne müvekkillerim ne karşı tarafla öyle hır gürümüz çok olmadı arada sesler yükselir bazen o kadar. birkaç hafta önce cezaevindeki bir müvekkilimizin babası ile telefonda tartıştık. dahası ortağımla görüştükten sonra aramam icap etti, biraz da doldurmuştu benim ortak. neyse aradım, sakince bir mesele varmış diye sorup dinlemeye başlarken beyefendi dakka bir gol bir hemen damarıma basmaz mı benim. detayı lüzumsuz ancak çok ağırıma gitti. alttan almaya çalıştım yine halen basıyor aynı damara, patlayacak. dayanamadım. karşımda iki katım yaşımda adam. tamamen küfürsüz argosuz. ne kadar damarı varsa hepsine bastım. nerdeyse onbeş dakika. yahu adam, bana allah aşkına söv, küfret, tehdit et, ofisine gelecem, seni bulacam, sağ komayacam de allah aşkına. iki katım yaşımda adam, babam yaşında. hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı telefonda. dakikalarca. belki on belki onbeş dakika. artık abi tamam dert etme bunları, içini ferah tut, rahat ol diye teselli seansları. güç bela kapadım telefonu. yahu diyorum kendi kendime, olmuş neredeyse iki yıl ilk kez bu kadar öfkeleniyorsun ve baban yaşında adam tutup ağlıyor. böylesi bir adama denk geliyorsun. olacak iş mi bu? oluyor işte.
bu benim cezam mı imtihanım mı bilmiyorum. belki de nasıl öfkelenmem gerektiğini bilmiyorum. çok saldırganlaşıyorum belki. belki öfkeden farklı bir şey yaptığım. ama neden ayniyle karşılık alacağım birine yönelmiyor bu öfke asla? şöyle dönüp adam akıllı ne zaman öfkelenmişim diye düşününce aklıma bunlar geliyor. daha eskisini pek hatırlamıyorum da. ama artık anladım. sahiden öfkelendiysem hiçbir zaman oh be içimi boşalttım rahatladım diyemeyeceğim.
insan bazı bazı içten bir öfke diler. öyle ki öfkeyi doğru yere sarf edebilmek de büyük meziyet. öyle değil mi? bir gün başarabilsem ben de anlayacağım. şimdilik sahici öfkelerimden bana kalan günlerce geçmeyen pişmanlık ve öfke fobisi.*
devamını gör...
diş kirası
osmanlı döneminde hali vakti yerinde olanların ( saray mensupları, konak sahipleri gibi) , misafirlerini özellikle durumu müsait olmayanları iftarda ağırladıktan sonra onları uğurlarken verdikleri hediyeleri ve paraları tanımlayan söz öbeğidir.
bu daha sonraları yarı-resmi bir hal almış, memurlar, amirlerinin evine gitmeyi görev addetmişler ayrıca davete katılabilmek için ev sahibini tanımak da gerekmiyormuş haliyle zamanla bu durumun cılkı çıktığı için medrese öğrencilerinin, dervişlerin ve hocaların dışındakilerin bu davetlere katılamaması kararı alınsa da başa çıkılamamış. bir de bu davetler öyle bir hal almış ki artık iş prestij meselesine hatta ne yazık ki gösterişe dönmüş.*
gel zaman git zaman ıı.meşrutiyetten sonra sarayın eski halinin kalmaması bunu karşılayabilecek konak sahibi kişilerin de olmaması yavaş yavaş bu adetin ortadan kalkmasına yol açmış.
diğer bir taraftan azledilmiş olan deliler'in (bir tür askeri birlik) halktan zorla aldıkları paraya da bu isim verilirmiş.
kaynak :
islamansiklopedisi.org.tr/d...
bu daha sonraları yarı-resmi bir hal almış, memurlar, amirlerinin evine gitmeyi görev addetmişler ayrıca davete katılabilmek için ev sahibini tanımak da gerekmiyormuş haliyle zamanla bu durumun cılkı çıktığı için medrese öğrencilerinin, dervişlerin ve hocaların dışındakilerin bu davetlere katılamaması kararı alınsa da başa çıkılamamış. bir de bu davetler öyle bir hal almış ki artık iş prestij meselesine hatta ne yazık ki gösterişe dönmüş.*
gel zaman git zaman ıı.meşrutiyetten sonra sarayın eski halinin kalmaması bunu karşılayabilecek konak sahibi kişilerin de olmaması yavaş yavaş bu adetin ortadan kalkmasına yol açmış.
diğer bir taraftan azledilmiş olan deliler'in (bir tür askeri birlik) halktan zorla aldıkları paraya da bu isim verilirmiş.
kaynak :
islamansiklopedisi.org.tr/d...
devamını gör...
anayasamız kuran olsun
ketçap mayonez de olsun mu ?
devamını gör...
van gogh: sonsuzluğun kapısında
gösterime girer girmez heyecanla sinemaya koştuğum filmdi. filmin ismi türkçe'ye van gogh: sonsuzluğun kapısında şeklinde çevrilmiştir.
filmde van gogh'u usta oyuncu willem defoecanlandırıyor. canlandırıyor diyorum çünkü performansıyla hem deliliği hem dahiliği durmaksızın hissettirdi. her bir anında van gogh'u yaşıyordu sanki, çokkatmanlı bir seyirdi benim için.
biyografi niteliği taşıyan filmde van gogh'un hayatına dair sunulanlar çok çarpıcı ve etkileyici. pek çok sahnede çıkmazlar ve anlaşılmazlıklara rağmen van gogh'un güçlü tutkusunu görüyoruz. doktoruyla, kardeşiyle, ressam arkadaşıyla, yabancılarla ilişkileri oldukça başarılı aktarılmış. dramatik ögeler baskın.
"delilikle dahiliğin arasında çok ince bir çizgi vardır fakat deliliğe adım atmayanlar dahiliğe geçemez." benzeri bir cümle vardı, orijinalini anımsayamıyorum. film bana bu cümleyi çağrıştırıyor.
filmde van gogh'u usta oyuncu willem defoecanlandırıyor. canlandırıyor diyorum çünkü performansıyla hem deliliği hem dahiliği durmaksızın hissettirdi. her bir anında van gogh'u yaşıyordu sanki, çokkatmanlı bir seyirdi benim için.
biyografi niteliği taşıyan filmde van gogh'un hayatına dair sunulanlar çok çarpıcı ve etkileyici. pek çok sahnede çıkmazlar ve anlaşılmazlıklara rağmen van gogh'un güçlü tutkusunu görüyoruz. doktoruyla, kardeşiyle, ressam arkadaşıyla, yabancılarla ilişkileri oldukça başarılı aktarılmış. dramatik ögeler baskın.
"delilikle dahiliğin arasında çok ince bir çizgi vardır fakat deliliğe adım atmayanlar dahiliğe geçemez." benzeri bir cümle vardı, orijinalini anımsayamıyorum. film bana bu cümleyi çağrıştırıyor.
devamını gör...
tanımlarını okuyarak bir yazara aşık olmak
benim tanımlarımı okuyarak aşık olacak kadına diz çöker tövbe ederim.
devamını gör...
hikaye
cahit külebi'nin şiiri, (şiirin sonunda, şairin kendi ağzından hikayesi vardır).
senin dudakların pembe
ellerin beyaz,
al tut ellerimi bebek
tut biraz!
benim doğduğum köylerde
ceviz ağaçları yoktu,
ben bu yüzden serinliğe hasretim
okşa biraz!
benim doğduğum köylerde
buğday tarlaları yoktu,
dağıt saçlarını bebek
savur biraz!
benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!
benim doğduğum köylerde
kuzey rüzgârları eserdi,
ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
öp biraz!
sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
benim doğduğum köyler de güzeldi,
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz!
şairin kendi ağzından hikaye şiirinin hikayesi:
şiir benim daima kafamda uzun süre içide yaşayarak oluşur. ama hikaye şiirim birdenbire yazılmıştır. anadolu’da bir yerdeyiz. okul eve yakın, bitişik. eşim süreyya bir çocuk doğurdu, ali denen çocuğu. süreyya okuldan gelir terli terli emzirirdi ali’yi. yoksulduk, parasızdık. süreyyayla bir konuda tartıştık. sonra o okula dersine gitti. tarih öğretmeniydi. ben okuldan bazı belgeleri temize çekmek için getirdiğim ödünç daktiloyla oturdum bu şiiri yazdım. öyle daktiloya takılı kalmış.
*
hep aslında sahip olduğum şeye “değilim”, olan şeye “yoktur” diye yazmışım aslında. benim doğduğum köyler türkiye’nin en güzel ceviz ağaçlarını olduğu yerdi, ceviz tarlaları içinde doğdum desem yeridir. gülmesini de bilen insanların arasında yaşadım.
ama gerçekten de dudaklarım hep çatlak çatlaktır. hep krem almışımdır ömrüm boyunca!”
senin dudakların pembe
ellerin beyaz,
al tut ellerimi bebek
tut biraz!
benim doğduğum köylerde
ceviz ağaçları yoktu,
ben bu yüzden serinliğe hasretim
okşa biraz!
benim doğduğum köylerde
buğday tarlaları yoktu,
dağıt saçlarını bebek
savur biraz!
benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!
benim doğduğum köylerde
kuzey rüzgârları eserdi,
ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
öp biraz!
sen türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
benim doğduğum köyler de güzeldi,
sen de anlat doğduğun yerleri,
anlat biraz!
şairin kendi ağzından hikaye şiirinin hikayesi:
şiir benim daima kafamda uzun süre içide yaşayarak oluşur. ama hikaye şiirim birdenbire yazılmıştır. anadolu’da bir yerdeyiz. okul eve yakın, bitişik. eşim süreyya bir çocuk doğurdu, ali denen çocuğu. süreyya okuldan gelir terli terli emzirirdi ali’yi. yoksulduk, parasızdık. süreyyayla bir konuda tartıştık. sonra o okula dersine gitti. tarih öğretmeniydi. ben okuldan bazı belgeleri temize çekmek için getirdiğim ödünç daktiloyla oturdum bu şiiri yazdım. öyle daktiloya takılı kalmış.
*
hep aslında sahip olduğum şeye “değilim”, olan şeye “yoktur” diye yazmışım aslında. benim doğduğum köyler türkiye’nin en güzel ceviz ağaçlarını olduğu yerdi, ceviz tarlaları içinde doğdum desem yeridir. gülmesini de bilen insanların arasında yaşadım.
ama gerçekten de dudaklarım hep çatlak çatlaktır. hep krem almışımdır ömrüm boyunca!”
devamını gör...
ilginç etimolojik bağlantılar
şeker-sugar-zucker-saxar-sukker-sakar-sarkara
türkçe-ingilizce-almanca-rusça-arapça-farsça-sanskritçe
şimdi öncelikli olarak araplar, hintlilerden şekeri, farslar aracılığıyla alıyor. farslar sarkara'ya sakar diyor, araplar sakar'a sukker diyor, avrupaya italya üzerinden ticaretle zuccere diye gidiyor. almanlar zucker diyor, cermen dili olan ingilizler de sugar diyor. her yerde yaklaşık aynı isimle anılan bu madde, bağımlılık yapıyor, insan sağlığını olumsuz etkiliyor. tüketmeyelim, uzak duralım. evet. ama meyve yiyebilirsiniz şeker için.
ayrıca evet, mark zuckerberg'deki zucker bu zucker.
türkçe-ingilizce-almanca-rusça-arapça-farsça-sanskritçe
şimdi öncelikli olarak araplar, hintlilerden şekeri, farslar aracılığıyla alıyor. farslar sarkara'ya sakar diyor, araplar sakar'a sukker diyor, avrupaya italya üzerinden ticaretle zuccere diye gidiyor. almanlar zucker diyor, cermen dili olan ingilizler de sugar diyor. her yerde yaklaşık aynı isimle anılan bu madde, bağımlılık yapıyor, insan sağlığını olumsuz etkiliyor. tüketmeyelim, uzak duralım. evet. ama meyve yiyebilirsiniz şeker için.
ayrıca evet, mark zuckerberg'deki zucker bu zucker.
devamını gör...
panda evlat edinin
pandalar yalnız ve utangaç canlılardır. genellikle çin’in bambu ormanlarında, dağlarda ulaşılması zor ve uzak yerlerde, gözlerden uzakta yaşarlar.
uluslararası dünya doğayı koruma birliği’nin (ıucn) kırmızı listesi’ne göre pandaların nesli tehlike altında. bugün doğal ortamında sadece 2.000 panda kalmış.
dünya doğayı koruma vakfı (world wide fund for nature)'nın başlattığı bir çalışma ile sembolik olarak panda sahiplenebiliyorsunuz. aşağıdaki sayfada yer alan bağış tutarı kısmından istediğiniz miktarda bağış yapabilir, pandaların doğal ortamlarında yaşamlarını sürdürmelerine destek olabilirsiniz.
kaynak: buradan
uluslararası dünya doğayı koruma birliği’nin (ıucn) kırmızı listesi’ne göre pandaların nesli tehlike altında. bugün doğal ortamında sadece 2.000 panda kalmış.
dünya doğayı koruma vakfı (world wide fund for nature)'nın başlattığı bir çalışma ile sembolik olarak panda sahiplenebiliyorsunuz. aşağıdaki sayfada yer alan bağış tutarı kısmından istediğiniz miktarda bağış yapabilir, pandaların doğal ortamlarında yaşamlarını sürdürmelerine destek olabilirsiniz.
kaynak: buradan

devamını gör...
28 mayıs 2013 taksim gezi parkı direnişi
belki de hayatımın en güzel, en anlamlı ve en işe yaradığımı düşündüğüm zamanlarıydı. boş sandığımız gençliğin ne kadar cesur, ne kadar bilgili, ne kadar zeki olduğunu gördüğümüz zamanlardı. acılarımız da büyüktü, umutlarımız büyüktü orada hep beraber olduğumuz zaman. bostancı'da çalışıyordum. alışveriş yaptığım esnaf biliyordu gezi parkı'na her akşam gittiğimi ve her akşam bana poşetlerce kuru bakliyat, içecek, kahvaltılık verirlerdi. dayanışma, saygı vardı. evet ilk önce 3-5 ağaç içindi her şey. 3-5 ağaç için bu kadar cesur davranan insanları görenler de kendi sorunlarını dile getirmek için cesaretlendiler. her kesimden insan akın etmeye başladı. dindarı, ateisti, genci, yaşlısı. çok güzel günlerdi. birlik beraberliğin olduğu günlerdi. işin ilginç yanı dünyada böyle eylem yapan görülmemişti. biber gazıyla bizleri zehirleyen polise çiçek vermek, yiyeceğini paylaşmak. dans etmek, şarkı söylemek, kendileri başta olmak üzere, hükümetten gelen açıklamalara esprili yaklaşmak. kin yoktu içimizde. sadece huzurlu, mutlu, adaletli yaşamak istiyorduk.

devamını gör...