kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

çok cici resimler yapıyormuş, çok yetenekli bir fizikçiymiş, bura kesmemiş onu, ınstagrama açılmış öyle diyor onun hakkında kuşlar.
devamını gör...

ey ahali,
duyduk duymadık demeyin, başınızı öne eğmeyin... yeni gelmiş bir bektaşi
var selamınızı esirgemeyin. yalnız bir ricam olacak kendisinden fıkraları olsun en damardan fikirleri olsun içimizi en sarandan.

bende nezaketen bir bektaşi fıkrasıyla geldim:
adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek:
-böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek..... diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. bu konuşmalardan birisini duyan bektaşi dayanamayıp cevap vermiş:
-gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.
hoş gelmişsiniz.
devamını gör...

bence eskisi daha güzeldi ama olsun. ayrıca iko lütfen kendini baskıda hissetme, yoldaş sana hiçbir şey yapamaz. sürekli yeni bir şeyler eklemek zorunda değilsin.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

devrim hesap vermez. hele ortalık taze barut kokarken ne soru sorar ne cevap verir. olması gerekenler önceden bellidir ve buna göre hareket edilir. başlarındaki padişahın ülkeyi 72 millete peşkeş çektiğini bilmeden hala ona tapan güruha soru sorarak bir yere varılmayacağı herkesin malumudur zaten. laiklik dediğimiz kavram dinin devlet işlerinden ayrılıp bireyin kendi vicdanını ilgilendiren bir duruma getirmektir. birbirini sömürmek ve rezilliklerini gizlemek için dini kullanmayı alışkanlık haline getirenlere bunu kaldırmayı sormak amiyane tabirle akıl kıtlığının işaretidir.
devamını gör...

doğa, bitkiler, çiçekler, ağaçlar, yeşil alan ve suyun denizin olduğu her yerde huzur olduğunu düşünüyorum. böyle yerde kendimi çok iyi hissederim ve yaşamaktan keyif alırım.
devamını gör...

sahiplendirme başlığı altında britishler goldenlar havada uçuyo maşallah.. hani cins ayırt etmiyorduk sahipleniyorduk? kim kime british sahiplendirir bu zamanda ? delirdiniz herhalde
devamını gör...

sadece dizi izleyerek ingilizce öğrenmek bence de mümkü değildir, ama başlığı açan arkadaşa katılmıyorum. şimdi çok basit bir mantıkla düşünelim.

hep ne diyorlar? "bir dili en güzel konuşulduğu bir yerde yaşayarak öğrenebilirsin." neden, çünkü sürekli maruz kalıyorsun ve iletişime geçmek için bu dili kullanmayı da öğreniyorsun. e peki türkiye'de bunu nasıl yapacaksın? yapabileceğin en faydalı şey dizi izlemek. günde iki, üç saat ingilizce altyazıyla dizi izleyen bir insan istese de istemese de çok fazla günlük kalıp, çok fazla ifade öğrenecektir. bunun yanında gramer ve kelime çalışması da yapıyorsa bunların günlük dilde nasıl işlediğini görüp çalıştığı konuları da pekiştirmiş olacaktır. şahsen ben faydalı olduğunu düşünüyorum.

ama altını çizelim tek başına dizi izleyerek ingilizce bence de öğrenilmez, ama ingilizce öğrenen birine ise çok yardımcı olur.
devamını gör...

gerek tarihsel karakterler hakkında verdiği uzun bilgiler, gerek sözcükler hakkında verdiği kısa bilgilerle dikkat çeken bir yazar.
devamını gör...

bebeğin apgar skorunun yüksek olması beklenir. 0, 1, 2 puanlar verilerek toplam puan üzerinden değerlendirme yapılır. bebekte bakılanlar şunlardır:

-kasların sağlığı
-kalp atışı
-yüz ifadesi
-cilt rengi
-solunum

7- 10 puan alan bebekler normal kabul edilir. 4-7 puan alan bebeklere oksijen desteği gerekebilir. 0-3 puan alan bebeklere resüsitaston gerekir.
devamını gör...

o gece hiç uyuyamadım. maçı kafamda oynuyor, türlü türlü skorlar eşliğinde kaldığım otel odasında bir ileri bir geri volta atıyordum. içtiğim daha doğrusu yediğim sigaranın haddi hesabı yoktu. brezilya'yı yenebilir miydik? mevcut şartlarda böyle bir ihtimal olasılık dahilinde değildi. futbol tanrıları ile konuşmak, onları bu konuda ikna etmek lazımdı. benim ise böyle bir işe ayıracak vaktim yoktu. beynim köstebek yuvasına dönmüş, açılan fikir dehlizleri içerisinde yolumu bulmaya çalışıyordum. labirent maymununa dönmüştüm. son sigarımı telaşla söndürdüm ve banyoya doğru yol aldım. buz gibi suyun altına girerek beynimi kemiren düşüncelerden kurtulmak niyetindeyim. duştan sonra biraz daha rahatladım. sakince elbiselerimin bulunduğu dolaba doğru ilerledim. bir anda kendimi boy aynasının önünde buluvermiştim. fötr şapkamı takmış, takım elbisemi giymiş, kravatımı bile doğru bağlamıştım. hay bin kunduz! bu bir işaret olabilir miydi? keşke diye geçirdim içimden. saate baktım ama maçın başlama saatine daha çok vardı. kendimi dışarı attım. rio de janeiro sokaklarında sabahın ilk saatleriyle birlikte şuursuzca gezmeye başladım. brezilyalılar her yere takımlarının fotoğraflarını asmıştı. şehirde sinir bozucu bir şampiyonluk havası vardı. benim gibi uruguay'a gönül vermiş insanlar için şehir, dante'nin ilahi komedyası gibi bir hale bürünmüştü. cesaretimi toplayıp bir tane gazete aldım. manşete bakmamla birlikte yine haleti ruhiyem kendisini londra köprüsünden aşağı doğru bıraktı. manşette ''kazan yada berabere kal!'' yazıyordu. işimiz gerçekten zordu. hitler manyağının ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda dünya futbol şampiyonlarından mahrum kalmıştık, futbola olan özlemimiz iyice artmıştı. ve biz bu heyecanı iliklerimize kadar yaşıyorduk. işin daha kötüsü bizimkilerin maçı mutlaka kazanması gerekiyordu ki bu durum nabzımızın atış hızını bir kaç kat arttırıyordu.

gençler bilmezler. o dönemlerde dünya kupası sistematiği farklı işliyordu. bu maç hasbelkader final maçı olmuştu. zira hem brezilya hem de bizim çocuklar puan olarak şanslarını son maça taşımış, bu yüzden maç bir anda dünya kupası finali haline dönüşmüştü. adamlar sırf bu şampiyona için ''maracana stadyumu''nu inşa etmişlerdi. stat mabet gibi bir şeydi. 200 bin kişiyi ağırlayabilecek bir kapasitesi vardı. stadın önüne geldiğimde farklı duygular içerisindeydim. gözlerimi stadın heybetinden ve büyüklüğünden alamıyordum. adamlar işimizi, kafada bitirmiş gibiydiler. eski roma kolezyumlarından birinin önündeymişim gibi gerginliğim iyice artmıştı. sanki bir yakınım hakkında damnatio ad bestias * cezası verilmiş ve ben infazı bekliyordum. bizi resmen aslanların önüne atmışlardı ve bu mücadeleden sağ salim çıkmamız imkansıza yakındı.

brezilyalı taraftarların tezahüratları ve samba dansları eşliğinde stada girdim. bakın tek tek saydım abartmıyorum; statta tamı tamına 199.854 kişi vardı. bunların toplasanız 100/150 tanesini bahtsız bedeviler olarak adlandırabileceğiniz şanlı uruguay'ımıza gönül vermiş insanlardı. perişan bir haldeydik. tezahüratlar, bağırışlar, samba ritimleri arasında bir sigara daha yaktım. elbette rengimi belli etmiyordum. bu kalabalık arasında kim vurduya gitmek niyetinde değildim. hakemin başlama düdüğüyle birlikte brezilya üzerimize kabus gibi çöktü. sağdan soldan yükleniyorlar, bizimkiler sürekli müdafaa yapmak zorunda kalıyorlardı. sarı/yeşil iblisler bizi kendi yarı alanımızdan çıkarmıyordu. ademir denen futbol cambazı bizimkilerle kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu. allah'tan maspoli günündeydi ve ilk 10 dakika içinde 3 tane yüzde yüzlük gol pozisyonunu engelledi de, alnımdan süzülen terleri ipek mendilim ile silme fırsatını buldum. sonrasında bir mucize oldu ve bizimkiler şut attı. o an, işte öyle bir bağırmak geldi ki içimden anlatamam. schiaffino'nun bu şutu, spartaküs'ün roma imparatorluğuna baş kaldırması ile eş değerdi benim için. ancak ender gelişen osasuna atakları bile bu kadar çabuk küllenmemiştir. hevesimiz kursağımızda kaldı. brezilya başladı yine samba yapmaya. al gülüm ver gülüm. taakk bir şut, yine maspoli devrede. maç ademir ile maspoli arasında geçmeye başlamıştı ve bu benim için hiç de iyiye işaret değildi. sigara yakıp söndürmekten bazı pozisyonları kaçırıyor, bu arada etrafımdakilere de renk vermemeye çalışıyordum. kuvvetle muhtemel brezilya gol atamadıkça stresten sigara yaktığımı düşünüyorlardı. oysa benim içimde ne fırtınalar kopuyordu. kimse durumun farkında değildi. bu haleti ruhiye içerisinde ilk yarıyı 0-0 bitirmenin verdiği rahatlama ile olduğum yerde çöktüm kaldım. bu şekilde bu maç nasıl bitecekti? ömür törpüsünün törpülenmiş hali gibi öyle boş gözlerle sahaya bakıyordum.

sonra biz yine diken üzerinde 66. dakikaya kadar geldik. sigaralardan ve nabız yükselmelerinden bahsetmeye bile gerek yok. işte o dakika, dünya bambaşka bir hale büründü. kaptanımız varela topu aldığı gibi sağ kanatta ghiggia'ya verdi. ghiggia nasıl oldu, nasıl yaptı anlamadığımız bir şekilde ceza alanına dalıverdi. onun topu schiaffino'nun önüne yuvarlamasıyla birlikte bizim aslan parçası topa öyle bir vurdu ki, dar açıdan o topun ağlarla buluşmasıyla birlikte dünya benim için o anda durdu. bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. etrafımdaki brezilya'lılar şaşkına dönmüşler, kimi ellerini başının üzerine götürmüş, kimi ağlamaklı, kimi düşünceli gözlerle etrafındakileri süzüyor. işte o anda yaktım gerçek keyif sigaramı. zira olmayacak duaya amin demek üzereydik. tabi sonrasında brezilya yine freni boşalmış kamyon gibi üzerimize gelmeye başladı. ama bizim çocukların maçı kazanacaklarına dair inancı artmıştı. maspoli atlas'ın dünya'yı sırtında taşıdığı gibi takımı sırtında taşıyor ve brezilya'ya gol şansı vermiyordu. dakikalar 79'u gösterdiğinde, futbol tanrıları ikinci mucizelerini yer yüzüne gönderdiler. ghiggia yine bir fırsatını bulup ceza alanına girip cılız bir şut çıkardı, brezilya kalecisi barbosa fahiş bir hata ile resmen topu içeri aldı. işte o an dünyanın mucizevi bir yer olduğuna inanıveriyorsunuz. içim kıpır kıpır, havai fişekler eşliğinde tüm organlarım raks ediyor. lakin etrafımdaki yıkılmış, bitmiş ve tükenmiş brezilya taraftarını gördükçe kendimi tutmayı başarıyorum. maçın sonraki bölümleri çok stresli geçmedi. bir gol yedik ama o da bize nazar boncuğu oldu. o gün takriben 198.800 kişi gözyaşlarına hakim olamadı. kaptanımız valera, jules rimet kupasını havaya kaldırdığında cennet bizim için yeryüzüne inmiş gibiydi. her ne kadar göz yaşlarına boğulmuş olsa da bizim cennetimiz tertemiz ve pir-ü paktı.

o maçtan sonra brezilya kalecisi barbosa resmen istenmeyen adam ve vatan haini ilan edildi. yıllar sonra kendisi ile bir barda karşılaştık. yaşadıklarını ilk ağızdan dinleme fırsatı bulmuş oldum ama bu başka bir başlığın konusu. *

işte bizim aslan parçaları; sizler için ne söylesek az çocuklar!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu hüzünlü ve boş bakışlar ise barbosa'nın bakışları. buna yorum dahi yapmak istemiyorum. o günlerden bana kalan tek keyifsiz an bu adamcağızın çektikleridir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yirmi beş gün oldu. her gün o'nu bir daha göremeyeceğim, bir daha hiç sarılamayacağım gerçeğiyle yandığım y i r m i b e ş g ü n. dünyadaki en eski dostumun,babamın, hiç beklenmedik bir anda ve gerçekten bir an'da beni sonsuz bir özleyişe bırakıp gittiği...
devamını gör...

teşekkürler kafa sözlük ve teşekkürler bu organizasyonu yapan kıymetli yazar arkadaşlar. iyi ki varsınız.
devamını gör...

hiç değilse bir meslek öğrensin, bir işyerindeki hiyerarşik yapıyı görsün, elindeki şeylerin değerini anlasın diye düşünen ebeveynlerin yaptığı eylem. kimse çocuğu üzerinden bir fantazi kurmaz. herkes yetiştirdiği evladının iyi bir yerde olmasını ve hayatla mücadele etmesini öğrenmesini ister.

kaldı ki sanayi kötü bir yer değildir. ustalık öğrenmek, bir zanaat öğrenmek yapmasan bile hayatın boyunca işini kolaylaştırır.
devamını gör...

(bkz: bana espri bırakmamışsınız ulan)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

evet kamil.
devamını gör...

şu yaşıma kadar gerçekten ben bunu başardım ya diyebileceğim hiçbir şeyimin olmaması beni çok üzüyor.
devamını gör...

iş ve trafik kazalarındaki darbeler, çığ düşmesi ile kar kitlesinin altıda kalmak crush sendromuna yol açsa da en sık ve yaygın neden deprem sebebiyle göçük altında kalmaktır. vücudun bir kısmı bir yere sıkışır ve kaslar kan gitmediği için ölmeye başladıkça toksik madde salgılar, daha sonra toksinler vücuda yayılır.
crush sendromu ilk olarak 1909 yılındaki messina depremi'nde tanımlanmış, depremden sağ kurtulan kişilerin halsizlik ve ödem gibi belirtiler ile öldükleri izlenmiştir.
devamını gör...

youtube videolarının yorum kısımlarında da görebileceğiniz bir yorumdur.


her beğeni bir tokat, her beğeni bir ekmek gibi versiyonları da vardır.

en güzeli ise 'facebook sponsor oldu 1 beğeni şu kadar 1 yorum bu kadar 1 yorum şu kadar lira destek' şeklindeki paylaşımlardır.
devamını gör...

en beğendiğim filmler listesinin zirvesinde bulunan film. bu cümleyi kurduktan sonra aynen şöyle düşündüm ''yahu neredeyse tüm sinema dünyası aynı fikirde, sinema tarihine damgasını vurmuş bir filmi sen beğensen ne olur beğenmesen ne olur.''*

neyse naçizane fikrimi söyleyip usulca gideyim başlıktan. öncelikle bu film, sinema denilen sanat daha yeni doğmuşken yapıldı. 1895 yılında lumiere kardeşler trenin gara girişini kameraya alarak ilk filmi yaptılar. aradan 30 yıl geçtikten sonra potemkin zırhlısı yapıldı. dünya üzerinde henüz 30 yıldır var olan bir sanat dalında üstelik bu sanat dalındaki teknolojik gelişmeler de o dönemler oldukça yavaş olmasına rağmen muazzam bir filmin ortaya koyulması eisenstein'ın sinema dehasını kanıtlar nitelikte.

filmle ilgili ikinci önemli nokta sovyet hükümeti tarafından bir propaganda aracı olarak kullanılmak üzere sipariş edilmesidir. yani bir yönetmen düşünün ki kendisine bir film sipariş ediliyor ve kendisi hem bu isteği yerine getiriyor hem de eline verilen imkanları kullanarak kendi kurgu yeteneğini ortaya koyuyor. bir taşla iki kuş vuruyor.

filmle ilgili üçüncü ve beni en çok etkileyen özellik ise eisenstein'ın bu filmi yaparken 27 yaşında olması, aynı zamanda bu filmin kendisinin ikinci filmi olması. filmden çok yönetmeni övdüğüm bir girdi olsa da kendisi bu övgüleri ikinci yaptığı filmle sinema tarihine adını yazdırarak sonuna kadar hak ediyor. muazzam kalabalık bir oyuncu ve figüran ordusuyla film çekmek elbette kolay değil.

eisenstein sinema ile ilgilenmeden önce tiyatro ile ilgileniyordu. çok kısa bir süre olsa da bu tiyatro geçmişi, filmdeki tiyatrovari havaya etkisi olduğunu düşünüyorum. gerçi sinema sanatının ilk filmlerindeki bu tiyatrovari hava sinemanın tiyatro gibi bir sanat olarak düşünülmesinden dolayıdır. zaten ilk filmlerin çoğunda tiyatro oyuncuları boy gösterir, bu tiyatrovari havanın sorumlusu oyunculardır da aynı zamanda. kameraya karşı oynayarak bir izleyici kitlesine karşı oynanır. bu filmde de yoğun olmasa da bu havayı görebiliyoruz.

elbette herkes gibi benim de en beğendiğim sahneler merdiven sahneleri. gerçi bu sahnelerde bir mantık hatası olsa da elbette nazarlık olarak görüyorum bunu. özellik merdivenlerde ölen çocuğunu taşıyan bıyıklı ablamız beni etkilemişti.
son olarak eisenstein'ın saç stilinin eraserhead'e olan benzerliğinden değinmeden geçemeyeceğim.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim