sevgilinin yanında yere 50 kuruş düşse alır mısın sorusu
vakti zamanında 25 kuruş eksiğim olduğunda ekmek alamadığım için her türlü alırım o 50 kuruşu.
devamını gör...
sagalassos antik kenti
burdur sınırlarında bulunan antalya üzerinden gidildiğinde yol üzerinde sapılarak ulaşılabilecek bir antik kent.
giriş müzekartla oluyor, varsa yanınızda taşımanızı tavsiye ederim, yok ise orada kolayca alınabiliyor.
ayrıca geçen günlerde kim milyoner olmak ister yarışmasında soru konusu olmuş yerdir.

resimde görülen heykellerin altında yeşil renkli küçük bir su mevcut, çok temiz olduğunu söyleyemem ancak fotoğraf çekmek için güneşle beraber güzel bir renk oluşturuyor.
bazı yerlere gitmek için rampa yolları göze almanız gerekebilir ancak çok dik olmamakla beraber yavaş yavaş çıkabilirsiniz.
gitmenizi tavsiye ederim keyifli yolculuklar.
giriş müzekartla oluyor, varsa yanınızda taşımanızı tavsiye ederim, yok ise orada kolayca alınabiliyor.
ayrıca geçen günlerde kim milyoner olmak ister yarışmasında soru konusu olmuş yerdir.

resimde görülen heykellerin altında yeşil renkli küçük bir su mevcut, çok temiz olduğunu söyleyemem ancak fotoğraf çekmek için güneşle beraber güzel bir renk oluşturuyor.
bazı yerlere gitmek için rampa yolları göze almanız gerekebilir ancak çok dik olmamakla beraber yavaş yavaş çıkabilirsiniz.
gitmenizi tavsiye ederim keyifli yolculuklar.
devamını gör...
11 temmuz 1995 srebrenitsa soykırımı
ikinci dünya savaşı'ndan sonra avrupa da yapılan en büyük vahşetlerden 26 yıl önce bugün srebrenitsa'da bm'nin oluşturduğu güvenli bölgede 8372 müslüman boşnak, sırplar tarafından katledildi. hollanda'nın sırplara teslim ettiği boşnakların silahları yoktu savunmasızlardı sırplar bu insanları acımasızca öldürdüler. hamile kadınlara işkence ettiler ,tecavüz ettiler, çocuklar bebekleri katlettiler. avrupa yı tertemiz bir medeniyet beşiği görürken karanlık yanlarını hiç dile getirmeyenler görüyoruz bu iki yüzlülüktür insanlıkla bağdaşmaz.
devamını gör...
maske takmayan insan
maske takmanın en gerekli olduğu ortamlarda bile son derece absürd olaylara neden olabilen insanlardır.
az önce, şuan bulunduğum hastanede yoğun bakım hastalarının tedavi gördüğü serviste maskeyi indirip kafasına göre yiyip içen arkadaşla güvenlik görevlisi arasındaki minik diyalog şöyleydi:
gg: beyefendi maskenizi takın.
x: ne?
gg: abi maskeni tak. ayrıca burada bir şeyler yemek yasak.
x: veriyim mi, yicen mi?
gg: yok abi. maskeyi tak diyorum. burada yiyip içmek yasak.
x: hee tamam.*
yorumsuz...
az önce, şuan bulunduğum hastanede yoğun bakım hastalarının tedavi gördüğü serviste maskeyi indirip kafasına göre yiyip içen arkadaşla güvenlik görevlisi arasındaki minik diyalog şöyleydi:
gg: beyefendi maskenizi takın.
x: ne?
gg: abi maskeni tak. ayrıca burada bir şeyler yemek yasak.
x: veriyim mi, yicen mi?
gg: yok abi. maskeyi tak diyorum. burada yiyip içmek yasak.
x: hee tamam.*
yorumsuz...
devamını gör...
muhabbet kuşunun ishal olması
başınıza gelebilecek en lanet durumdur kuşun ishal olması. fark ettiğiniz anda aksiyon almanızı gerektiren bir durumdur. aksi takdirde şunlar olabilir.
kuşunuz zaman içinde güçten düşer ve uçarken yükselme sorunu yaşar. bazı nesnelere çarpabilir.
hastalık hali psikolojisini bozabilir ki bu en tehlikeli durumdur.
yapılması gerekenler ise şunlardır.
ya bir ishal ilacı alır kullanırsınız ki bu en son tercih edilmesi gereken yöntemdir.
doğal olarak patates haşlayıp yedirmek etkili olur.
çay demini soğutup içirmek ishale hızlı etki eder.
aynı zamanda suluğundaki suyu her gün değiştirdiğinizde içine yarım çay kaşığı elma sirkesi damlatırsanız ishale neden olan bakteriler hızla son bulacaktır.
kuşunuz zaman içinde güçten düşer ve uçarken yükselme sorunu yaşar. bazı nesnelere çarpabilir.
hastalık hali psikolojisini bozabilir ki bu en tehlikeli durumdur.
yapılması gerekenler ise şunlardır.
ya bir ishal ilacı alır kullanırsınız ki bu en son tercih edilmesi gereken yöntemdir.
doğal olarak patates haşlayıp yedirmek etkili olur.
çay demini soğutup içirmek ishale hızlı etki eder.
aynı zamanda suluğundaki suyu her gün değiştirdiğinizde içine yarım çay kaşığı elma sirkesi damlatırsanız ishale neden olan bakteriler hızla son bulacaktır.
devamını gör...
egemenlik kayıtsız şartsız milletindir
20 ocak 1921'de kabul edilen teşkilât-ı esasîye kanununda ilk madde olarak kabul edilmiştir. o zaman ki dilde söylenişi ve günümüz türkçesinde ki karşılığı şöyledir:
hakimiyet bilâkaydü şart milletindir. idare usulü, halkın mukadderatanı bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir= egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. yönetim şekli, halkın kaderini bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır.
ancak zamanla değişen anayasalarda gittikçe daha alt maddelerde yazılmaya başlanmış:
20 nisan 1924 tarihli teşkilatı esasiye kanunu'nda üçüncü madde,
10 ocak 1945 tarihli anayasada gene üçüncü madde,
9 temmuz 1961 anayasasında dördüncü madde,
18 ekim 1982 anayasasında ise altıncı madde olarak yazılmıştır.
ilk günden beri tbmm' de kürsünün arkasında yazılı olmasına rağmen, maalesef her çıkan anayasada rating kaybetmiş, günümüzde ise sadece lafta kalan bir cümle olmuştur.
hakimiyet bilâkaydü şart milletindir. idare usulü, halkın mukadderatanı bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir= egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. yönetim şekli, halkın kaderini bizzat ve fiili olarak yönetmesi ilkesine dayanır.
ancak zamanla değişen anayasalarda gittikçe daha alt maddelerde yazılmaya başlanmış:
20 nisan 1924 tarihli teşkilatı esasiye kanunu'nda üçüncü madde,
10 ocak 1945 tarihli anayasada gene üçüncü madde,
9 temmuz 1961 anayasasında dördüncü madde,
18 ekim 1982 anayasasında ise altıncı madde olarak yazılmıştır.
ilk günden beri tbmm' de kürsünün arkasında yazılı olmasına rağmen, maalesef her çıkan anayasada rating kaybetmiş, günümüzde ise sadece lafta kalan bir cümle olmuştur.
devamını gör...
metal yorgunluğu
iktidar partisinden gelen peş peşe istifalar sonucunda türk siyasi literatürüne giren tabirdir.
ilk başlarda işini düzgün(!) yapan siyasetçilerin, zamanla yaşadığı güç zehirlenmesi sonucunda kibirli birer insana dönüşmesini ve görevini layıkıyla ifa edememesi anlamına gelir.
ilk başlarda işini düzgün(!) yapan siyasetçilerin, zamanla yaşadığı güç zehirlenmesi sonucunda kibirli birer insana dönüşmesini ve görevini layıkıyla ifa edememesi anlamına gelir.
devamını gör...
echo ile narcissus
narcissus doğduğu zaman kahinlerden birisi, onun çok yakışıklı olacağını, ömrünün çok uzun olacağını fakat hiç bir zaman kendi suretini görmemesi gerektiğini söyler. peri kızı echo, narcissus’u görür ve ona aşık olur. echo’nun aşkı karşılıksız kalır ve aşkından eriyerek ölür gider, kemikleri kayalaşır. aşkından inleyen sesi ise ”eko” dediğimiz yankılı sese dönüşür. narcissus’a aşık olan diğer periler artık bu işkenceye dayanamayıp tanrılara şikayette bulunurlar, tanrılar da bunu kabul ederler. avcı olan narcissus, avdan dönerken su içmek için pınara eğilir ve kendi yansımasını görerek aşık olur, bu tanrıların ona verdiği bir cezadır. aşkından orada eriyen narcissus, çiçeğe dönüşür; nergis çiçeğinin adı işte buradan gelir.
nergis çiçeğine adını veren narcissus’un öyküsü hemen hemen her çağda şairlerin esin kaynağı olmuştur. o’nu en güzel anlatanlar arasında da (bkz: latin şair ovidius) önde gelir. ovidius, narcissus ile echo efsanelerini birleştirerek iki insanın aşk uğruna harcadıkları boşuna çabaları tek bir dram olarak canlandırır. onun ustaca anlatımından bir kesit;
ekho görünce narkissos’u bir ıssız kırda dolaşırken
arzu sardı göynünü, düştü gizlenerek izlerinin ardına;
bir çıranın ucuna sürülmüş yanıcı kükürt
beni getirilen alevi nasıl kaparsa
ekho da yaklaştıkça ona daha yakından yanıyordu aşkla.
kaç kere okşayıcı sözlerle ona sokulmak,
kaç kere yumuşak dileklerini ona sunmak istedi;
yaradılışı vermedi izin söze başlamaya,
bekleyebilirdi ancak sözleri ki onlara cevaplar yollayacak.
yoldaşlarının sadık sürüsünden ayrılmış genç çocuk
bağırdı tesadüfen: “orda kim var?” “var” diye cevap verdi yankı.
donakaldı, gözlerini gezdirdi narkissos etrafa,
yüksek sesle dedi: “gel buraya”; ekho da söylenileni söyledi.
baktı narkisssos ne gelen var ne giden “niçin” dedi “kaçıyorsun benden?”
ekho da denilenleri yolladı geri ve bu böyle sürdü gitti.
aldanarak art arda söylenilen sözlerin görünüşüne dedi:
“burda buluşalım”; cevap veremezdi hiçbir çağrışa
bundan fazla istekle ekho, bağırdı: “buluşalım.”
kollarını boynuna dolamak arzusuyla, kendi sözleriyle
kendinden geçmiş, çıkıyordu koşa koşa girdiği ormandan.
narkissos bir yandan kaçıyor, bir yandan “elini çek boynumdan.”
“ölmek yeğdir” diye bağırıyordu “olacaksa senin her şeyim”.
ekho başka bir şey söylemedi: “senin her şeyim”.
kaçtı, ormanlarda saklandı, örttü kızaran yüzünü
yapraklarla; o günden beri yaşar ıssız mağaralarda.
kök saldı her şeye rağmen sevgisi yüreğinde, reddedilmesinin üzüntüsüyle
büyüdükçe büyüdü, zavallı vücudunu dinmeyen kaygılar inceltti,
kuruttu derisini zayıflık, uçtu gitti göklere
eğer ondan ayrılabilirsen seninle gidecektir.
çekemiyordu onu ne ekmek ne uyku kaygusu ordan.
bakıyordu aldatan hayale doymaz bir bakışla, uzanmış sık çayırlığa
gözleriyle kendini yiyordu. ayrıldı ordan bir ara,
diz çökerek uzattı kollarını ormanlara:
“var mıdır?” dedi “ey ormanlar daha yaman aşka tutulmuş bir başka seven?
bilirsiniz, çünkü siz saklanacak uygun bir köşeydiniz âşıklara.
var mıdır? geçti madem bir sürü asırları hayatınızın,
ebediyet boyunca böyle eriyip giden biri geliyor mu aklınıza?
seviyorum, sevdiğimi de görüyorum; fakat erişemiyorum gördüğüme, sevdiğime.
sevenin kapıldığı hayal ne kadar aldatıcı? bizi ayıran,
ne koca deniz, ne bir yol, ne kapıları kilitli surlar;
bu kadar acı çekmem için aramızda sade bir avuç su var.
o da kucaklanmak istiyor, ne vakit dudaklarımı öpmek için uzatsam
o da ağzını bana yaklaştırmaya çalışıyor.
insana tutulur gibi gelir, o kadar küçük ki engel olan aşkımıza.
kim olursan ol, buraya gel sade. eşsiz çocuk bana niçin oyun ediyorsun?
ben seni aradım mı nereye gidiyorsun? kaçtığın yüzüm değil, ne de yaşım.
çünkü benden nymphalar bile hoşlanırlar. bilmediğim bir ümidi vaat ediyorsun
dost yüzünle. uzatınca kollarımı sen de bana uzatıyor; gülünce ben, gülüyorsun.
gözyaşlarını görüyorum ağladıkça; kırpınca ben, gözlerini kırpıyorsun.
anlıyorum güzel ağzının oynamasından, kulaklarıma erişmeyen sözler söylüyorsun.
anlıyorum, o benim, aldatmıyor beni artık hayalim.
tutuşturan da ben, yanan da. kendime olan sevgimle yanıyorum.
ne yapayım? isteneyim mi? isteyeyim mi? isteyecek ne kaldı artık?
beni yoksul ediyor varlığım; arzuladığım benimle.
ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama,
sevdiğim uzak olsa keşke. kemirsin artık gücümü acı,
ve geldi son günleri ömrümün, göçüyorum hayatımın baharında.
ölüm gelmeyecek bana ağır dinecekse acılarım.
vücudunun özü kuvveti. bir ses, bir avuç kemikti ondan arta kalan;
söylerler sonradan kemiklerinin taşlaştığını, ses kaldığını.
o günden beri ormanlarda gizlenir, görünmez artık dağlarda;
onu herkes işitir, yaşayan sade bir ses var onda.
başından savdı nymphaları, dalgalardan ve dağlardan doğanları da;
başından savdı delikanlıları da. yalvarır günün birinde
hor gördüklerinden biri kaldırarak ellerini göğe
“bırak sevsin bizim gibi, bizim gibi sevdiğine erişemesin.”
bu haklı dileği yerine getirdi ramnus’lu.
berrak bir pınar vardı, dalgalarında gümüşler oynaşır,
ona ulaşan ne bir çoban, ne otlayan bir keçi, ne bir sürü,
ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal;
tek bir kuş bile yoktu onun sükûnunu bozan.
çevresinde en yakın suyla beslenir bir çayır,
ve oranın güneş ışığıyla ısınmasına engel olan orman.
pınar ve yerin güzelliği çeker onu kendine,
uzanır narkissos av yorgunluğu ve sıcağın verdiği ağırlıkla yere.
gidermek istersen susuzluğunu, artıyordu bir yandan susuzluğu;
içtikçe suya vuran güzelliğine hayran,
seviyordu tensiz bir hayali, vücut sanıyordu sulardakini.
donakaldı paros mermerinden bir heykele benzeyen o aynı yüzle
kımıldamaksızın, bakıyordu kendine kendi şaşkın şaşkın.
bakıyordu önünde duran ve bir çift yıldızı andıran gözlerine,
bacchus’a, apollon’a yaraşır saçlarına,
tüysüz yanaklarına, fildişinden boynuna,
parlak, kardan bir beyazla karışan rengine, alımına ağzının,
bakıyordu hayran hayran topuna, kendine bu görülmezlik güzelliği sunanların.
bilmeden kendini arzuluyor, severken onu kendini seviyor,
isterken kendini istiyordu, içini yakan ateşi tutuşturan da kendiydi.
kaç kere faydasız öpücükler sundu aldatan pınara.
suların ortasında gördüğü boynuna kollarını dolamak arzusuyla
ellerini kaç kere daldırdı, boşa kavuştu kolları sularda.
neyi gördüğünü bilmiyor, fakat yanıyordu onunla,
gözlerini aldatan hayal onu coşturuyordu.
ey saf çocuk, neden bir kaçan hayal peşindesin?
yok hiçbir yerde dilediğin; sen hele bir dön bak nasıl kaybolacak.
gördüğün o, gölgesi suya vuran şeklin aksidir.
onun olan hiçbir şeyi yok; seninle geldi, seninle kaldı,
sevdiğim daha ömürlü olsun dilerim.
ve şimdi can verelim ikimiz bir solukta”.
dedi, kendinden geçmiş, aynı yere seyre döndü.
dalgalandı sular yaşlarla, geri gelen hayal
karardı gölün oynamasıyla. görünce gittiğini uzaklara
bağırdı: “nereye gidiyorsun? bırakma beni.” taş yürekli, seveni
yalnız koma. “madem bırakmıyorsun dokunmama, hiç olmazsa
doya doya bakayım, yiyecek bulayım sürüp giderken sonu acı çılgınlığım
dertlenerekten gömleğini baştan aşağı yırttı,
çıplak göğsüne vurdu mermer yumruklarıyla.
döğdüğü göğsü bezendi gül kırmızıyla,
nasıl erguvan rengi alır renk taneleri olmamış bir salkımın,
ve bir yanı beyazken bir yanı kızaran elmaların.
görünce suya dönen onları dalgalarda,
daha fazla duramadı; zayıf bir ateşle nasıl erirse sarı balmumu,
ve ısınır da sabah yağan kırağı güneş ışığıyla nasıl yok olursa.
aşkla incelen o da gizli bir ateşle için için eridi ve yok oldu gitti.
kalmadı artık ne kırmızıya çalan beyaz teni, ne diriliği, ne kuvveti.
ne göz alan onlar, ne de ekho’nun vaktiyle sevdiği vücut.
her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona;
zavallı çocuk “ah” diye bağırdıkça her defasında
çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “ah”.
elleriyle o kollarını yumruklarken çıkan sesleri geri yolluyordu ekho.
şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan narkissos’un:
“ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini.
“elveda” deyince o, bağırdı ekho: “elveda”.
yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
bakıyordu styks sularına. döğündüler bacıları naıas’lar
kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler dryas’lar
ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri
hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini
beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.
nergis çiçeğine adını veren narcissus’un öyküsü hemen hemen her çağda şairlerin esin kaynağı olmuştur. o’nu en güzel anlatanlar arasında da (bkz: latin şair ovidius) önde gelir. ovidius, narcissus ile echo efsanelerini birleştirerek iki insanın aşk uğruna harcadıkları boşuna çabaları tek bir dram olarak canlandırır. onun ustaca anlatımından bir kesit;
ekho görünce narkissos’u bir ıssız kırda dolaşırken
arzu sardı göynünü, düştü gizlenerek izlerinin ardına;
bir çıranın ucuna sürülmüş yanıcı kükürt
beni getirilen alevi nasıl kaparsa
ekho da yaklaştıkça ona daha yakından yanıyordu aşkla.
kaç kere okşayıcı sözlerle ona sokulmak,
kaç kere yumuşak dileklerini ona sunmak istedi;
yaradılışı vermedi izin söze başlamaya,
bekleyebilirdi ancak sözleri ki onlara cevaplar yollayacak.
yoldaşlarının sadık sürüsünden ayrılmış genç çocuk
bağırdı tesadüfen: “orda kim var?” “var” diye cevap verdi yankı.
donakaldı, gözlerini gezdirdi narkissos etrafa,
yüksek sesle dedi: “gel buraya”; ekho da söylenileni söyledi.
baktı narkisssos ne gelen var ne giden “niçin” dedi “kaçıyorsun benden?”
ekho da denilenleri yolladı geri ve bu böyle sürdü gitti.
aldanarak art arda söylenilen sözlerin görünüşüne dedi:
“burda buluşalım”; cevap veremezdi hiçbir çağrışa
bundan fazla istekle ekho, bağırdı: “buluşalım.”
kollarını boynuna dolamak arzusuyla, kendi sözleriyle
kendinden geçmiş, çıkıyordu koşa koşa girdiği ormandan.
narkissos bir yandan kaçıyor, bir yandan “elini çek boynumdan.”
“ölmek yeğdir” diye bağırıyordu “olacaksa senin her şeyim”.
ekho başka bir şey söylemedi: “senin her şeyim”.
kaçtı, ormanlarda saklandı, örttü kızaran yüzünü
yapraklarla; o günden beri yaşar ıssız mağaralarda.
kök saldı her şeye rağmen sevgisi yüreğinde, reddedilmesinin üzüntüsüyle
büyüdükçe büyüdü, zavallı vücudunu dinmeyen kaygılar inceltti,
kuruttu derisini zayıflık, uçtu gitti göklere
eğer ondan ayrılabilirsen seninle gidecektir.
çekemiyordu onu ne ekmek ne uyku kaygusu ordan.
bakıyordu aldatan hayale doymaz bir bakışla, uzanmış sık çayırlığa
gözleriyle kendini yiyordu. ayrıldı ordan bir ara,
diz çökerek uzattı kollarını ormanlara:
“var mıdır?” dedi “ey ormanlar daha yaman aşka tutulmuş bir başka seven?
bilirsiniz, çünkü siz saklanacak uygun bir köşeydiniz âşıklara.
var mıdır? geçti madem bir sürü asırları hayatınızın,
ebediyet boyunca böyle eriyip giden biri geliyor mu aklınıza?
seviyorum, sevdiğimi de görüyorum; fakat erişemiyorum gördüğüme, sevdiğime.
sevenin kapıldığı hayal ne kadar aldatıcı? bizi ayıran,
ne koca deniz, ne bir yol, ne kapıları kilitli surlar;
bu kadar acı çekmem için aramızda sade bir avuç su var.
o da kucaklanmak istiyor, ne vakit dudaklarımı öpmek için uzatsam
o da ağzını bana yaklaştırmaya çalışıyor.
insana tutulur gibi gelir, o kadar küçük ki engel olan aşkımıza.
kim olursan ol, buraya gel sade. eşsiz çocuk bana niçin oyun ediyorsun?
ben seni aradım mı nereye gidiyorsun? kaçtığın yüzüm değil, ne de yaşım.
çünkü benden nymphalar bile hoşlanırlar. bilmediğim bir ümidi vaat ediyorsun
dost yüzünle. uzatınca kollarımı sen de bana uzatıyor; gülünce ben, gülüyorsun.
gözyaşlarını görüyorum ağladıkça; kırpınca ben, gözlerini kırpıyorsun.
anlıyorum güzel ağzının oynamasından, kulaklarıma erişmeyen sözler söylüyorsun.
anlıyorum, o benim, aldatmıyor beni artık hayalim.
tutuşturan da ben, yanan da. kendime olan sevgimle yanıyorum.
ne yapayım? isteneyim mi? isteyeyim mi? isteyecek ne kaldı artık?
beni yoksul ediyor varlığım; arzuladığım benimle.
ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama,
sevdiğim uzak olsa keşke. kemirsin artık gücümü acı,
ve geldi son günleri ömrümün, göçüyorum hayatımın baharında.
ölüm gelmeyecek bana ağır dinecekse acılarım.
vücudunun özü kuvveti. bir ses, bir avuç kemikti ondan arta kalan;
söylerler sonradan kemiklerinin taşlaştığını, ses kaldığını.
o günden beri ormanlarda gizlenir, görünmez artık dağlarda;
onu herkes işitir, yaşayan sade bir ses var onda.
başından savdı nymphaları, dalgalardan ve dağlardan doğanları da;
başından savdı delikanlıları da. yalvarır günün birinde
hor gördüklerinden biri kaldırarak ellerini göğe
“bırak sevsin bizim gibi, bizim gibi sevdiğine erişemesin.”
bu haklı dileği yerine getirdi ramnus’lu.
berrak bir pınar vardı, dalgalarında gümüşler oynaşır,
ona ulaşan ne bir çoban, ne otlayan bir keçi, ne bir sürü,
ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal;
tek bir kuş bile yoktu onun sükûnunu bozan.
çevresinde en yakın suyla beslenir bir çayır,
ve oranın güneş ışığıyla ısınmasına engel olan orman.
pınar ve yerin güzelliği çeker onu kendine,
uzanır narkissos av yorgunluğu ve sıcağın verdiği ağırlıkla yere.
gidermek istersen susuzluğunu, artıyordu bir yandan susuzluğu;
içtikçe suya vuran güzelliğine hayran,
seviyordu tensiz bir hayali, vücut sanıyordu sulardakini.
donakaldı paros mermerinden bir heykele benzeyen o aynı yüzle
kımıldamaksızın, bakıyordu kendine kendi şaşkın şaşkın.
bakıyordu önünde duran ve bir çift yıldızı andıran gözlerine,
bacchus’a, apollon’a yaraşır saçlarına,
tüysüz yanaklarına, fildişinden boynuna,
parlak, kardan bir beyazla karışan rengine, alımına ağzının,
bakıyordu hayran hayran topuna, kendine bu görülmezlik güzelliği sunanların.
bilmeden kendini arzuluyor, severken onu kendini seviyor,
isterken kendini istiyordu, içini yakan ateşi tutuşturan da kendiydi.
kaç kere faydasız öpücükler sundu aldatan pınara.
suların ortasında gördüğü boynuna kollarını dolamak arzusuyla
ellerini kaç kere daldırdı, boşa kavuştu kolları sularda.
neyi gördüğünü bilmiyor, fakat yanıyordu onunla,
gözlerini aldatan hayal onu coşturuyordu.
ey saf çocuk, neden bir kaçan hayal peşindesin?
yok hiçbir yerde dilediğin; sen hele bir dön bak nasıl kaybolacak.
gördüğün o, gölgesi suya vuran şeklin aksidir.
onun olan hiçbir şeyi yok; seninle geldi, seninle kaldı,
sevdiğim daha ömürlü olsun dilerim.
ve şimdi can verelim ikimiz bir solukta”.
dedi, kendinden geçmiş, aynı yere seyre döndü.
dalgalandı sular yaşlarla, geri gelen hayal
karardı gölün oynamasıyla. görünce gittiğini uzaklara
bağırdı: “nereye gidiyorsun? bırakma beni.” taş yürekli, seveni
yalnız koma. “madem bırakmıyorsun dokunmama, hiç olmazsa
doya doya bakayım, yiyecek bulayım sürüp giderken sonu acı çılgınlığım
dertlenerekten gömleğini baştan aşağı yırttı,
çıplak göğsüne vurdu mermer yumruklarıyla.
döğdüğü göğsü bezendi gül kırmızıyla,
nasıl erguvan rengi alır renk taneleri olmamış bir salkımın,
ve bir yanı beyazken bir yanı kızaran elmaların.
görünce suya dönen onları dalgalarda,
daha fazla duramadı; zayıf bir ateşle nasıl erirse sarı balmumu,
ve ısınır da sabah yağan kırağı güneş ışığıyla nasıl yok olursa.
aşkla incelen o da gizli bir ateşle için için eridi ve yok oldu gitti.
kalmadı artık ne kırmızıya çalan beyaz teni, ne diriliği, ne kuvveti.
ne göz alan onlar, ne de ekho’nun vaktiyle sevdiği vücut.
her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona;
zavallı çocuk “ah” diye bağırdıkça her defasında
çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “ah”.
elleriyle o kollarını yumruklarken çıkan sesleri geri yolluyordu ekho.
şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan narkissos’un:
“ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini.
“elveda” deyince o, bağırdı ekho: “elveda”.
yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
bakıyordu styks sularına. döğündüler bacıları naıas’lar
kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler dryas’lar
ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri
hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini
beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.
devamını gör...
güne iyi başlatan şeyler
minnacık bir kızçenin kikirdemesi..
şahane sesiyle şarkılar söylemesi. hadi yiyosa geç uyudum deyin. enerjisini bulaştırıyor benim rengarenk kızım. *
şahane sesiyle şarkılar söylemesi. hadi yiyosa geç uyudum deyin. enerjisini bulaştırıyor benim rengarenk kızım. *
devamını gör...
yorgun savaşçı
kemal tahir'in 1965 yılında yayınlanan romanının ismi. çıkar çıkmaz gündem ve ilgi oluşturmuştur. bir edebiyat olayı olarak selam durulmuştur. anadolu' yu kurtarmak için istanbul'dan yola çıkan, halkın genel olarak ilgi göstermediği ve kuşkulu yaklaştığı, hatta ittihatçı gavuru diye karşı geldiği, eski subayların maceralarının konu edindiği yorgun savaşçı , 1968 yılında yunus nadi roman ödülü kazanmıştır.
daha sonra trt için bir dizi film projesine dönüştü. roman yazıldığından bu yana, yazarı kemal tahir ile ilgili tartışmalar da bitmemişti. kemal tahir, bu romanının ardından edebiyat hayatında yeni bir döneme işaret etmiştir. bu dönem, yazarın fikirlerinin kesin çizgilerle belirginleştiği son dönemi olmuştur. halit refiğ tarafından yönetmenliği yapılan film, 12 eylül darbesini gerçekleştiren subaylar tarafından fırına atılarak yakılmış. sinema tarihinde filmlerin yandığı veya yakıldığı olmuştur ama bu ya yönetmenin kendi filmini yakmasıyla ya da filmlerin bir yangın sonucu kül olmasıyla gerçekleşmiş ama devlet tarafından kurul heyeti ve noter huzurunda bir sinema filminin yakılması olayı sinema tarihinde herhalde ilk bizde oluyor.
daha sonra trt için bir dizi film projesine dönüştü. roman yazıldığından bu yana, yazarı kemal tahir ile ilgili tartışmalar da bitmemişti. kemal tahir, bu romanının ardından edebiyat hayatında yeni bir döneme işaret etmiştir. bu dönem, yazarın fikirlerinin kesin çizgilerle belirginleştiği son dönemi olmuştur. halit refiğ tarafından yönetmenliği yapılan film, 12 eylül darbesini gerçekleştiren subaylar tarafından fırına atılarak yakılmış. sinema tarihinde filmlerin yandığı veya yakıldığı olmuştur ama bu ya yönetmenin kendi filmini yakmasıyla ya da filmlerin bir yangın sonucu kül olmasıyla gerçekleşmiş ama devlet tarafından kurul heyeti ve noter huzurunda bir sinema filminin yakılması olayı sinema tarihinde herhalde ilk bizde oluyor.
devamını gör...
bal porsuğu (yazar)
uzaklaştırılışıyla sözlükte fikir ayrılıkları yaşanmış çok kıymetli tanımlara imza atmış yazarımızdır.
burada kim haklı kim haksız tartışmasına girmeyeceğim. zira içeriğine tam olarak vâkıf olmadığım bir konu ve her iki görüşe sahip yazarlarımız da var.
fakat konuyla ilgili görüşleri ve eleştirileri okuyup açıklama yapma gereği duyan yoldaş benjamin franklin'e şahsım adına teşekkür ederim.
bir meselenin izah edilmesi bizler için çok önemli.
saygılarımla.
burada kim haklı kim haksız tartışmasına girmeyeceğim. zira içeriğine tam olarak vâkıf olmadığım bir konu ve her iki görüşe sahip yazarlarımız da var.
fakat konuyla ilgili görüşleri ve eleştirileri okuyup açıklama yapma gereği duyan yoldaş benjamin franklin'e şahsım adına teşekkür ederim.
bir meselenin izah edilmesi bizler için çok önemli.
saygılarımla.
devamını gör...
öz güvensiz çocuklar yetiştirmek
türk toplumunun başarısızlığının altında yatan şeydir. sorumluluk bilinci bazen abartılırsa başkalarının sorumluluklarını ellerinden almanızla sonuçlanabilir. kimden mi bahsediyorum? tabii ki ebeveynlerden.
sorumluluk baskısı yetişkin bireyler üzerinde o de o derece baskındır ki çocuklarının sorumluluklarını ellerinden alarak onların yapmaları gereken işleri de kendileri yapmaya başlarlar. "çocuktur ne bilir" mantalitesiyle olaylara yaklaşır, çocuğunun oynadığı oyuncağa bile yeri geldiğinde müdahale ederler. özgüvensiz çocuk yetiştirmenin temel anahtarı, çocuklara sorumluluk vermemekten geçer.
türk toplumlarında anlamsız bir yük yükleme eğilimi mevcuttur. ebeveynler taşımamaları gereken yükleri taşıyıp, çocukların taşıması gerekenleri de üzerlerine alırlar. sonuç olarak o çocuklar da sorumluluk almaktan uzak, sorumluluk almaktan kaçan özgüvensiz tiplere dönüşür.
günü gelir ve çocuklar büyür. iş yapmaları gerekir, ciddi işler. ciddi sorumlulukları almaları gerekir. ama bu konuda tecrübesizdirler. tüm o yükler bir anda üzerlerine yüklenince hepsini taşıyamazlar. türk gençliğinin gençlik çağlarında bocalamalarının sebebi de işte budur. en verimli çağda, sorumluluklarını yerine getirmekten uzak bir yaşam örneği gösterirler. çünkü tecrübesizdirler, çünkü küçükken kendilerine güvenilmemiştir. sorumluluk almayı bilmezler.
türk toplumunun başarısızlığının ardında insanların en üretken olmaları gereken çağlarında, özgüvensiz bir yaşama sahip olmaları gelmektedir. sorumluluk almayı öğrendiklerinde ise iş işten çoktan geçmiş olur. bu yüzden çocuklarımıza sorumluluk almayı öğretmekle birlikte, onların yapmaları gereken işleri asla ve asla bizler yapmamalıyız.
sorumluluk baskısı yetişkin bireyler üzerinde o de o derece baskındır ki çocuklarının sorumluluklarını ellerinden alarak onların yapmaları gereken işleri de kendileri yapmaya başlarlar. "çocuktur ne bilir" mantalitesiyle olaylara yaklaşır, çocuğunun oynadığı oyuncağa bile yeri geldiğinde müdahale ederler. özgüvensiz çocuk yetiştirmenin temel anahtarı, çocuklara sorumluluk vermemekten geçer.
türk toplumlarında anlamsız bir yük yükleme eğilimi mevcuttur. ebeveynler taşımamaları gereken yükleri taşıyıp, çocukların taşıması gerekenleri de üzerlerine alırlar. sonuç olarak o çocuklar da sorumluluk almaktan uzak, sorumluluk almaktan kaçan özgüvensiz tiplere dönüşür.
günü gelir ve çocuklar büyür. iş yapmaları gerekir, ciddi işler. ciddi sorumlulukları almaları gerekir. ama bu konuda tecrübesizdirler. tüm o yükler bir anda üzerlerine yüklenince hepsini taşıyamazlar. türk gençliğinin gençlik çağlarında bocalamalarının sebebi de işte budur. en verimli çağda, sorumluluklarını yerine getirmekten uzak bir yaşam örneği gösterirler. çünkü tecrübesizdirler, çünkü küçükken kendilerine güvenilmemiştir. sorumluluk almayı bilmezler.
türk toplumunun başarısızlığının ardında insanların en üretken olmaları gereken çağlarında, özgüvensiz bir yaşama sahip olmaları gelmektedir. sorumluluk almayı öğrendiklerinde ise iş işten çoktan geçmiş olur. bu yüzden çocuklarımıza sorumluluk almayı öğretmekle birlikte, onların yapmaları gereken işleri asla ve asla bizler yapmamalıyız.
devamını gör...
şevket altuğ
şabanoğlu şaban filmindeki hızır idi, yunus idi repliği ile de ünlü aktör.
devamını gör...
twist in my sobriety
tanita tikaram'ın henüz 19 yaşında seslendirdiği şarkısı. bir zamanlar genç bedenler yaşamak, eğlenmek, dans etmek dışında; ölmekten, zamandan, geçicilikten ve acıdan bahsediyorlardı. gizemli ve ağırbaşlı olmak gençliğe yakışacak en güzel sıfatlardır. ne zaman gençliğin özünden bu kadar uzaklaştık?
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
kuruldu saatler dokuza dokuza
sürmeyin sözleri yokuşa yokuşa
kırmayın lafları tokuşa tokuşa
uzaklaşın meyveler kokuşa kokuşa
sürmeyin sözleri yokuşa yokuşa
kırmayın lafları tokuşa tokuşa
uzaklaşın meyveler kokuşa kokuşa
devamını gör...
doğrusunu unutturan sözler
dal sarkar kaltar kalkar kaltar sarkar dal kartal.
devamını gör...
yazarın ölümü
esasen roland barthes’e ait denemedir. yazarın ölümü ifadesiyle metin ve okur odaklı bir bakış açısına işaret edilmektedir. yazar odaklı değil metin ve metni okuyan okuyucunun yorumu esastır burada. metin onu kaleme alandan bağımsızlaşır, okurla buluştuğu sürece var olur ve anlam kazanır.
(bkz: postmodernizm)
(bkz: postmodernizm)
devamını gör...
özlem duyulan kişi
su baslik uzerine derin derin sorgulanip bir turlu bulunamayan kisidir. saka gibi ama ozledigim bir insan yok! ya sevdiklerim yanimda ya da ben insan sevmiyorum bilemiyorum ...
devamını gör...
yazarların bugüne kadar hissettiği en büyük fiziksel acı
sözüm meclisten dışarı, sünnet olurken çektiğim acı kadar başka bir acı çekmedim. hatta o acının etkisiyle yaşlı sünnetçiye sunturlu bir küfür savurmuştum. şimdi hatırlayınca içim cız eder, adamcağız da ettiğim küfürü hiç unutmamış, diğer zamanlar karşılaştığımızda şakayla karışık niye bana sövdün lenn! derdi.
devamını gör...