dolar 30 lira olsa da türk lirası olan kazanır
          bu biraz bana abartı geldi.
      
  devamını gör...
ilhan selçuk
          cumhuriyet gazetesinin eski patronu, abalıoğlu aile şirketinden vakıf patronajına geçiş kuşağı.
1925'te aydın'da doğan ilhan selçuk aslen avukattır. üç yıl bu mesleği sürdürdükten sonra, 41 buçuk mizah dergisini çıkaran abisi turhan selçuk ile birlikte çalışmaya başlar. beraber dolmuş ve karikatür gibi dergileri çıkarırlar. 1961'de fransızcasını geliştirmek üzere paris'e giden ilhan abi, burada köşe yazarlığına vatan gazetesinde köşe yazarlığı yapmaya başlar. 1963'te türkiye'ye dönüşünde cumhuriyet gazetesine geçer.
arkadaşı doğan avcıoğlu'yla beraber sola yakın 9 mart cuntasında yer alırlar. darbe girişimi başarısız olup 12 mart 1971'de sağ bir cunta hükümeti istifa ettirip muhtıra verdiğinde de tutuklananlar arasında yer alır. selimiye kışlasındaki gözaltı merkezinde ve ziverbey köşkü diye bilinen erenköy'deki mit binasında işkencelere uğrar. buradaki itirafnamesinde akrostişle "işkence altındayım, zincire vuruluyum, sağ çıkmak için bu kadar uydurma gerek, baskı altındayım" gibi cümleler yazar. bunu da yıllar sonra 1987'de tercüman gazetesi "komünist darbecinin itirafları" diye itirafları yayınladığında "o itirafların sondan ikinci kelimelerinin baş harflerini sıralayın bakın ne oluyor" diye açıklamıştır. işkence edebiyatı yapmamıştır öyle yani...
cezaevinden çıktıktan sonra da gazetedeki köşesine devam eder. bu sırada, abalıoğlu ailesinin küçük oğlu doğan nadi ve anne nazime nadi vefat etmiş, cumhuriyet'i büyük oğlan nadir nadi yönetmektedir. kız kardeşleri leyla uşaklıgil ve nilüfer nun nadir nadi'ye ses çıkaramasa da ilhan selçuk gözaltındayken "abimin doldurduğu komünistler gazetemizi rezil etti" diye çıngar çıkarırlar, nadir nadi ve sola yakın tüm yazarlar istifaya zorlanır, ilhan selçuk hapisten çıkıncaysa nadir nadi tekrar yetkilerini ele geçirir ve kovulan yazarları geri alır. 1991'e kadar ortaklar arasında soğuk savaş sürer.
o yıl nadir nadi'nin ölmesiyle kız kardeşleri, bu sefer yanlarına genel yayın yönetmeni hasan cemal ve sorumlu yazı işleri müdürü okay gönensin'i de alarak tekrar ilhan selçuk'u kovar, peşinden de gazetenin en ünlü yazarları uğur mumcu, ali sirmen, orhan erinç, özgen acar ve onlarca muhabir istifalarını verir. birkaç ayda tiraj dibe vurup gazete iflas edince de kız kardeşler önce hasan cemal'le okay gönensin'i kovmak, sonra da yengeleri berin nadi'ye hisselerini satmak zorunda kalır. 1992'de gazeteyi yeni kurulan cumhuriyet vakfına devreden berin nadi zamanında ilhan abi gazetenin sahadaki patronu haline gelir. berin hanımın da ölümüyle vakıf mütevelli heyetince başkan ve "imtiyaz sahibi" seçilir. abalıoğlu ailesinin "hanedan dışı şehzadesi" lafı da buradan gelmektedir işte (vedat türkali kullanırdı bu lafı).
akp döneminde "sağ sol yok, akp karşıtlığı var" çizgisiyle "işkencecilerimi bile affettim" diyen, ülkücülerle aydınlık grubunun kızıl elma ittifakına destek veren ilhan selçuk, 2008 mart ayında ergenekon davasından gözaltına alınır. ifade verirken kalp krizi geçirir ve by pass ameliyatına alınır, ancak bir daha sağlığı düzelmez ve hep bir ayağı hastanede yaşamak zorunda kalır. 25 haziran 2010'da da hayatını kaybeder. sünni bir aileden gelmesine rağmen aleviliğe saygı duyan ve abisi turhan selçuk'la beraber hacıbektaş'a gömülmeyi vasiyet eden ilhan selçuk'un mezarı hacıbektaş-ı veli dergâhında aşık mahzuni şerif'e komşudur.
ilhan abi, özdemir asaf'ın lavinia'sı mevhibe beyat'ın eski eşidir. kız kardeşi ülfet hanım da ünlü grafiker mengü ertel'le evlenmiş olup babazula'nın kurucusu murat ertel'in annesidir.
kaynak: miyase ilknur'un "ilhan abi" başlıklı biyografisi.
  1925'te aydın'da doğan ilhan selçuk aslen avukattır. üç yıl bu mesleği sürdürdükten sonra, 41 buçuk mizah dergisini çıkaran abisi turhan selçuk ile birlikte çalışmaya başlar. beraber dolmuş ve karikatür gibi dergileri çıkarırlar. 1961'de fransızcasını geliştirmek üzere paris'e giden ilhan abi, burada köşe yazarlığına vatan gazetesinde köşe yazarlığı yapmaya başlar. 1963'te türkiye'ye dönüşünde cumhuriyet gazetesine geçer.
arkadaşı doğan avcıoğlu'yla beraber sola yakın 9 mart cuntasında yer alırlar. darbe girişimi başarısız olup 12 mart 1971'de sağ bir cunta hükümeti istifa ettirip muhtıra verdiğinde de tutuklananlar arasında yer alır. selimiye kışlasındaki gözaltı merkezinde ve ziverbey köşkü diye bilinen erenköy'deki mit binasında işkencelere uğrar. buradaki itirafnamesinde akrostişle "işkence altındayım, zincire vuruluyum, sağ çıkmak için bu kadar uydurma gerek, baskı altındayım" gibi cümleler yazar. bunu da yıllar sonra 1987'de tercüman gazetesi "komünist darbecinin itirafları" diye itirafları yayınladığında "o itirafların sondan ikinci kelimelerinin baş harflerini sıralayın bakın ne oluyor" diye açıklamıştır. işkence edebiyatı yapmamıştır öyle yani...
cezaevinden çıktıktan sonra da gazetedeki köşesine devam eder. bu sırada, abalıoğlu ailesinin küçük oğlu doğan nadi ve anne nazime nadi vefat etmiş, cumhuriyet'i büyük oğlan nadir nadi yönetmektedir. kız kardeşleri leyla uşaklıgil ve nilüfer nun nadir nadi'ye ses çıkaramasa da ilhan selçuk gözaltındayken "abimin doldurduğu komünistler gazetemizi rezil etti" diye çıngar çıkarırlar, nadir nadi ve sola yakın tüm yazarlar istifaya zorlanır, ilhan selçuk hapisten çıkıncaysa nadir nadi tekrar yetkilerini ele geçirir ve kovulan yazarları geri alır. 1991'e kadar ortaklar arasında soğuk savaş sürer.
o yıl nadir nadi'nin ölmesiyle kız kardeşleri, bu sefer yanlarına genel yayın yönetmeni hasan cemal ve sorumlu yazı işleri müdürü okay gönensin'i de alarak tekrar ilhan selçuk'u kovar, peşinden de gazetenin en ünlü yazarları uğur mumcu, ali sirmen, orhan erinç, özgen acar ve onlarca muhabir istifalarını verir. birkaç ayda tiraj dibe vurup gazete iflas edince de kız kardeşler önce hasan cemal'le okay gönensin'i kovmak, sonra da yengeleri berin nadi'ye hisselerini satmak zorunda kalır. 1992'de gazeteyi yeni kurulan cumhuriyet vakfına devreden berin nadi zamanında ilhan abi gazetenin sahadaki patronu haline gelir. berin hanımın da ölümüyle vakıf mütevelli heyetince başkan ve "imtiyaz sahibi" seçilir. abalıoğlu ailesinin "hanedan dışı şehzadesi" lafı da buradan gelmektedir işte (vedat türkali kullanırdı bu lafı).
akp döneminde "sağ sol yok, akp karşıtlığı var" çizgisiyle "işkencecilerimi bile affettim" diyen, ülkücülerle aydınlık grubunun kızıl elma ittifakına destek veren ilhan selçuk, 2008 mart ayında ergenekon davasından gözaltına alınır. ifade verirken kalp krizi geçirir ve by pass ameliyatına alınır, ancak bir daha sağlığı düzelmez ve hep bir ayağı hastanede yaşamak zorunda kalır. 25 haziran 2010'da da hayatını kaybeder. sünni bir aileden gelmesine rağmen aleviliğe saygı duyan ve abisi turhan selçuk'la beraber hacıbektaş'a gömülmeyi vasiyet eden ilhan selçuk'un mezarı hacıbektaş-ı veli dergâhında aşık mahzuni şerif'e komşudur.
ilhan abi, özdemir asaf'ın lavinia'sı mevhibe beyat'ın eski eşidir. kız kardeşi ülfet hanım da ünlü grafiker mengü ertel'le evlenmiş olup babazula'nın kurucusu murat ertel'in annesidir.
kaynak: miyase ilknur'un "ilhan abi" başlıklı biyografisi.
devamını gör...
bir yaz akşamı on buçukta
          marguerite duras kitabıdır.
“yazmak aynı zamanda konuşmamaktır. susmaktır. sessizce ulumaktır.”
yazdığı diğer bütün kitapları bir kenara bırakarak, sadece “hiroşima sevgilim”in yazarı saydığım hayran olunası kadın marguerit duras’nın bir sözü yukarıda alıntıladığım. ne dense boş, o kadar güzel susuyor ki duras, dinlememek elde değil. aynı dünya üzerinde 14 sene yaşama onuruna eriştiğim bu müstesna kadının yazdıkları okumaya başlar başlamaz sizi, hiç bırakmayacakmış gibi sarıp sarmalıyor. kurtulmak isteseniz de bu mümkün olmuyor, zaten kurtulmak isteyecek bir edebiyat sever olabileceğine de inanmak istemiyorum.
“bir yaz akşamı on buçukta” isimli romanında duras bitmek üzere olan bir aşkla, başlamak üzere olan bir aşkı anlatıyor, kurşunlarla son bulmuş üçlü bir başka aşkın gölgesinde.
“paestra” diye başlıyor roman. paestra bir aşk cinayetinin faili. 19 yaşındaki karısı ve onun sevgilisini öldüren bir adam ve gitgide bir efsaneye dönüşüyor bu adam şehirde. şehir fırtınaya teslim olmuş, yollar kapalı, elektrik yok ve polisler paestra’nın peşinde. herkes paestra’nın kurtulacağına inanıyor ve bunu umut ediyor. en çok da bitmek üzere olan – hatta çoktan bitmiş olan- bir aşkın suç ortağı olan kocası pierre, kızı judith ve kocasının uçarca koştuğu yeni aşkının adresi claire ile birlikte bir otele sığınmış olan marie.
marie, claire ile pierre arasındaki cinsel gerilimi somut bir nesneymişçesine kavrıyor. sıkıyor avuçlarında. pierre’in avuçlarını düşlüyor kendi solmaya yüz tutan güzelliğinden azat olup claire’nin tomurcuklarına doğru yol alan. paestra’nın damlarda saklandığına inanıyor marie, elinden düşürmediği kadehine yaslanarak. iki kişi arasında kendini fazlalık olarak gören marie, fırtınaya sığınır biraz, biraz kadehlerine, biraz da paestra ile karşılaşma ümidine ki o adam aşk uğruna iki cinayet işlemiştir fiilen, ve bir başka cinayet – buna intihar denebilir kolaylıkla- manen.
fırtına bir roman kişisidir duras için, içki de öyle. konuşmalarını bile beklersiniz okurken ama o kadar ileri gitmezler nedense.
pierre ile claire’in ne zaman sevişeceklerini düşler marie. asla çıplak görmediği claire’in, çıplaklığını ne zaman marie’nin kocası pierre’in gözlerine ve avuçlarına teslim edeceğini düşler. paestra ile buluşmayı düşler.
dünya o kadar büyük olamaz ya da bu kadar küçük. elbette pierre ve claire sevişmek için gözden uzak bir yer bulacaklardır ve elbette marie bir şekilde paestra ile karşılaşacaktır. marie’nin inanmak istediği ve inandığı şey budur işte.
marguerite duras ile 14 sene aynı dünya üzerinde nefes aldım ama onu görme şansım olmadı. aslında benim duras ile karşılaşma ihtimalim marie’nin paestra’ya rastlama ihtimali kadardı. belki bir fırtınada, bir yaz akşamı, belki on buçukta, bir otelin penceresinde, bir evin damında, bir otel odasında…yüzde kaçsa artık bu ihtimal…
  “yazmak aynı zamanda konuşmamaktır. susmaktır. sessizce ulumaktır.”
yazdığı diğer bütün kitapları bir kenara bırakarak, sadece “hiroşima sevgilim”in yazarı saydığım hayran olunası kadın marguerit duras’nın bir sözü yukarıda alıntıladığım. ne dense boş, o kadar güzel susuyor ki duras, dinlememek elde değil. aynı dünya üzerinde 14 sene yaşama onuruna eriştiğim bu müstesna kadının yazdıkları okumaya başlar başlamaz sizi, hiç bırakmayacakmış gibi sarıp sarmalıyor. kurtulmak isteseniz de bu mümkün olmuyor, zaten kurtulmak isteyecek bir edebiyat sever olabileceğine de inanmak istemiyorum.
“bir yaz akşamı on buçukta” isimli romanında duras bitmek üzere olan bir aşkla, başlamak üzere olan bir aşkı anlatıyor, kurşunlarla son bulmuş üçlü bir başka aşkın gölgesinde.
“paestra” diye başlıyor roman. paestra bir aşk cinayetinin faili. 19 yaşındaki karısı ve onun sevgilisini öldüren bir adam ve gitgide bir efsaneye dönüşüyor bu adam şehirde. şehir fırtınaya teslim olmuş, yollar kapalı, elektrik yok ve polisler paestra’nın peşinde. herkes paestra’nın kurtulacağına inanıyor ve bunu umut ediyor. en çok da bitmek üzere olan – hatta çoktan bitmiş olan- bir aşkın suç ortağı olan kocası pierre, kızı judith ve kocasının uçarca koştuğu yeni aşkının adresi claire ile birlikte bir otele sığınmış olan marie.
marie, claire ile pierre arasındaki cinsel gerilimi somut bir nesneymişçesine kavrıyor. sıkıyor avuçlarında. pierre’in avuçlarını düşlüyor kendi solmaya yüz tutan güzelliğinden azat olup claire’nin tomurcuklarına doğru yol alan. paestra’nın damlarda saklandığına inanıyor marie, elinden düşürmediği kadehine yaslanarak. iki kişi arasında kendini fazlalık olarak gören marie, fırtınaya sığınır biraz, biraz kadehlerine, biraz da paestra ile karşılaşma ümidine ki o adam aşk uğruna iki cinayet işlemiştir fiilen, ve bir başka cinayet – buna intihar denebilir kolaylıkla- manen.
fırtına bir roman kişisidir duras için, içki de öyle. konuşmalarını bile beklersiniz okurken ama o kadar ileri gitmezler nedense.
pierre ile claire’in ne zaman sevişeceklerini düşler marie. asla çıplak görmediği claire’in, çıplaklığını ne zaman marie’nin kocası pierre’in gözlerine ve avuçlarına teslim edeceğini düşler. paestra ile buluşmayı düşler.
dünya o kadar büyük olamaz ya da bu kadar küçük. elbette pierre ve claire sevişmek için gözden uzak bir yer bulacaklardır ve elbette marie bir şekilde paestra ile karşılaşacaktır. marie’nin inanmak istediği ve inandığı şey budur işte.
marguerite duras ile 14 sene aynı dünya üzerinde nefes aldım ama onu görme şansım olmadı. aslında benim duras ile karşılaşma ihtimalim marie’nin paestra’ya rastlama ihtimali kadardı. belki bir fırtınada, bir yaz akşamı, belki on buçukta, bir otelin penceresinde, bir evin damında, bir otel odasında…yüzde kaçsa artık bu ihtimal…
devamını gör...
komedi
          hakkında kendimi bir türlü doğru ifade edemediğim olgu. elitist olmakla suçlanıyorum komedi anlayışım konusunda. deniyorum açıklamayı ama bu hayatta beni en çok anlamış olan adamı bile bu yüzden kırdım zamanında istemeden. aslında kendini ifade sorunu olan biri değilim. ama bunu doğru anlatmayı bir türlü beceremiyorum sanırım. sorun bende olmalı. bir de yazarak deneyeyim...
az önce bir video gördüm. evet hayvan gibi komik. incinmişsin dedi de öyleydi. ya da verebileceğimiz başka sayısız örnek de yine çılgınlar gibi komik. ama bakın zor değil, göründüğü gibi üstten bir bakışım olduğu için de değil; kimseyi güldüğü şeyler yüzünden aşağıladığım/yargıladığım da yok. dahası bana da komik geliyor etik değil diye ifade ettiğim içerikler. ama burada sorun şu; bu video özelinde konuşacak olursak mesela, bu abinin bir hastane odasında, kimse onu görmüyor diye düşünerek denediği ve biz izleyince bize çok komik görünen bu halini paylaşmak, bunun bir komiklik unsuru olarak sunulması durumu etik değil. hangimiz bizi izleyen birileri olmadan "yapar mıyım, yapamaz mıyım lan" diye merak ederek bir şeyler denemiyoruz? elektronlar bile gözlemlendiğinde başka türlü hareket ediyor, değil ki insan? şarkı söylüyorum ben mesela bu ara, kayda başlamadan deniyorum kendimi. bir tek dileğim var'da detone olan abi kadar olmasa da komik duyulduğum zamanlar oluyor :) biri beni çeksin paylaşsın istemem o zamanlarımı.
incinmişsin dedi videosunda durum yine komikti. beni yine benzer bir konu rahatsız etmişti. ve bu fikrimi paylaştığımda şöyle bir argümanla karşı çıkılmıştı bana, "videoda gördüğün kişi alt profil olarak tanımlayabileceğin biri ve sana bir alt profilin sempatikleştirilmesi çirkin geliyor ama bu doğal reaksiyonu herkes verebilirdi, sen de verebilirdin, ben de verebilirdim. burada güldüğümüz alt profil üzerinden yapılan komedi değil, durumun komikliği. kimse bir şeyi normalleştirmeye çalışmıyor" hayır abi, benim dediğim ve daha önemlisi derdim bu değil. orada mevzu muhtemelen şöyle gerçekleşti; abi gerçekten terapiste gitti, gerçekten kendisine arkadaşı deneyimini sordu, o da gerçekten böyle bir cevap verdi. bunlar kamera kayıtta değilken yaşandı ve ana çok gülündü. buraya kadar her şey normal. çünkü durum komik. sonra dediler ki bu çok komik oldu, bunu tekrar canlandıralım ve instagram'a yükleyelim. mizansen gerçekleştirildi, video yüklendi ve beklenen tepkiyi aldı. sorun şu; insanların yalnızken ya da yakın çevreleriyleyken yaşadıkları komik anları, durumları, başka insanlara, onlar hakkında dalga geçilebilecek şekilde sunmak bana doğru gelmiyor. incinmişsin dedi videosunda videoyu paylaşan kişinin doğal tepkisi onun tırnak içinde konuya ne kadar sığ bir yerden baktığının da tespiti aynı zamanda ve biz izleyici olarak duruma güldüğümüz kadar buna da gülüyoruz. güldüğümüz şeylerin çoğu, yaşadığımız coğrafyada üretilen, paylaşılan komedilerin çoğu da bunlar oldukça toplumun komedi anlayışı bu çerçevede beslenmeye devam ediyor. neticede bu ülkede 40-50 yıldır aptal komedisi diye tabir edilen komedi yapılıyor. hepimiz bununla doğduk, yetiştik, büyüdük. haliyle komedi anlayışımız böyle şekillendi. dolayısıyla bunu sürdürmek ve bu minvalde içerikler üretmeye devam etmek bize normal geliyor. ama bir noktada artık bunu bırakmamız gerekmiyor mu sahi ya? ingiliz mizahı çok rererö yaa diye söylenip durmayı. hiciv ve bir şeylerle dalga geçmek dışında başka içerikler de üretmeye başlamamalı mıyız artık?
bakın bu tip içerikleri kişinin kendisi de sunsa, bu minvalde film de yapılsa, bu videodaki gibi gizli kamera görüntüsü de paylaşılsa, sokak röportajı da olsa sonuç değişmiyor. komedi böyle bir şey değil. sadece bundan ibaret değil. insanların düşünme, hayatı algılama şekli üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu bilinen mizahın daha geniş bir perspektifle ve ciddiyetle ele alınması gerektiğini söylediğim için dağa kaldırılmaya çalışılıyorum, anlamıyorum. üzülüyorum.
inek şaban gibi insanlar gerçekten varlar arkadaşlar. düşük zeka, kazara geçekleşen durumlar, anlık verilen aptalca tepkiler, saflık, yalnız olduğumuzu düşünürken denediğimiz ve komik duruma düştüğümüz anlar, haklarında dalga geçerek hunharca güldüğümüz şeyler olmamalı.
derdimi salınız. butonum yok.
  az önce bir video gördüm. evet hayvan gibi komik. incinmişsin dedi de öyleydi. ya da verebileceğimiz başka sayısız örnek de yine çılgınlar gibi komik. ama bakın zor değil, göründüğü gibi üstten bir bakışım olduğu için de değil; kimseyi güldüğü şeyler yüzünden aşağıladığım/yargıladığım da yok. dahası bana da komik geliyor etik değil diye ifade ettiğim içerikler. ama burada sorun şu; bu video özelinde konuşacak olursak mesela, bu abinin bir hastane odasında, kimse onu görmüyor diye düşünerek denediği ve biz izleyince bize çok komik görünen bu halini paylaşmak, bunun bir komiklik unsuru olarak sunulması durumu etik değil. hangimiz bizi izleyen birileri olmadan "yapar mıyım, yapamaz mıyım lan" diye merak ederek bir şeyler denemiyoruz? elektronlar bile gözlemlendiğinde başka türlü hareket ediyor, değil ki insan? şarkı söylüyorum ben mesela bu ara, kayda başlamadan deniyorum kendimi. bir tek dileğim var'da detone olan abi kadar olmasa da komik duyulduğum zamanlar oluyor :) biri beni çeksin paylaşsın istemem o zamanlarımı.
incinmişsin dedi videosunda durum yine komikti. beni yine benzer bir konu rahatsız etmişti. ve bu fikrimi paylaştığımda şöyle bir argümanla karşı çıkılmıştı bana, "videoda gördüğün kişi alt profil olarak tanımlayabileceğin biri ve sana bir alt profilin sempatikleştirilmesi çirkin geliyor ama bu doğal reaksiyonu herkes verebilirdi, sen de verebilirdin, ben de verebilirdim. burada güldüğümüz alt profil üzerinden yapılan komedi değil, durumun komikliği. kimse bir şeyi normalleştirmeye çalışmıyor" hayır abi, benim dediğim ve daha önemlisi derdim bu değil. orada mevzu muhtemelen şöyle gerçekleşti; abi gerçekten terapiste gitti, gerçekten kendisine arkadaşı deneyimini sordu, o da gerçekten böyle bir cevap verdi. bunlar kamera kayıtta değilken yaşandı ve ana çok gülündü. buraya kadar her şey normal. çünkü durum komik. sonra dediler ki bu çok komik oldu, bunu tekrar canlandıralım ve instagram'a yükleyelim. mizansen gerçekleştirildi, video yüklendi ve beklenen tepkiyi aldı. sorun şu; insanların yalnızken ya da yakın çevreleriyleyken yaşadıkları komik anları, durumları, başka insanlara, onlar hakkında dalga geçilebilecek şekilde sunmak bana doğru gelmiyor. incinmişsin dedi videosunda videoyu paylaşan kişinin doğal tepkisi onun tırnak içinde konuya ne kadar sığ bir yerden baktığının da tespiti aynı zamanda ve biz izleyici olarak duruma güldüğümüz kadar buna da gülüyoruz. güldüğümüz şeylerin çoğu, yaşadığımız coğrafyada üretilen, paylaşılan komedilerin çoğu da bunlar oldukça toplumun komedi anlayışı bu çerçevede beslenmeye devam ediyor. neticede bu ülkede 40-50 yıldır aptal komedisi diye tabir edilen komedi yapılıyor. hepimiz bununla doğduk, yetiştik, büyüdük. haliyle komedi anlayışımız böyle şekillendi. dolayısıyla bunu sürdürmek ve bu minvalde içerikler üretmeye devam etmek bize normal geliyor. ama bir noktada artık bunu bırakmamız gerekmiyor mu sahi ya? ingiliz mizahı çok rererö yaa diye söylenip durmayı. hiciv ve bir şeylerle dalga geçmek dışında başka içerikler de üretmeye başlamamalı mıyız artık?
bakın bu tip içerikleri kişinin kendisi de sunsa, bu minvalde film de yapılsa, bu videodaki gibi gizli kamera görüntüsü de paylaşılsa, sokak röportajı da olsa sonuç değişmiyor. komedi böyle bir şey değil. sadece bundan ibaret değil. insanların düşünme, hayatı algılama şekli üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu bilinen mizahın daha geniş bir perspektifle ve ciddiyetle ele alınması gerektiğini söylediğim için dağa kaldırılmaya çalışılıyorum, anlamıyorum. üzülüyorum.
inek şaban gibi insanlar gerçekten varlar arkadaşlar. düşük zeka, kazara geçekleşen durumlar, anlık verilen aptalca tepkiler, saflık, yalnız olduğumuzu düşünürken denediğimiz ve komik duruma düştüğümüz anlar, haklarında dalga geçerek hunharca güldüğümüz şeyler olmamalı.
derdimi salınız. butonum yok.
devamını gör...
friends
          1 günde 13 bölüm izlediğim sitcomdur. eskiler ne güzelmiş sosyal medya yok samimiyet dolu yıllarmis. chandler adamım.
      
  devamını gör...
sözlükteki islam alimleri
          alim sıfatını hak edecek kimsenin burada olduğunu sanmam ama bildiğimiz kadar ayet hadis paylaşırız.
islam'dan bahsediyoruz, ayet hadis paylaşmayıp da iyi sütlaç yapmanın püf noktalarını mı paylaşacaktık.
  islam'dan bahsediyoruz, ayet hadis paylaşmayıp da iyi sütlaç yapmanın püf noktalarını mı paylaşacaktık.
devamını gör...
normal sözlük gartic.io etkinlikleri
          gerçekten inanılmaz eğlendim çok güldüm yemin ederim karnım ağrıyo gülmekten.en sevdiğim etkinlik şu an bu müthişti harbiden. yuhum geldi artık hepinize iyi geceler.<3
      
  devamını gör...
hibrit tohum
          gdo'lu tohum ile çoğu zaman bir tutulan hakkında büyük bir önyargının var olduğu tohumdur. diğer adı f1 olan bu tohumların @2'de bahsedildiği gibi kısır olduğu ve ekildiğinde mahsul vermediği safsatadan ibarettir. çok basit bir şekilde anlatacağım.
benim elimde soğuk havalara dayanıklı ama lezzetsiz bir domates olsun. bir tane de muhteşem lezzetli ama kabuğu ince, hassas domatesim olsun. benim istediğim soğuk havaya dayanıklı lezzetli domates elde etmek. bu noktada yapay döllenme devreye giriyor. o da öyle öcü kaka bir şey değil. bitkinin kendi kendine yaptığı şey serada insan eliyle yapılıyor. bu sırada o bitkinin genetiğini alayım şuraya aktarayım biraz da peri tozu ekleyeyim durumu yok. seçilmiş bir spermi seçilmiş bir yumurtayla basitçe buluşturma işlemi yani.
tabii buluşturma yapıldığında ortaya çıkan tohum direkt piyasaya sürülmüyor. en az beş yıl süren bir saflaştırma işlemi söz konusu. serada sürekli ekimi yapılıyor yine. istenen ürüne ulaşılıncaya kadar, bütün meyveler aynı özellik gösterene kadar sürdürülüyor. sonrasında bu hibrit tohumlar piyasaya sürüldüğünde ekildiğinde daha verimli daha estetik ve beklenti yönünde mahsul veriyor. tablo gibi, iki hafta dışarda kalsa dahi buruşmayan ürünler elde edilebilir fakat tabii ki bazı yönlerden eksik olabilmektedir hibrit tohumlar.
hibrit bitkiden elde edilen tohum çıkmaz diye bir şey yok demiştim. hibritin tohumu ekildiğinde, hibrit tohumun elde edildiği ana tohumlardan birinin özelliklerine çeker ve o türde ürün verir. yani soğuğa dayanıklı domates ve ince kabuklu lezzetli domatesten elde edilen hibrit tohumu ektiğimizde hem soğuğa dayanıklı hem de lezzetli domates elde ediyoruz. elde ettiğimiz bu domatesin tohumunu alıp tekrar ektiğimizde ise ortaya çıkan domates ana bireylerden sadece birinin özelliğini gösteriyor. ya ince kabuklu lezzetli ya da soğuğa dayanıklı lezzetsiz oluyor.
hibrit tohuma karşı çıkılmasının temel nedeni de bu durum oluyor aslında. hibrit tohumlar çok pahalıdır ve bir kez ekildiğinde tekrar aynı tohum etkilemez. ekilir fakat bir önceki yılın ürünüyle aynı randımanı vermez. bu nedenle her yıl yeniden yeniden hibrit tohum satın almak gerekir. bu da üreticiyi, çiftçiyi bağımlı kılar. sorun budur.
not: bu ülkede yerli tohum almak, satmak, yetiştirmek yasak değildir. yerli tohum yasaklandı diyenlerin bahsettiği yasak, tohumların tescillenmiş ve sertifikalı olmasıyla ilgilidir. twitter'dan öğrenince böyle oluyor demek ki, insanlar neyden söz ettiğini dahi bilmeden bir konuda karara varabiliyor.
  benim elimde soğuk havalara dayanıklı ama lezzetsiz bir domates olsun. bir tane de muhteşem lezzetli ama kabuğu ince, hassas domatesim olsun. benim istediğim soğuk havaya dayanıklı lezzetli domates elde etmek. bu noktada yapay döllenme devreye giriyor. o da öyle öcü kaka bir şey değil. bitkinin kendi kendine yaptığı şey serada insan eliyle yapılıyor. bu sırada o bitkinin genetiğini alayım şuraya aktarayım biraz da peri tozu ekleyeyim durumu yok. seçilmiş bir spermi seçilmiş bir yumurtayla basitçe buluşturma işlemi yani.
tabii buluşturma yapıldığında ortaya çıkan tohum direkt piyasaya sürülmüyor. en az beş yıl süren bir saflaştırma işlemi söz konusu. serada sürekli ekimi yapılıyor yine. istenen ürüne ulaşılıncaya kadar, bütün meyveler aynı özellik gösterene kadar sürdürülüyor. sonrasında bu hibrit tohumlar piyasaya sürüldüğünde ekildiğinde daha verimli daha estetik ve beklenti yönünde mahsul veriyor. tablo gibi, iki hafta dışarda kalsa dahi buruşmayan ürünler elde edilebilir fakat tabii ki bazı yönlerden eksik olabilmektedir hibrit tohumlar.
hibrit bitkiden elde edilen tohum çıkmaz diye bir şey yok demiştim. hibritin tohumu ekildiğinde, hibrit tohumun elde edildiği ana tohumlardan birinin özelliklerine çeker ve o türde ürün verir. yani soğuğa dayanıklı domates ve ince kabuklu lezzetli domatesten elde edilen hibrit tohumu ektiğimizde hem soğuğa dayanıklı hem de lezzetli domates elde ediyoruz. elde ettiğimiz bu domatesin tohumunu alıp tekrar ektiğimizde ise ortaya çıkan domates ana bireylerden sadece birinin özelliğini gösteriyor. ya ince kabuklu lezzetli ya da soğuğa dayanıklı lezzetsiz oluyor.
hibrit tohuma karşı çıkılmasının temel nedeni de bu durum oluyor aslında. hibrit tohumlar çok pahalıdır ve bir kez ekildiğinde tekrar aynı tohum etkilemez. ekilir fakat bir önceki yılın ürünüyle aynı randımanı vermez. bu nedenle her yıl yeniden yeniden hibrit tohum satın almak gerekir. bu da üreticiyi, çiftçiyi bağımlı kılar. sorun budur.
not: bu ülkede yerli tohum almak, satmak, yetiştirmek yasak değildir. yerli tohum yasaklandı diyenlerin bahsettiği yasak, tohumların tescillenmiş ve sertifikalı olmasıyla ilgilidir. twitter'dan öğrenince böyle oluyor demek ki, insanlar neyden söz ettiğini dahi bilmeden bir konuda karara varabiliyor.
devamını gör...
kuranı peygamber uydurdu
          bu konuyla ilgili tek şey bırakıyorum:
( daha fazla söze de gerek yok bence)
"havle binti hakîm, kendini peygamber'e hibe eden kadınlardan biriydi. bunun bu davranışı üzerine âişe:
“kadın kendini erkeğe hibe etmekten haya etmiyor mu?” dedi.
"resulum! eşlerinden dilediğini bir süre ihmal edip dilediğini de yanına alabilirsin. kendisinden bir süre uzak durduğun eşlerinden birini tekrar yanına almanda sana bir vebâl yoktur. bu hâl onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları bakımından daha münasiptir. allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. allah alîmdir, halîmdir/her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur.”(ahzâb, 33/51)
âyeti inince de âişe:
“yâ rasülallah! vallahi bana öyle geliyor ki, rabb'in (kadınların değil) ancak senin arzunu/rızanı, hoşnutluğunu tahakkuk ettirmek için böyle çabuk davranıyor.” dediğini belirtmiştir.(buharî, nikah, 29; müslim, reda’ 49).
karısı bile gerçeği görmüş .daha bir şey demiyorum.
  ( daha fazla söze de gerek yok bence)
"havle binti hakîm, kendini peygamber'e hibe eden kadınlardan biriydi. bunun bu davranışı üzerine âişe:
“kadın kendini erkeğe hibe etmekten haya etmiyor mu?” dedi.
"resulum! eşlerinden dilediğini bir süre ihmal edip dilediğini de yanına alabilirsin. kendisinden bir süre uzak durduğun eşlerinden birini tekrar yanına almanda sana bir vebâl yoktur. bu hâl onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları bakımından daha münasiptir. allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. allah alîmdir, halîmdir/her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur.”(ahzâb, 33/51)
âyeti inince de âişe:
“yâ rasülallah! vallahi bana öyle geliyor ki, rabb'in (kadınların değil) ancak senin arzunu/rızanı, hoşnutluğunu tahakkuk ettirmek için böyle çabuk davranıyor.” dediğini belirtmiştir.(buharî, nikah, 29; müslim, reda’ 49).
karısı bile gerçeği görmüş .daha bir şey demiyorum.
devamını gör...
sanagulbahcesivadetmedim
          kafa sözlük fen bilimleri bölüm başkanlığına ciddi adaydır. sözlüğe hoş gelmiş, elementleri de pek sever.
      
  devamını gör...
yoldaş kafe açarsa olacaklar
          *baristanın başına kimi koyacağını biliyorum.*
*muhtemelen 24 saat açık olur.
*kupaların rengi turuncu olur.
*sorun çıkaran müşterileri arka kapıdan çıkarır.
*devamlı gelen müşterilere indirim çeki verir.
*masalarda anket ve yorum yapmak için kağıtlar olur. en çok anket dolduran veya yorum yapana kitap hediye eder.
*ilk 10 gelişte indirim yapmaz. çaylaklık sayar.
*kendine ait ofisinden hiç çıkmaz. kimse göremez yoldaşı.
  *muhtemelen 24 saat açık olur.
*kupaların rengi turuncu olur.
*sorun çıkaran müşterileri arka kapıdan çıkarır.
*devamlı gelen müşterilere indirim çeki verir.
*masalarda anket ve yorum yapmak için kağıtlar olur. en çok anket dolduran veya yorum yapana kitap hediye eder.
*ilk 10 gelişte indirim yapmaz. çaylaklık sayar.
*kendine ait ofisinden hiç çıkmaz. kimse göremez yoldaşı.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının hissettikleri
          güneşin en tepede olduğu saatlerde, otobüs durağında tek başıma otobüs bekliyormuş gibi hissediyorum. güneş yüzünden uykum da geliyor ama uyumamam lazım. bu benim genel hissiyatım zati.
      
  devamını gör...
sadi şirazi
          şeyh sadi-i şirazi, fars şâir ve islam âlimi.
bazı alıntılar ;
"insanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın"
iki göz; allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir. eşin dostun ayıbını görmek için değildir."
sözünü tartmayan, cevabından incinir"
"ne kadar okursan oku , bilgine yakışır şekilde davranmıyosan cahilsin demektir."
"sevgisiz bakınca yusuf bile çirkindir.
  bazı alıntılar ;
"insanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın"
iki göz; allahü teâlânın kudret ve san'atını görmek içindir. eşin dostun ayıbını görmek için değildir."
sözünü tartmayan, cevabından incinir"
"ne kadar okursan oku , bilgine yakışır şekilde davranmıyosan cahilsin demektir."
"sevgisiz bakınca yusuf bile çirkindir.
devamını gör...
birini unutmanın en iyi yolu
          o kişiyi ya da olayı ne olursa olsun, kim olursa olsun affetmektir. alıp bağrına bas demiyorum tabi ama o kişiyi kafanda ve kalbinde affettiğinde bir yerden sonra aklını ve kalbini meşgul etmeyecek ve zamanla unutacaksındır. aksi halde emre aydın'ın da dediği gibi "ne yapsan unutamazsın".
      
  devamını gör...
mindfulness
          sadece farkındalık değildir. şimdiki zaman farkındalığı ya da bilinçli farkındalık olarak nitelendirilebilir. yani farkındalığı sağlarken şuanda gerçekleşen olaylara tarafsız bir şekilde yaklaşabilme becerisidir.  geçmişe ve geleceğe itimat etmeden bilinçli bir şekilde anda kalmamızı sağlar.
      
  devamını gör...
1 ocak 2021 viyana filarmoni orkestrası’nın yeni yıl konseri
          viyana filarmoni orkestrası’nın  1940 yılından beri geleneksel hale getirdiği konserlerin 2021 yılına özgü olanıdır. 13.15’te canlı yayınla trt 2’de yayınlanacaktır.
kaynak
  kaynak
devamını gör...
sphynx (yazar)
          bomboş bir yazar cidden. tanımlarına bakıyorum tanım değil.  katkısı olmadığı halde yergisi olan yazarcıklardan.
      
  devamını gör...
yeşil-uzum
          sözlüğün yükselen yıldızı. köylü yazardan ironiler ile tarzı çok çok benziyor. sanırım kendisi de trabzonlu veyahut karadenizin başka yerinden. bu kısmı da tutuyor yani. e yaşları da aşağı yukarı tutuyordur diye tahmin ediyorum. aynı bilgelik kendisinde de var. 
kendisinin adını daha da sık duyarız ilerleyen zamanlarda. boynuz kulak ilişkisi nasıl olur onu da zamanla göreceğiz.
  kendisinin adını daha da sık duyarız ilerleyen zamanlarda. boynuz kulak ilişkisi nasıl olur onu da zamanla göreceğiz.
devamını gör...

