hayvan derneklerinin büyük çoğunluğunun iki yüzlü olduğu ve rant peşinde koştuğu, devletin ve belediyelerin göstermelik işler yaptığı, hayvan severlerin boş duyar kastığı bir toplumda kaçınılmaz son.

tekrar tekrar yazacağım bir hayvansever olarak.

köpeklerin yeri sokaklar değildir. ortalama 10-15 yıl arası ömrü olan köpeklerin sokaklarda kaç yıl yaşadıkları yada yaşayamadıkları neden araştırılmıyor, neden söylenmiyor bu hayvan sever dernekler tarafından.

sokakta kalan köpek hayatta kalabilmek için hem diğer köpeklere hemde toplum güvenliğine tehdittir.

en adisinden 2 avuç mama bırakmakla, evde yenilen yemeklerin çöpüyle bu hayvanlara da yardım etmiş olmuyoruz.

sokaktan sahiplenilmiş bir köpek sahibi olarak yazıyorum bunları. sokakta kalan her köpek, diğer canlılar ve toplum için bir tehdit olmaya devam edecektir.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
papatyaa gibisiin beyazz ve inceee.
devamını gör...

bir etkinlik sebebiyle 7-8 kişi buluşma kararı alır. mekan belirlenir, buluşma saati gelince toplaşılır. hiçbirimizin tanımadığı bir arkadaş ise geleceğim demesine rağmen bir türlü gelmez. bir saatin sonunda biz arkadaştan ümidi kesince sırıta sırıta bir adam çıkar gelir.

meğer bu arkadaş, biz olduğumuzu hesap ederek bir sözlük buluşmasına katılmış. doğru mu geldim, buluşma falan deyince haliyle kimse garipsememiş, kimsin necisin diye soran da olmamış. buyur etmişler, yemiş içmişler birlikte. adam her nasılsa ancak bir saatin sonunda yanlış masada olduğunu anlamış. sonra da el birliğiyle bizim masayı buldular zaten. sorduk nasıl fark etmedin diye, bir fark yok gibiydi dedi.
devamını gör...

ilk canlı dersimde bir öğrencim "ooo öğretmenim, kamerayı dolandır bakam da evini gezelim görelim." demişti.*

bir başka canlı dersimde başka bir öğrencim çoraplarını çıkarıp kamera karşısında koklamış ve " öğretmenim ben bugün banyo yapayım." dedi.* çorabı koklayarak banyo zamanının geldiğini bilmeyen de ne bileyim.*
devamını gör...

başkasının bacağından asılan koyun

biri alırsa, en iyi nick olacaktır.
devamını gör...

sözlük kızlarının red flag nedir diye baktığı başlık. red flag ne olm.
devamını gör...

inanna başlığını geliştirme ve kalkındırma derneği üyeleri olarak dayanışma içerisinde olmamız gerekliliğinden mütevellit elimizi biraz daha taşın altına koyalım madem * bu başlık dernek sayesinde bayağı bir gelişecek gibi duruyor. diane wolksteine ve samuel noah kramer'in aktardığı bir efsane ile devam edelim;

dünyada henüz hiç bir şey yokken ve dünya boşluk içerisinde salınırken fırat nehri kenarında huluppa adlı bir ağaç kök salar. ağaç büyür, dallanır budaklanır. fakat güçlü bir güney rüzgarı onu çok fena sarsar. sallar sallar ve yerinden söküp çıkarır. ağaç dalları kırık bir şekilde nehirde sürüklenmeye başlar rivayet bu ya ağacı inanna ablamız görür. ablamız bildiğiniz üzere normal şartlarda biraz dengesiz, eserekli bir tip. o gün keyfi yerindeymiş sürüklenen ağacı bert trautmann refleksi göstererek kolayca yakalayıvermiş. sevgiyle kucaklamış onu ve tanrıların bahçesine götürmüş. bahçeye güzelce dikmiş. bu tanrı/tanrıça milleti bir şey yapıyorsa bunun muhakkak bir karşılığı oluyor. meğer ablamızın ağacı kurtarma sebebi onu kesip kerestesinden kendisine ait bir taht bir de yatak yaptırmakmış. yani anlayacağınız ağacı nehirden çekip çıkarmasının ve o gün sevgi pıtırcığı olarak dolaşmasının sebebi tamamen duygusalmış. doğa sever olmak bunu gerektirir.

aradan epey bir zaman geçmiş, bizim ağaç büyümüş, dallanmış budaklanmış, tam kıvama gelmiş yani. vuracaksın baltayı alacaksın keresteyi yapacaksın tahtını... ama o da ne? inanna hanım bu istek ve arzu ile ağacın yanına yaklaştığında bir de ne görsün? ağacın köküne bir yılan yerleşmiş. yaaa inanna hanım tanrıça da olsan bazen bırak bahtı, tahtını bile yapamıyorsun ne haber? bu kadarla kalıyor mu? kalmıyor! ağaç bildiğiniz paylaşılmış. gövdeye de lilith adlı bir cin yerleşmiş. en tepeyi de anzu kuşu almış. yani huluppu ağacı bildiğiniz rezidans olmuş. eserekli abla bakmış ağaç kesilebilecek durumda değil. başlamış ağlamaya. koşmuş gitmiş kardeşi güneş tanrısı utu'nun yanına. yalvarmış yakarmış, kurtar ağacımı diye kendini oradan oraya atmış. drama queen bekliyor ki utu şöyle desin; ''sen ağlama, dayanamam! ağlama göz bebeğim sana kıyamam.''

ama utu biliyor kardeşini. şımarık biraz. savmış inanna'yı başından. bacım ne halin varsa gör demiş resmen. inanna da yollar tükenir mi? elbette hayır. koşmuş gitmiş gilgameş'e. biraz da onun başının etini yemiş. bir kaç doz acındırma ritüelinden sonra saftirik gilgameş tamam yahu üzüldüğün şeye bak diyerek almış inanna'yı yanına varmış gitmiş tanrılar bahçesine. ağır bir bronz balta marifeti ile ağacı devirivermiş. ağacın üzerindekiler arazi olmuş. kaçak rezidans, gilgameş yıkım ekibi sayesinde yerle bir olmuş. inanna hanım rötarlı olarak tahtına ve yatağına kavuşmuş. gilgameş efendi de mikku ve pikku isimli davul ve tokmağa kavuşmuş. eh artıklarından ancak o kadarı çıkmış. ne yapsın garibim.

şimdi ben etliye sütlüye pek karışmayacağım. tevrat mevzusuna da girmeyeceğim * hayat ağacı, yılan falan bunlar bizi bozar. ama (hezekiel, bap 17: 1-10) ve (hezekiel, bap 31: 3-17)'ye bir göz atıverin derim. benim sorunum inanna ile zira böyle şımarık tanrıça olmaz arkadaş! çok iticisin be ablam...
devamını gör...

ülkemizde ajda pekkan ile üne kavuşan, orijinal ismi "kara gözler" anlamındaki ochi chernye olan rus şarkısı. julio iglesias da nathalie adıyla söylemiştir bu şarkıyı.

orijinal güfte ilk kez 1843'te rusça olarak literaturnaya gazeta'da yayınlanır. güfte yazarı ukraynalı şair ve yazar yevhen hrebinka'dır. sözlerin üzerinde birkaç defa oynama yapılmış ve sonradan şarkı yurt dışında da popüler olmuştur.

rusça versiyonu

julio iglesias versiyonu

ajda pekkan versiyonu

bir sayfa kopuyor zamandan
ayrılırken sen yanımdan
bu aşkın daha en başından
korkuyordum ben sonundan

bir günah gibi gizledim seni
kimse görmedi seni ve beni
ağlarken içim güldü gözlerim
bir günah gibi, gizledim

ne bugün, ne de yarından
beklediğim ne kaldı?
beni o gün senden kıskanan
resimler de sarardı
devamını gör...

"kendini anlat fakat anlayana " olurdu bence. tam uyuyor hatta. şifreyi çözdüm benjamin franklin. şimdi bittin. *
devamını gör...

bugünün karikatürü domestic hıyar için gelsin, anca bu kadar benzeyebilirdi çünkü.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

cennetten kovulan tayfadır. hatta tepeyi de bunlar terk etmiştir.
devamını gör...

kapıların dışarı açılması gerekiyor deyip içeri açılan kapılara bakakalmak.
devamını gör...

çocuk önce o ailede, o evde, bir "yer" inin olduğu, ihtiyaçlarının karşılanacağı, ve bunları onun "hak" kı olduğu için aldığını, bilecek, hissedecek.. şüphe duymayacak..

(anne babanın "verdiği" şeyleri telafuz etmesi çok sağlıksız, bence ahlaksız birşeydir, zaten çocuğun hakkıdır, o verilenler, çocuklar borçlu hissettirilmemelidir.. )

çocuğun "herşeyi" düşünmeye, fikrini söylemeye,,"sormaya" hakkı olduğunu, ona cevap vererek, bilgi vererek, anlamasını sağlayarak, gösterilmeli, hissettirilmeli.. yaşatılmalı.. aynı şekilde kendine ait alanın da onun hakkı olduğu, ve oraya onun izni dışında girilmeyeceğindende emin olmalı

çocuk varlığının görülür, ev halkı içinde +1 olarak eklenmiş, sayılan, değeri olan birşey olduğunu, hiçbirşey vermeden, ileride vermesi gerektiği ima edilmeden, zaten var olmakla hak ettiği, ve "hakettiğin" için, "bunlar senin hakkın" diyerek verilmiş imkanlarla büyüyor olmalı

bu imkanlar için çekilen sıkıntıları, istemeyerek yapılan mesaiyi "verilen" emeği anlatan anne baba da, çocuk yüzünden mutsuz olduğu mesajını, isteyerek/istemeyerek "verdiğini" bu durumdan memnun olmadıklarını, çocuğunun ihtiyacları için çalışmak zorunda kaldığını, yapılanların anne baba oldukları için değilde, isteyerek değilde, bir karşılığı olduğunu bilerek yaptıklarını, ve tabi bir beklentilerinin olduğunu da yerleştiriyorlar çocuğun kafasına bence..

komşumuzun 3. çocuğu olacak, tabiki önce diğer çocuklarla konuşulmadan.. varolan iki erkek çocuktan büyüğü demişki, 10 yaşında kendisi, üzülmüş filan, hatta ağlamış galiba, "ben şimdi babama birşey olursa bir kişiye daha nasıl bakacağım, ona birşey olursa hepinize benim bakmam lazım" demiş..
bu bakmak işi var ya..
yani çocuk ona bakıldığını düşünüyor, ona bakılmasının bir karşılığı olduğu öğretilmiş maşşallah, onu anlamış o güne kadar duyduklarından, karşılığını düşünmüş filan, borçlu hissediyor, onu nasıl yapacağının derdine düşmüş, yani annesini babasını kendine güvenen, kendine yetebilen, hayatını sürdürebilen birileri olarak tanımamış, ona ihtiyaç duyulacağı kesin ve o yükü bugünden taşımaya başlamış..

bilmiyorum bana normal gelmedi, 10 yaşındaki çocuğun bu yükle yaşıyor olduğunu böyle öğrenmek.. ama annesi çok duygulanmış... te allahım ya...
yıl olmuş 2020 dikkatinizi çekerim, evlerinde çocuklar için 1 oda var, her türlü teknolojik imkan var ama faydalı birşeye kullanacak zihniyet yok, vizyon zaten o apayrı bir konu...

varlığına "hakkı olduğu çin" saygı duyularak büyüyen çocuk, neye hakkı olduğunu, "görmüşse" öğrenmişse, haklarını rahatca almış ve kullanmışsa, başkalarının haklarınıda tanıyor, çalışınca o maaşı hakettiğininde farkında oluyor, yada zaten hakkettiği herhangi bir şey verildiğinde, hiçbirşey hakettiğini düşünmeyen insanlar gibi, aşırı teşekkür edip, sanki yaptığının bir değeri yokmuş gibi, ezik davranmıyor, işte bu özgüven buradan geliyor bence..

çocukken hiçbir hakkı karşılıksız verilmemiş biri, büyüyünce de hiçbirşey haketmediğini zannediyor, istemeyi bilmiyor, çünkü hiçbir hakkını görmemiş verilmemiş, zaten hakkı olduğu için verilmemiş hiçbirşey.. "
bunu sana ben veriyorum" ben "verdim" şu, şu kadar ediyor, bunun değeri bu kadar, bu kadarlık yere gönderdim diyerek veriliyor..
bir hesap bir muhasebe var, hesaplar çocuğa yansıtılmış.. işte bu yüzdendir, 50 yaşına gelmiş orda burada birşeyi başarsa bile buna inanamayan onu bile annesine veren güya hediye eden insanları görüyoruz, "niye sen almıyorsun kardeşim, niye kendine almıyorsun, karşılığında verdiğin senin emeğin, ödülüde senin hakkın" çünkü ödenmekle bitmeyen bir borcu var sanıyor" çünkü borçlu hissettirilmiş..

tabi kendi imkanlarını, şahsi ihtiyaçlarından vazgeçerek önceliği çocuğu olmuş ve çocuğuna kullanmış ve bunu yüzüne vurmamış anne babaları ayırıyorum..
(bihter ziyagilin meşhur "tabi siz... diye başlayam, uzun cümlesi gibi oldu :) bunlar özü iyi olan insanlar, hem çocuklarına hem çevrelerine karşı, heryerde iyiliği tercih eden insanlar..

ama imkanı olupta çocuğuna kullanmayan, kullandıklarınında, maddi karşılığını sürekli telafuz eden, ima eden, anne baba, çıkarcıdır, oportünisttir, bencildir, onlar heryerde öyledir, ve öyle herşeyde travmalar yüzünden olmuyor, bildiğin kötü olduğu için oluyor, anne baba olunca ne yaparsa yapsın o artık iyidir diye birşeyde yok bence, çocukları üzerinde psikolojik olarak egosunu tatmin etmek de sömürmektir, ben anneyim ben babayım diyerek, her istediklerinde susturmak kısıtlamak da haksız güç kullanmaktır, ve herşey cahillik de değildir, bazı şeyler "kötülük"tür...

birde, çocuğuna tapan her istediğini yapanlar var, onlarda çocuğa hak etmesede istediği herşeyi almayı/ alabileceğini öğretiyor, halbuki kendiside yapmak zorunda değil ama sevgisini gösterdiğini sanıyor, çook yakınımda bir örnek var çocukluk arkadaşım ve oğlu, resmen maymun ediyor annesini, çocukta zorba (yaşı 6), kalk diyor annesine vitrinde ne istediğimi bul, kadın tek tek veriyor, çocuk o arada boğulurcasına ağlıyor, çığlık atıyor, bir yandanda söylemiycem sen bulucaksın diyor.. anne tek tek o vitrindekileri eline alıp soruyor, bu bitince anne devam ediyor şimdi ne istiyorsun (şimdi haketmediğin ne istiyorsun? hakkın olmayan neyi alacaksın? neyi emredeksin? yaptıracaksın?) ben gittiğimde banada ordan kalk ben oturucam filan diyor, annesi babası diyorki istediğini yap nolur.. gerisini anlatmayım..

benim çocuğum yok bu arada.
bilinçli olarak çocuksuz olmak kararımdan sebep, yok. iyikide bugüne kadar olmamış, bunlar bugün bu yaşta (42) üzerine çok düşündüğüm için, kendi yaşadığım sorunları araştırırken farkettiğim şeyler, herşey bencil insanlardan duyduğum rahatsızlıkla başladı aslında, nasıl oluyorda diyordum herşeyi kendine hak görüyor, hakkı olmadığını bile bile istiyor birde, ve çekinmiyorda, haksızlık olduğunu biliyordur diyordum, sorun haksızlıktan, adaletsizlikten rahatsız olmayan insanlar, herşeyi kendine hak gören insanlar.. (bakınız rte)

özgüven değil bu, özgüvenin altı dolu olur, adil olur, hani karizmatik dediğimiz insanlar var ya, hani çok yakışıklıda değil, ultra güzelde değil ama çok karizmatik deriz, empatiymiş bu insanların ortak özelliklerinden biri, empatid ve adaletle ilgilidir, bence bu insanlardaki özgüven de farkındalıklarından geliyor..

inşallah sonuna kadar okumuş ve beni anlamışsınızdır .
devamını gör...

sen yine de bu düşünceyi at kafandan.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kurt vonnegut'un 1959'da yayınlanan bilim kurgu romanıdır.
kitapta, daha iyi bir dünya yaratabilmek için, farklı bir uygarlık yaratan bir adamın, winston niles rumfoord'un hikayesini de anlatır.
refah içinde yaşayan malaki constant ve gelecekteki ailesini de...
aslında bir bilim kurgu romanı olmasına rağmen, aynı zamanda felsefik bir romandır.
hikaye hem dünya hem mars'da geçer ağırlıkla.

tanıtım yazılarında hep insanlığın yaşam amacı vs ile işkillendirilmiş. bilgi vermek adına ben de bu bilgiyi ekleyeyim.
bunun haricinde, yazar her bir karakteri ilmek ilmek dokumuş. muhteşem bir bütünlük ve açıklık var. herhangi bir karakterin nerede ne yapacağını bile bilecek noktaya geliyorsunuz.
bu noktadan sonra yazılacaklar spoiler tadında olacağından konuyu burada kesiyorum.
*
yazarın okuduğum ilk kitabıydı. belki kurt vonnegut'a başlama rehberinde ilk kitap değildir fakat yine de diğer kitaplarını okumak için yeterli isteği doğurmayı başardı.
sonuyla beni olduğu kadar sizi de şaşırtacağını düşünüyorum ama ana karakterlerden birini daha çok şaşırtıyor.

ve hayal kırıklığına uğratıyor.



mars'da devşirilen onca insan, sadece dünyada iyi bir yaşam olsun diye harcanırken, insana bu durum çok tanıdık geliyor.
dünya üzerinde bir yerler korunup iyi olsun diye ne çok topluluk gözden çıkarılıyor...belki yazar bunu kastetmemiştir ama ben böyle anladım.*
winston niles rumfoord, her şeyi kendi isteklerine göre planladığını zannederken, kitabın sonunda öğrendiği bilgilerle nasıl tüm hayatının bir yanılgıdan ibaret olduğunu anlıyor. güzel ve ilginç bir sondu.

takip etmesi çok keyifli bir hikaye ve içine alıyor bunu söyleyebilirim.
kafamdaki kelimleri cümle haline en fazla bu kadar getirebildim.
kendimi de gömdüğüme göre tanımı bitirebilirim
devamını gör...

dergah yayınları dünya edebiyatı serisinden, ivan repila imzalı, kısa bir roman.

ormanın derinliklerinde bir kuyuya düşmüş 2 erkek kardeşin, yaşama tutunma mücadelesinin konu edinildiği -sonu itibariyle oldukça sarsıcı- bir eser.kardeşlerin kimlikleri hakkında her hangi bir bilgi yok ; büyük ve küçük olarak isimlendiriliyorlar.kuyuya nasıl düştükleri meçhul ama orda kalmaya hiç niyetleri yok çünkü bir amaçları var ve bunu gerçekleştirmek zorundalar.aç ve susuzlar, zaman zaman kuyu çevresini ziyaret eden kurtlar gibi başka düşmanları da var.sanki her şey onlara karşı durmak ve sınırlarını zorlamak için var.yalnız insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsünün tüm bu olumsuzluklara karşı olağanüstü gücü de asla hafife alınmamalı.özellikle bu içgüdüye şiddetli bir amaç eşlik ediyorsa...

tek seferde okunup bir kenara atılabilecek bir kitap değil.kitabın sonunda tüm taşlar yerine oturuyor ve hiç beklenmedik bir sürpriz ile yazar okucuyu oldukça şaşırtıyor.hatta kitabı okurken anlamlandıramadığınız ya da farklı düşündüğünüz şeyler tokat gibi suratınıza çarpılıyor.dil inanılmaz akıcı, kapalı tek bir yerde geçse de hiç sıkılmadan okumak mümkün.son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri.

www.dergah.com.tr/kitaplar/...
devamını gör...

yüze sürülen rezalet boyalardan arınmış, sadece hafif renklendirilmiş yüz ve bir yere gitmek için hazırlanmışlığın yapaylığı olmadan, üstünde başındaki o ev hali dağınıklığı.

tam karpuz kabuğundan gemiler yapmak filminden çıktım, öyle hisliyim, o filmdeki nihalden bahsediyorum, aratın, anlayacaksınız. ben bu işi özledim abi, ben kadınlarda bu hali özledim. köylülüğü özledim, bugüne kadar hiçbir kadınla sosyal medyadan tanışmadım, uzun zamandır da kullanmıyorum zaten ama fotoğraf beğenmekle bu iş olmuyor yav. lanet olsun, mahalle arasında görmek vardı, ne bileyim anneler tanışıyor olmalıydı, belki alt sokakta oturmalıydı, onu görmek için yalandan o sokaktan geçerken görmeliydik onu, terliklerini sürüye sürüye yürüdüğü o boktan ev haliyle.

romantikliği hiç sevmedim ben. ciddi bir adam olup çıktım. uzun zaman sonra, bu dönemlerde ilk defa sevmenin güzelliğini fark ettim yeniden. günümüz ilişkilerinden, bakış açısından tiksiniyorum amına koyim. o eski heyecanı özlüyorum. telefonların tuşlu olduğu dönemdeki, sevdiğimiz kadının sokağından belki karşılaşırız diye geçişimizi özlüyorum.

bu bir iç dökme entrysi, daha uzun, detaylısını da yazacağım başka bir başlıkta da bu başlığı görünce, o şalvarlı köylü kızının yüzündeki güzellikte buldum bazı anıları, özlemleri. sevmeden geçen yıllarıma üzüldüm, çok üzüldüm bu akşam. bir nihal daha sevebilirdim be, yazık olmuş.
devamını gör...

esefle kınadığım yazardır. bikere bilmediğin konu hakkında konuşman başlı başına yanlış be hey gafil! kaldı ki insanların kutsalına dokunuyorsun.
devamını gör...


“her başlangıç bir sondur, her son ise bir başlangıç.”


“aller anfang ist schwer.” alm. bir deyim.
her başlangıç zordur.

siz yine de başlayın, gerisi gelir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim