buraya yerleşip mutlu olmak.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

buyrun kuş kafa:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

nefretini dışarıya yansıtmadan olabilecek durumdur.

s git istediğin kadar nefret et ama dışarıya yansıtma.
dışarıya nefret kusmaya kimsenin hakkı yok çünkü.
devamını gör...

şu an tedavülde olmayan bir sözlükte, zamanında açılmış başlıktır.
moderatörler defalarca düzeltmeye kalkmışsa da kimse bu başlıktan net bir anlam çıkartamamıştır.
üzerinden yıllar geçmesine rağmen gizemini korumaktadır.
devamını gör...

enderunlu şair çelebi.
devamını gör...

bir tanım girerken geri tuşuna bastığınızda siteden ayrılma seçeneği çıktığında cancel basarsanız tanım girdiğiniz kutucuk uçuk pembe bir renk alıyor.*
devamını gör...

istanbul sözleşmesi, kadınların; her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı korunmasını esas alan sözleşmedir.

özellikle son yıllarda belirli bir kesim heteroseksüel ve beyaz ya da kendini beyaz sanan erkekler (beyaz zannedenlere örnek olarak türk erkekleri mesela) ve ataerkil sistem yanlısı -stepne- kadınlar tarafından sürekli olarak söz konusu sözleşmenin, toplumun ve geleneksel aile kurumunun köküne dinamit koyacağı; bu durumun ise ne kadar kötü ve dehşet verici olduğu iddiası pompalanıyor. bu yapılan, basbayağı imtiyazlı bir kesimin mevcut imtiyazlarını kaybetme korkusuyla zehirli ve tarihi geçmiş fikirlerini bilinçli ve sistematik bir biçimde empoze etmeye çalışmasıdır. özellikle sosyal medya gibi anonim ve sanal mecralarda, son zamanlarda sıkça karşılaşılan bir durum artık bu. temelinde ise aynı, politikacılar ve din adamları tarafından yüzyıllardır insanları sindirmek ve bilinçlenmelerini önlemek maksadıyla kullanılan basit bir yöntem var; korku.
bu kesim, insanları sürekli olarak geleneksel aile ve benzeri eşitsizlik temelli kurumların ne kadar "iyi, ne kadar "güvenli" olduğuna inandırmaya çalışırken diğer taraftan bu "güvenli alandan" ayrılınca toplumun ne denli büyük bir kargaşaya sürükleneceği, nasıl yıkılacağı, her şeyin ne kadar kötü olacağı üzerine laf ebeliği yapıp durmakta. elbette onların gözünde "alternatif" diye bir şey söz konusu değil veya buna gayet art niyetli olarak değinmiyorlar.

şunu açıklığa kavuşturalım; insanlık tarihinde "geleneksel" aile kurumu var olmadan çok önce dahi insanlar topluluklar halinde yaşıyor ve bu topluluklarda çeşitli "düzenler" hüküm sürüyordu.
bu bahsedilen "geleneksel yapı" ezeli olmadığı gibi zamanla her "geleneksel" sosyal sistem parçasında ortaya çıkan entropi ve yozlaşmadan nasibini almıştır. bu noktada değişim bir gereklilik olmanın ötesinde kaçınılmazdır ve yine doğanın bir kanunu olarak (evet, malum kesimin o çok sevdiği ama sürekli kendi çıkarlarına çalışan doğa kanunları) değişim gerçekleştiğinde uyum da olağan ve kaçınılmaz olacaktır. elbette ki değişim süreçleri sancılı olur ancak yozlaşmış bir düzenin, sistemin veyahut kurumun çöküşü hiçbir toplumda, gezegende veya paralel evrende kaosa falan yol açmayacaktır.

dipnot: bu tür felaket tellalığı içeren söylemlerde çoğu zaman "ben kadına/kediye/kuşa/bilmem neye şiddeti savunmuyorum a.m.a " diyen bir güruh var. ne yazık ki yaptıkları beceriksiz bir rasyonalizasyon yapma çabasından öteye gitmiyor.
devamını gör...

mülkiyet hakkı'na ne oldu? bu ülkede kimsenin mülkiyet hakkı yok gerçekten.
devlet her çocuğa tablet dağıtmayı taahhüt ettiyse zenginin çocuğuna da verecek fakirin çocuguna da.

ama devlet aylık geliri 8 bin türk lirasının altında olan ailelerin çocuklarına tablet vermeyi taahhüt ettiyse o zaman bunu yapacak. bir ülkenin kanun ülkesi mi, kabile ülkesi mi olduğu bunun gibi küçük detaylarla belirleniyor. sözleşmeleri okumadan imzalamayın diye boşuna demiyorlar.

koca devlet bir çocuğun sattığı tabletin peşine düşecek şimdi. ne günlere kaldık.
devamını gör...

ne olduğunu bilmemekle birlikte bu hiç değildir.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

akla zarar.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

seneler evvel sıkça yapardım bunu. yeni insanlarla tanışmaya çok da hevesliydim üstelik. ancak şu anda kiminle tanışacağımın tedirginliği var üzerimde ve kendimi birilerine ifade etmekten yoruldum. o yüzden artık acayip ve gereksiz bir şey olarak nitelendiriyorum.
devamını gör...

sık sık yaptığımdır. üstte bir turuncu görünce hemen tıklıyorum, kimmiş beğenen, ne yazmışım da beğenmiş, o neler yazmış, kadın mıymış, at at at mesaj at hemen.
devamını gör...

ray h. mercado adlı sanatçının gözünden.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

dün akşam saatlerinde aklımı kurcalayan ve beni derin hüzünlere gark eden durumdur.

daha önce bir entrymde bahsetmiştim. bilenler bilir, haftaiçi günde 6 saat taksiye çıkıyorum, haftasonu bir gün de, bireysel direksiyon dersi veriyorum. e haliyle arabada podcasttir, radyo tiyatrosudur dinleyecek çok fazla vaktim oluyor. akşamleyin kumkapı'da bir tane adam bindi taksiye ama nasıl içmiş. iki saat boyunca adamla ücret pazarlığı yaptık. adam elindeki parayı saymayı bile beceremiyor. neyse bunu indirdim bu sefer de başka bir herif bindi. biliyorsunuz dostlar, biz türk halkında hemşeri çıkıp faturayı indirmeye çalışma teşebbüsü bulunmaktadır. tıpkı gözlerini hayata yeni açmış bir süt buzağısının, annesini görür görmez içgüdüsel olarak memesine yapıştığı gibi, karşımızdaki hizmet verenle ahbap-akraba-kanki çıkmaya çalışır ve bir güzellik bekleriz. bereket versin bu işbu hemşericilik olgusu, oldukça işe de yarar. neyse bu herifçioğlu bana soruyor "nerelisin abi?" diye. bir elimle direksiyon sallarken adama dönüp "çorum" dedim. "neresinden?" diye sordu bu sefer. "sungurlu'dayız" dedim. "aa yapma be benim anne tarafı da sungurlu" dedi. gözlerinde zafer kazanmak üzere olan bir roma'lı general parıltısı görünüyordu. boncuk boncuk terledim ama bunu fark ettirmiyordum. çünkü aynı köylü çıkarsak -ki bu sıklıkla başıma geliyordu- ona cüzi bir indirim yapmak zorundaydım. hayatımda çorum'lu olmanın bana bu kadar maliyetli olduğunu bilseydim, gider istanbul'da doğardım anasını satim. tam da bu esnada anneannemin emekli maaşını tek maça yatırmış olup, tek golden yatmanın ezikliği ve kaybetmişliği içinde friedrich engels'in çarlık rusya proleteryası hakkındaki devrimsel düşünceleriyle, hegel'in diyalektiğinin günümüzde işlevselliğinin, geçerliliğinin ne kadar azaldığını düşünüp hayıflandım.

bütün bunlar birkaç saniye içinde olmuştu.

"abi daldın gittin??" dedi hafif sırıtarak. zeki demirkubuz filmi boş bakışı atmıştım önümdeki yola lan. neyse.

"akçındılılar köyündeniz aslanım" dedim.
"harbi mi abi? biz de oradanız. gavurgillerin necip'i tanıyon mu?" diye sordu.
bir süre sessizlik oldu. "iyi adamlı rahmetli" dedim. derin bir nefes vermiştim. adam uzun uzun necip'in köyden kente göçtüğünde yaşadığı zorluklardan bahsetti. ilgimi çekmeyen konuları dinliyormuş gibi yapma huyum vardır. bu muhabbet de ilgimi çekmediği için kulağım kendisindeymiş gibi yaptım. necip'in falanca kişiyi vurup 6 yıl içerde yattığı kısımdan sonrasını dinlemedim. karşındaki kişiye "özet geç p.ç!" de diyemiyorsunuz. ben hayatımda geçen her bir saniyeye değer veriyorum. yavaş konuşan, boş konuşan insanlardan nefret ederim. özellikle mıy mıy mıy konuşan kişilerden... bir keresinde tüyap fuarında ilber ortaylı'yı görmüştüm. adamla ayaküstü iki sohbet ettik. hayatımın en acılı 15 dakikasıydı. yıllarca hep youtube'da 1,75x hızda izlediğim için, ilber hoca'nın gerçek konuşmasını görünce bir şok yaşadım. ceketinin üzerindeki düğmelere basmak istedim belki hızlanır diye.

neyse. adama cüzi bir fiyat indirimi yaptım. yolculuğun son saniyelerinde trt radyo'da picasso'dan bahseden bir sanat konuşması oldu. yanımdaki delikanlı "abi bu picasso da büyük adam hee. biz bu monami pastel boyalarla bir b.k çizemiyoruz afedersin, adam neler neler yapmış yav." dedi gülerek. aynı şekilde "sanki onların zamanında 24'lü pastel boya vardı haha" dedim. sonra vücudum birdenbire kaskatı kesildi ve ani fren yapıp yoldan çıkmamak için e-5'te yana çektim. "abi noldu hayırdır yav?" dedi. yok bir şey dedim derin bir nefes vererek. burada inmen gerekiyor. çocuk oracıkta neye uğradığını şaşırdı. toprakları büsbütün rus çarı tarafından el konulmuş st. petersburg köylüsü gibi suratıma mel mel, hüzünle baktı. para filan istemedim ondan doğruca eve sürdüm. esra'dan bilgisayarımı, sanat tarihi kitaplarımı ve avrupa gezisi notlarımı evin mahzenindeki gizli bölmeye sakladığım yerden çıkarmasını istedim. şifre ne diye sordu whatsapp'tan. "doğru.." diye söylendim içimden. esra'ya hiç kasanın şifresini söylememiştim. sonra ekledi: "tamam buldum 1453'müş". bulmasına şaşırmıştım doğrusu. esra zeki bir kız, o'nu bu yüzden seviyorum.

neyse eve girer girmez üstümü bile çıkarmadan (arabanın anahtarını bile kontakta bırakmışım telaştan, esra almış) direkt olarak bilgisayarın başına geçtim. esra, gözleri parıl parıl bana bakıyordu. üzerindeki hal o kadar kırılgandı ki, bir müddet dönemedim. google'da picasso'nun yaşantısını forumlarda araştırdım.

monami, 1960 yılında kurulmuş bir kırtasiye ürünleri markası.
pablo picasso 1973 yılında ölmüş.
monami güney kore menşeili bir şirket. fakat ne zaman pastel boya ürettiği ile alakalı kesin bir tarih yok. tabii burada dış ticaret yaptığı süre de önemli. picasso yaşamının son yıllarında fransa'da bulunmuş. fransa'da o yıllarda monami boya reklamı ile alakalı herhangi bir veriye ulaşamadım. picasso müzesinin sanal olarak gezdim fakat son yaşlılık dönemindeki kübist çalışmaları dışında herhangi bir veri de yok açıkçası. kafamdaki soru işaretlerini bitirmek için picasso'nun yanındaki asistanı madamoiselle gertrurde'a bir telefon açtım. telefon çalarken, saat farkını hesaplayamadığım için geç bir saatte aramış olduğumu fark ettim. kadın açtı. takma dişlerini taktığını ağzından gelen "locukss" sesiyle anladım. "elloo , qui es-tu?" diye kim olduğumu sordu. "esköze moğa madmozel" diyerek kendimi tanıttım kısa bir konuşma oldu. telefonu kapatırken "mösyö ünal lütfen beni böyle saçma suallerle meşgul etmeyiniz. öyle bir durum olsaydı haberim olurdu. iyi geceler" dedi. o anda cevabını almış ve rahatlamıştım. odaya şöyle bir göz gezdirdiğimde panoda tıpkı dedektiflerin suç ağını kafasına oturtmak için koyduğu birtakım şahıs fotoğrafları ve cümlecikler gibi picasso ve monami kurucusu, madamoiselle gertrude'un fotoğrafları ve birbirleri ile arasındaki ilişki çizgileri vardı. "napıyorum lan ben!!" dedim kendi kendime. bu ben olamazdım. ama kafamdaki bir soru işaretini giderdim. bu soru işareti ile değil uyuyabilmek, bir lokmayı bile rahatlıkla yiyemezdim.

nasıl olur da sanata bu kadar etki etmiş, halen daha imtinayla eserler üretilen kübizm akımının babası olan picasso, yaşamının hiçbir döneminde monami 24'lü boya seti almamış olabilir lan? bu boya hani bir dönem herkeste, bir şekilde vardı? bazı olayları kafamızda kurgulamamalıymışız demek ki, hayatta her şey olabilirmiş.
devamını gör...

y kuşağı: z kuşağı uçurulsun
x kuşağı: hepsi gitsin
z kuşağı: y kuşağı uçurulsun
o sırada yoldaş:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

efsane!

futbooğğğl, nefreeeeğt - bişk! ok yerine portakal atılsaydı keşke fiyuuuv *

eline koluna sağlık yaa çok güldük sayende. 10/10 kısa film.
devamını gör...

ileride bizim de yapacağımızı düşündüğüm şeydir. insanlar birilerini sınıflandırmayı ve bu sınıflandırmalar ile kendilerini yüceltmeyi çok seviyor maalesef.
devamını gör...

yılbaşında yakınınıza alabileceğiniz en güzel hediyelerden biridir. özellikle şık ve asil görünümlü olanlar oldukça güzel gönül çalabilir. *

şöyle büyük boy olanlar yerine small olanları tercih ederseniz daha iyi olabilir.
devamını gör...

ya hakk
devamını gör...

angela merkel. ulan uzun şu karıya az yüz versen bu halde olmazdık be.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim