bizzat çığırından çıkaranın tanım girmeye utanmadığı başlık. *

bu gece itibariyle çığırımdan çıkıp oraya buraya şuraya nickaltı serpiştirdiğim doğrudur.

kabul ediyorum ben bir nickaltı canavarıyım. sözlükten aforoz edilirsem sebebi bu olacak gibi. sen az ötede oyna milletin nickaltından uzak dur deyip deh dehleyecekler bir gün.

yani aklımda çok fazla insan var. hala var hala inanabiliyor musunuz? doymuyorum nickaltı yazmaya. bu gece bir iki kişi daha var uzun zamandır yazmak istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım onlara da yazıp biraz ara vereceğim söz.

söz dedik ama çok mu kesin öldü. benin sağım solum belli olmaz çünkü. sözü bozunca 3 dana kesip 7 aile bir oruca mı giriyorduk napıyorduk? her an lazım olabilir çünkümsü.

verdiğimiz rahatsızlıktan çok memnunuz devam edeceğiz. *
devamını gör...

ergün veren'in, halk deyiş ve yakıştırmaları ile, kendi şablonunu bulmuş olan iklim olaylarını, değişim ve zamanlarını incelediği hoş bir kitabı.



kırkikindi yağmurları, kocakarı soğukları, çaylak fırtınası, berdelacuz, karakoncolos, zemheri, hıdırellez, cemreler… 
 
bunlar anadolu insanının uzun yılların deneyim ve gözlemlerine dayanarak oluşturduğu takvimden bazı özel günler ile iklim olayları…
 
peki, anadolu insanı zamanı nasıl algılar, dilimler, noktalar, adlandırır ve yaşar? yaşarken hangi inançlar ve tecrübeler onun hayatını şekillendirir? doğayı gözlemleyerek geleceği ve hava durumunu nasıl tahmin eder? bütün bunlar hayatını ve kültürünü nasıl etkiler? işte bu kitabın konusu bu.  

anadolu insanının kısa yoldan ve nahifçe “sayılı günler”, “çoban hesabı”, “kocakarı hesabı”, “anam babam hesabı”, “eski hesaba göre” yahut “hesaplı” dediği günleri ergün veren, kocakarı soğuklarından zemheriye anadolu halk takvimi’nde topladı.  
 
devamını gör...

daha önce depresyona girip sessiz sedasız giden bir yazar olarak katıldığım başlıktır.

aldım ceketimi çıktım gittim. kimseye basın toplantısı yapıp duyurmadım. kimim ulan ben böyle hareketler yapacağım.
devamını gör...


yalan söyleme hastalığı olarak tanımlayabileceğimiz mitomani, ilk olarak 1891 yılında alman doktor anton delbrueck tarafından tanımlanmıştır.

mitomani hastaları yalan söylediklerinin farkında değildirler. bu hastalar, büyüsel düşünce tarzında hayal gücüyle ürettikleri düşünceleri doğru olarak kabul ederler. yani kendi dünyasında oluşturduğu düşüncelere inanıp bunların yalan olduğunu bilmeden söylerler. bu yüzden mitomani hastaları yalan söylediklerinde herhangi bir suçluluk ya da pişmanlık hissetmezler. çünkü onlara göre doğru olan kendi söyledikleridir.

oldukça yüksek bir sözel yeteneğe sahip olan bu hastalar, yalan söyleyerek kendilerini önemli bir insan gibi gösterirler. eski yalanlarını destekleyebilmek adına daha fazla yalan söylerler. kendi kendisine üretmiş olduğu hayali senaryolara, hayali kişilere kendisi de inanır. yani hayatları aslında yalan üzerine kuruludur.

mitomani genellikle ergenlik çağında başlar. düşük özgüven mitomani hastalığının temelinde yatar. kişi bu eksikliğini yalan söyleyerek kapatmaya çalışır. mitomani hastalığının ileri evreleri nevroz ve psikozdur.
devamını gör...

secdeye kafanı koyarken o kokuyu buram buram almana yol açan rezilliktir. temizlik imandandır deyip kokan ayakla camiye girmek nasıl bir kafa anlamış değilim.
devamını gör...

ötenaziye ile ölmek, ölümün en güzel halidir diye cevaplamak istediğim başlıktır.
bir düşünün sevdiğiniz herkese veda etme şansınız olduğunu. hoşça kal diyorsunuz ve öyle gidiyorsunuz.
bir de gömülmek yerine yakılmak hayalimin gerçekleştiği bir sonsuzluğa kavuşursam...
sevgili nazım'dan bir şiirle de taçlandıralım konuya tevafuk etmesi bakımından. *

* * *
ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...
fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım.
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey :
belki diyor.


18 şubat 1945
piraye/ nâzım hikmet
devamını gör...

b12. kime sorsam b12'si eksik.
devamını gör...

gece tanrıçası nyks'ün kızı, insanların işledikleri suçlara karşılık onlara cezalarını veren intikam tanrıçası.
devamını gör...

kulak çınlaması teriminin tıbbi ismidir.
salisilat intoksikasyonunun (örneğin aşırı aspirin alımı) ilk göstergesidir.
devamını gör...

serdar ortaç. neredesin karabiberim.
devamını gör...

günaydın sözlük,

bugün yeni hayatımın ilk günü. laf olsun diye değil harbiden bir dönüm noktasındayım. yeni bir eğitime başladım. korkuyorum ama kendime sözüm vardı;
(bkz: yazarların 2021 hedefleri)
laf olsun diye yeni bir eğitim yazmıştım, gerçek oldu. kalbim küt küt. acaip tırsıyorum beynim yetmez diye. yine yarım bırakırım, sonu gelmez diye.
kahvem yarım kaldı, aklım orada...
devamını gör...

bu yazarların arasına giremediğim için ne desem boş. benim tanımlar bedavaya gitti.
devamını gör...

allah'ın bildiğimiz* 99 güzel ismi varken neden tanrı' da diretilir ben de bunu anlamıyorum.

tanrı kelimesine kızmıyorum ama ihtiyaç da duymuyorum.
devamını gör...

parasite filminde babanın çileden çıktığı o sahneyi aklıma getirdi nedense.

kimi toplum insanları için hakkaten büyük hakaret demek ki.
devamını gör...

boşuna burada veberci protestan ahlakı satmayın arkadaşlar.
bu çalışmanın kutsallığı safsataları, sermayenin ve egemenlerin işçi sınıfında rıza yaratmak için ortaya attığı lakırtılardan başka hiçbir şey değil.

içine düştüğümüz sistemde emeğimizi toplumsal emek zaman değeri ölçüsünce satmaktan başka hayatta kalma ihtimalimiz yok bizim. çünkü biz mülksüzleştirilenleriz. gerçekten bana ekonomi politik anlattırmayın, kapitalizmin üretim ilişkilerini ayak üstü tahlil etmek yeterli de olmaz zaten. o yüzden gidiniz azıcık okuyunuz.
(bkz: das kapital)

yani çok açık olayım, hayatta kalabilecek olsam ne diye 1 kendi heybeme 10 burjuvazinin heybesine koyarak çalışmak zorunda olduğum bu sistemde çalışmayı sürdüreyim?
zenginler benim ürettiğim artı değerle daha da mı zengin olsun?

velhasıl kelam emeğimi ve zamanımı satmadan hayatta kalabilecek olsam asla çalışmam. başka şeyler yaparım. okurum, yazarım ne biliyim, sınıfımın safına gücümü akıtırım. gider yoksul mahallelerde ücretsiz öğretmenlik yaparım tam zamanlı.

çalışmanın, sömürülmenin, emek ve zamanını satmanın övülecek, kutsanacak, güzellenecek bir tarafı yok arkadaşlarlar. protestan ahlakı zırvalıkları falan hep kapitalizmin egemenliğini perçinlemek için ortaya çıkmış şeyler, geçiniz bunları.
ha illa çalışılacaksa bunun tek adil ve güzel olan biçimi birlikte üretilip birlikte tüketildiği ihtimallerdedir. (bkz: komünizm)
devamını gör...

katkısı olanların eline emeğine sağlık.
(bkz: hayatı güzel yapan detaylar)
devamını gör...

kendi istediği gibi davranan insandır. kimseyi ilgilendirmez.
devamını gör...

yönetmen koltuğunda serra yılmaz'ın olduğunu filmi izledikten sonra gördüm, iyi de olmuş zira kendisinden hiç haz etmediğim için önceden bilseydim izlemezdim filmi.
gelelim filme:
filmin orijinali 2016 yılında italyan paolo genovese'nin çektiği:
"perfetti sconoscuiti". ve bu çok iyi bir filmdi.
gelelim filmin oyuncu kadrosuna:
- şükrü özyıldız
- leyla lydia tuğutlu
- serkan altunorak
- buğra gülsoy
- şebnem bozoklu
- çağlar çorumlu
- belçim bilgin
serra hanımın çektiği biraz komedi tadında olmuş ama yine de çerez niyetine izlenir mi?
izleyin efendim fakat yanınızda sevgilinizle izlemeyin sakın.
zira bu filmi izledikten sonra insanlara olan güveninizi kaybedebilirsiniz.
devamını gör...

klaus neukrantz tarafından sosyalist gerçeklik akımının henüz yeni yeni ortaya çıktığı dönemlerde, kaleme alınmış, özgün ve aynı zamanda eleştirel anlatımıyla dikkatleri üzerine çekmiş kitabının adıdır. hikâye her ne kadar gerçek bir olaydan hareketle doğmuş olsa da, bu olayın değerlendirmesi ve anlatımı kurgusal karakterler üzerinden yapılmıştır. neukrantz'ın bunu yaparken kullandığı dil ve gerçekçi anlatımı ise şapka çıkarılacak cinsten. misal yazarın kendisinin kurguladığı anna karakterinin olaylardan etkilenişi, olaylar karşısında geliştirdiği tavır ve sonrasında kendisinde oluşan değişim falan beni kitaba hayran bırakmıştır. kitabı bitirdiğinizde tüm o kurgusal karakterlerin o gün orada olduğunu düşünürsünüz. o gün derken tabi o kısma dair de iki kelam etmek lazım; wedding barikatları, 1929/1 mayıs'ı ve sonrasında ortaya çıkan, yaklaşık olarak bir ay süren olayları ele alır. o dönem zarfında katledilen 33 emekçinin anısına yazılmış bir edebi metindir diyebiliriz. bir nevi saygı duruşudur. bu kitabın kapağını kapattıktan sonra bertolt brecht'in zulümler yağmur gibi yağmaya başladığında adlı şiirini okursanız mevzu daha da bir anlamlı hale geliyor. sanki bu şiir, romanın son sözüymüş gibi bir şiir. ilginç bir tamamlayıcılığı var.

neyse bu kitapla ilgili bir mevzu daha var ki, fularlı cancağızlarımın çoğu bunu es geçer. ağızları dilleri lal oluverir. kafka'nın şatosunu öve öve bitiremeyen bu zevat, aynı bürokratik hantallığı ve aynı mekanizmaları çok daha gerçekçi anlatan neukrantz'ın kitabını beğenmezler. beğenmezler derken çoğunun okuduğuna bile inanmıyorum zira aradaki geçişken tavrı bile göremeyecek kadar kör olmaları bende bu kanıyı uyandırıyor *. size şato ile ilgili ezberlenmiş kelamlarını sıralarlarken, siz neukrantz'ın netliğinden bahsettiğinizde suratları buruş buruş olur. mevzuyu değiştirmek için 3684 takla atar ve size kıvırma konusunda manevra zenginliği sunarlar. peki bunun altını niye çizdim? kafka'nın şatosunu okumuş ve sevmişseniz bu kitabı okuyunuz. okuyunuz ki, söylediğim farkları ve neukrantz'ın bu konudaki hünerini görün. ha tabi ''sosyalist gerçeklik'' kavramı falan gibi tabirler sizi ürkütüyorsa, arkanıza bakmadan kitabın yanından uzaklaşın, zira öyle bir zihne sahipseniz bu kitabın size katacağı hiç bir şey yok. size spartakist derler, siz ısparta anlarsınız, nazilere gül gönderirsiniz allah muhafaza (!)

bakın bu kitap ciddi anlamda gerek ideolojik, gerek kurgusal, gerekse gerçeklik yönünden bir başyapıt. sosyal demokratların çıkmazlarını da bu kitapta açık ve net bir şekilde görebilirsiniz. yeri geldiğinde nasıl gerici bir tavra büründüklerini ve kapitalizmin katıksız çocuğu olduklarını algılamanızda, size rehber olabilir. bu arada ben bunları yazarken, halen michy batshuayi'nin muazzam topu alışı sonrasındaki vuruşunun nasıl direğe takıldığını, ayrıca larin'e verdiği o müthiş pasın neden golle sonuçlanmadığını düşünüyorum. yani benim derinliğim bu kadar. ama siz yine de tavsiyeme kulak verin ve bu kitabı okuyun!
devamını gör...

cebindeki dilfonu cuhar!
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim