shine on you crazy diamond
          syd barrett 1968'de -grup kurulalı henüz üç yıl olmuşken- ortak bir kararla gruptan atılır. ilk albümlerinin inanılmaz bir rağbet görmesiyle kendisini yarın yokmuşçasına dağıtmayı artık bir yaşam tarzı haline getirmiştir çünkü. madde kullanımının tavan yaptığı ve grubun verimini düşürdüğü dönem, sonunda bir konserlerinde kafası uçmuş olduğu için her şarkıda aynı akoru basmasıyla tamamen kapanır ve grup barrett'la yollarını ayırır. floyd'dan sonra iki solo albüm çıkarır: the madcap laughs ve barrett. birkaç defa yeni grup kurma denemesi olur ama hepsini çok kısa süre sonra dağıtır. en sonunda da müziği bırakır ve çok uzunca bir süre barrett'tan kimse haber alamaz.
sonra, 1975 yılında garip bir şey olur.
grup, kaydını tamamladıkları albümü abbey road stüdyoları'nda dinleyip tekrar üzerinden geçerken birisi içeri dalar. nicholas schaffner'ın a saucerful of secrets kitabında ilk başta kimsenin onu tanımadığı anlatılır; çünkü barrett'ı hiçbiri yıllardır görmemiştir. kontrol odasına giren sanki bambaşka biridir: şişmandır, keldir, kaşları tıraş edilmiştir ve beyaz bir trençkot vardır üzerinde. birileri bir süre sonra ona "nasıl bu kadar kilo aldın, sana ne oldu?" diye sorduğunda barrett şu cevabı vermişti: "mutfağımda devasa bir buzdolabı var ve bir sürü domuz pirzolası yiyorum!"
rick wright'ın ağzından:
“stüdyoya geldiğimde koltukta şişman, kel bir adam oturuyordu. miksaj masasında çalışmaya başladık. roger’a adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın syd olduğunu fark ettim. yıllardır onu görmemiştik ve tam da kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi ve gitar kayıtlarını ne zaman yapacağını sordu. syd'e üzgün olduğumuzu, gitar kayıtlarını tamamladığımızı söyledik."
wright'ın bahsettiği diş fırçalamada garip bir şey vardır; zira barrett dişlerini fırçalarken kolunu sabit tutup kafasını sağa sola hareket ettirir ve de durduğu yerde zıplar. bunun yadırganışı ise kısa sürer. barrett henüz gruptan atılmamışken ama kendisini madde kullanmaktan geri de tutamıyorken bir fantezisinden bahsetmişti: içine asit karıştırılmış bir saç jölesi kullanmak. barrett bu jöleye aynı zamanda uyuşturucu da ilave edecekti, bu karışımı saçlarına sürecekti ve sahneye çıktıklarında spot ışığının ısısıyla bu jel kafasını eritecek ve uyuşturucu doğrudan beyni tarafından emilecekti. dolayısıyla barrett'ın sıradışı davranışları floyd için şaşırtıcı olmaktan uzaktı; ama bu yine de durumun onlar üzerindeki sarsıcılığını değiştirmiyordu.
roger waters ise akli dengesi bozulmuş eski dostunu tanınmaz bir halde karşısında gördüğünde gözyaşlarına boğulduğunu sonradan anlatacaktı ve barrett için "tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktası" olarak bahsedecekti.
sonrasında barrett'a shine on you crazy diamond hakkında ne düşündüğünü sorarlar ve aldıkları cevap "biraz demode" olur. barrett bu cevabından sonra hiçbir şey demeden stüdyoyu terk eder. bu, grubun bir aradalarken barrett'ı son görüşüdür.
wish you were here, floyd'un kaydederken hem manevi hem de teknik olarak en çok zorlandığı albümdü. shine on you crazy diamond'un kaydının alındığı dönem waters sesini o kadar çok zorlamıştı ki, have a cigar'ın lead vokalinin kaydı için roy harper stüdyoya alınmıştı. alınan kayıtların grubu tatmin etmesi için defalarca tekrar gerekmişti. kendilerinin düşünceleri geçen yıllar içerisinde ne kadar değişmiştir bilmiyorum ama şahsi konuşacak olursam, barrett'ı anmak ve onurlandırmak için yazılabilecek en isabetli ve dokunaklı ağıttır shine on you crazy diamond. henüz gömülmeden önce ölüp gitmiş bir dosta yakılan en içten ağıt.
  sonra, 1975 yılında garip bir şey olur.
grup, kaydını tamamladıkları albümü abbey road stüdyoları'nda dinleyip tekrar üzerinden geçerken birisi içeri dalar. nicholas schaffner'ın a saucerful of secrets kitabında ilk başta kimsenin onu tanımadığı anlatılır; çünkü barrett'ı hiçbiri yıllardır görmemiştir. kontrol odasına giren sanki bambaşka biridir: şişmandır, keldir, kaşları tıraş edilmiştir ve beyaz bir trençkot vardır üzerinde. birileri bir süre sonra ona "nasıl bu kadar kilo aldın, sana ne oldu?" diye sorduğunda barrett şu cevabı vermişti: "mutfağımda devasa bir buzdolabı var ve bir sürü domuz pirzolası yiyorum!"
rick wright'ın ağzından:
“stüdyoya geldiğimde koltukta şişman, kel bir adam oturuyordu. miksaj masasında çalışmaya başladık. roger’a adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın syd olduğunu fark ettim. yıllardır onu görmemiştik ve tam da kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi ve gitar kayıtlarını ne zaman yapacağını sordu. syd'e üzgün olduğumuzu, gitar kayıtlarını tamamladığımızı söyledik."
wright'ın bahsettiği diş fırçalamada garip bir şey vardır; zira barrett dişlerini fırçalarken kolunu sabit tutup kafasını sağa sola hareket ettirir ve de durduğu yerde zıplar. bunun yadırganışı ise kısa sürer. barrett henüz gruptan atılmamışken ama kendisini madde kullanmaktan geri de tutamıyorken bir fantezisinden bahsetmişti: içine asit karıştırılmış bir saç jölesi kullanmak. barrett bu jöleye aynı zamanda uyuşturucu da ilave edecekti, bu karışımı saçlarına sürecekti ve sahneye çıktıklarında spot ışığının ısısıyla bu jel kafasını eritecek ve uyuşturucu doğrudan beyni tarafından emilecekti. dolayısıyla barrett'ın sıradışı davranışları floyd için şaşırtıcı olmaktan uzaktı; ama bu yine de durumun onlar üzerindeki sarsıcılığını değiştirmiyordu.
roger waters ise akli dengesi bozulmuş eski dostunu tanınmaz bir halde karşısında gördüğünde gözyaşlarına boğulduğunu sonradan anlatacaktı ve barrett için "tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktası" olarak bahsedecekti.
sonrasında barrett'a shine on you crazy diamond hakkında ne düşündüğünü sorarlar ve aldıkları cevap "biraz demode" olur. barrett bu cevabından sonra hiçbir şey demeden stüdyoyu terk eder. bu, grubun bir aradalarken barrett'ı son görüşüdür.
wish you were here, floyd'un kaydederken hem manevi hem de teknik olarak en çok zorlandığı albümdü. shine on you crazy diamond'un kaydının alındığı dönem waters sesini o kadar çok zorlamıştı ki, have a cigar'ın lead vokalinin kaydı için roy harper stüdyoya alınmıştı. alınan kayıtların grubu tatmin etmesi için defalarca tekrar gerekmişti. kendilerinin düşünceleri geçen yıllar içerisinde ne kadar değişmiştir bilmiyorum ama şahsi konuşacak olursam, barrett'ı anmak ve onurlandırmak için yazılabilecek en isabetli ve dokunaklı ağıttır shine on you crazy diamond. henüz gömülmeden önce ölüp gitmiş bir dosta yakılan en içten ağıt.
devamını gör...
bilgi içerikli tanım girmek
          eee, var..
bu tür tanımlar bu sözlükte ne yazık ki ilgi çekmiyor. baştan bir-iki yazayım dedim, hatta birini silip yeniden paylaştım, belki bir okuyan olur diye, yine olmadı. ama denemeye devam edeceğim :))
  bu tür tanımlar bu sözlükte ne yazık ki ilgi çekmiyor. baştan bir-iki yazayım dedim, hatta birini silip yeniden paylaştım, belki bir okuyan olur diye, yine olmadı. ama denemeye devam edeceğim :))
devamını gör...
bensu soral'ın aşı olması
          kendisine 16 yaşında epilepsi teşhisi konulmuş. fakat doktoru yanlış teşhis koymuş ve epilepsi olmadığı ise 1 yıl sonra anlaşılmış. tabi o sürede kullandığı epilepsi ilaçları da kalbinde ritim bozukluğuna yol açmış. 2 sene önce de baygınlık geçirip midesinden rahatsızlanmış. . ömür boyu taşıyacağım kalp rahatsızlığım var demiş röportajında. tahminen bundan dolayı aşı oldu. 
hatta ablası hande soral da yakın zamanda koranavirüse yakalanmıştı.
kaynak
kaynak2
edit: bensu soral: ’önceliğin nedir?’ sorusuna şu cevabı verdi: “crohn hastasıyım. kronik bir hastalık, her hafta kendime iğne yapmam gerek. kullandığım ilaç bağışıklığı çok düşürüyor. bu sayede aşı olabildim. bu felakette ayrıcalık talep edecek biri değilim.
  hatta ablası hande soral da yakın zamanda koranavirüse yakalanmıştı.
kaynak
kaynak2
edit: bensu soral: ’önceliğin nedir?’ sorusuna şu cevabı verdi: “crohn hastasıyım. kronik bir hastalık, her hafta kendime iğne yapmam gerek. kullandığım ilaç bağışıklığı çok düşürüyor. bu sayede aşı olabildim. bu felakette ayrıcalık talep edecek biri değilim.
devamını gör...
birçok yazarın siyasi başlıklara değinmemesi
          ülkemizde siyaset kurumu en önlerde  saf tutarken bilgisi olamdığı için yazılmıyor demek saçmalık olur .yazarların değinmemesini kaygı ve korkulara bağlıyorum .çünkü hükümet karşıtı olunca fetöcü,terörist damgası yeme ihtimalin çok yüksek
      
  devamını gör...
sarılmak
          kalbin ritmini hareketlendiren güzel eylemlerden biridir.
      
  devamını gör...
bir cinayetin anatomisi
          az önce netflix'te izlediğim ve türkçesi "(bkz: bir cinayetin anatomisi)" olan, yaklaşık olarak 2 saat 40 dakika süren film.
12 çılgın adam kafasında denebilir ama hikayeyi anlatış şekli ve içindeki 60 senelik şakalarla baya bir ayrılıyorlar. zaten orda jürileri izlerken burda savunma avukatını izliyoruz daha çok. temelde aynı ama farklı iki film denebilir.
konusuna gelecek olursak avukatlığı hobi gibi yapan abimize bir dava geliyor. karavanda eşiyle yaşayan bir teğmen, eşine tecavüz eden adamı 5 yerinden vurmuş. bu abimizde bu adamı savunuyor.
film babamdan 10 yaş büyükmüş buarada. 1959 yapımı olması lazım. eee normal olarak film siyah beyaz ve kamera sürekli atlayıp zıplayamıyor. kamera genelde sabit veya belirli bir yol üzerinde gelip gidiyor. size göre olmayabilir yani bunu belirtmekte fayda var.
film çok iyiydi öncelikle. özellikle ben tiyatro vari oyunculuklar barındıran filmleri beğeniyorum. her bir karakterin oyunculuğu gayet iyiydi. özellikle teğmenin eşini çok beğendim. gerçekten iyi oynamış. avukat abi zaten iyiydi onuda belirtmek gerekir. puanım 10/7.4.
bu puanı vermemin en büyük nedeni aslında 2022 yılında 1959 yapımı bir film izliyor olmam. yoksa daha fazla puanı hakkediyor olabilir. birde şimdi yüksek puan veripte sizi gaza getirmek istemiyorum açıkcası. sonra filmi beğenmezlik filan edip bana küfür etmeyin.
yaklaşık olarak 3 saat olan 60 senelik filmi izlerken hiç sıkılmadım. hep davanın içindeydim. hatta hakim yarım saat mola diye mahkemeyi durduğunda "sonunda be kardeşim midem kazındı" diyip mutfağa yöneldim. bu saatte yemek yemek zararlı olduğu için küçük yiğenin atıştırmalıklara dadandım. yarın yenisini alırız sıkıntı yok.
güzel film, özellikle sinefil abilere önerilir. aslında avukatlarada önerilebilir. (bkz: 12 kızgın adam)ı seven kişilerde izlesin, onlarada gider bu film.
  12 çılgın adam kafasında denebilir ama hikayeyi anlatış şekli ve içindeki 60 senelik şakalarla baya bir ayrılıyorlar. zaten orda jürileri izlerken burda savunma avukatını izliyoruz daha çok. temelde aynı ama farklı iki film denebilir.
konusuna gelecek olursak avukatlığı hobi gibi yapan abimize bir dava geliyor. karavanda eşiyle yaşayan bir teğmen, eşine tecavüz eden adamı 5 yerinden vurmuş. bu abimizde bu adamı savunuyor.
film babamdan 10 yaş büyükmüş buarada. 1959 yapımı olması lazım. eee normal olarak film siyah beyaz ve kamera sürekli atlayıp zıplayamıyor. kamera genelde sabit veya belirli bir yol üzerinde gelip gidiyor. size göre olmayabilir yani bunu belirtmekte fayda var.
film çok iyiydi öncelikle. özellikle ben tiyatro vari oyunculuklar barındıran filmleri beğeniyorum. her bir karakterin oyunculuğu gayet iyiydi. özellikle teğmenin eşini çok beğendim. gerçekten iyi oynamış. avukat abi zaten iyiydi onuda belirtmek gerekir. puanım 10/7.4.
bu puanı vermemin en büyük nedeni aslında 2022 yılında 1959 yapımı bir film izliyor olmam. yoksa daha fazla puanı hakkediyor olabilir. birde şimdi yüksek puan veripte sizi gaza getirmek istemiyorum açıkcası. sonra filmi beğenmezlik filan edip bana küfür etmeyin.
yaklaşık olarak 3 saat olan 60 senelik filmi izlerken hiç sıkılmadım. hep davanın içindeydim. hatta hakim yarım saat mola diye mahkemeyi durduğunda "sonunda be kardeşim midem kazındı" diyip mutfağa yöneldim. bu saatte yemek yemek zararlı olduğu için küçük yiğenin atıştırmalıklara dadandım. yarın yenisini alırız sıkıntı yok.
güzel film, özellikle sinefil abilere önerilir. aslında avukatlarada önerilebilir. (bkz: 12 kızgın adam)ı seven kişilerde izlesin, onlarada gider bu film.
devamını gör...
malatyalıların ortak özelliği
          her dinlediğimde gün boyu dilime dolanan tuhaf şarkı..
hatta başlığı okurken bile aynı ezgiyle okudum.
  hatta başlığı okurken bile aynı ezgiyle okudum.
devamını gör...
yaran yanlış okumalar
          sözlükler aleminin olmazsa olmazıdır ama hani neye yarılacağına dikkat etmek gerek. 
"insan neye gülüyorsa o'dur" derler, neye güldüğünüzü iyi seçin sonra şey deyince bozuluyorsunuz.
tanım: bilinçaltını açığa çıkaran hızlı ve ezbere okuma yüzünden ortaya çıkan okuma şeklidir.
  "insan neye gülüyorsa o'dur" derler, neye güldüğünüzü iyi seçin sonra şey deyince bozuluyorsunuz.
tanım: bilinçaltını açığa çıkaran hızlı ve ezbere okuma yüzünden ortaya çıkan okuma şeklidir.
devamını gör...
yazıp yazıp sildiklerim
          imkansızlık derin kuyu
bu delinin eski huyu
masal bizi anlatmıyor
uyu dedim sus ve uyu...
dilek kavraal şarkısı. bana emanetti de çaldım ben bunu. artık benim.
open.spotify.com/track/04Xg...
/annesiz bir bebek gibi
tutmamış bir dilek gibi
köksüz dalsız çiçek gibi
sızım sızım sızlanıyor
yarasını saklar hala
bir mucize bekler gibi
olmaz dedim anlamıyor
bu kalp beni dinlemiyor
ah söylenmez sözcüklerim
içimde gizlediklerim
gözlerinden dökülürdü
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
söylenemez bildiklerim
kalbime kitlediklerim
yüreğine dert olurdu
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
tabii ki her hikayeden
bir farkımız olmalıydı
duyanları ağlatacak
bir şarkımız olmalıydı
imkansızlık derin kuyu
bu delinin eski huyu
masal bizi anlatmıyor
uyu dedim sus ve uyu
ah söylenmez sözcüklerim
içimde gizlediklerim
gözlerinden dökülürdü
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
söylenemez bildiklerim
kalbime kitlediklerim
yüreğine dert olurdu
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim/
  bu delinin eski huyu
masal bizi anlatmıyor
uyu dedim sus ve uyu...
dilek kavraal şarkısı. bana emanetti de çaldım ben bunu. artık benim.
open.spotify.com/track/04Xg...
/annesiz bir bebek gibi
tutmamış bir dilek gibi
köksüz dalsız çiçek gibi
sızım sızım sızlanıyor
yarasını saklar hala
bir mucize bekler gibi
olmaz dedim anlamıyor
bu kalp beni dinlemiyor
ah söylenmez sözcüklerim
içimde gizlediklerim
gözlerinden dökülürdü
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
söylenemez bildiklerim
kalbime kitlediklerim
yüreğine dert olurdu
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
tabii ki her hikayeden
bir farkımız olmalıydı
duyanları ağlatacak
bir şarkımız olmalıydı
imkansızlık derin kuyu
bu delinin eski huyu
masal bizi anlatmıyor
uyu dedim sus ve uyu
ah söylenmez sözcüklerim
içimde gizlediklerim
gözlerinden dökülürdü
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim
söylenemez bildiklerim
kalbime kitlediklerim
yüreğine dert olurdu
bir görseydin
yazıp yazıp sildiklerim/
devamını gör...
taciz olaylarının örtbas edilmeye çalışılması
          kendi nazarımda vicdan ve şeref yoksunluğu sayılan çabadır. maalesef günümüzde çok yaygınlaştığı için normalleşmeye başladı. otobüste birinin vücuduna bile isteye dokunmak, bundan keyif almaya çalışmak ve buna benzer olaylar o kadar çok gerçekleşiyor ki rutin bir şeymiş gibi bahsediliyor.
benim ilk tacize uğradığım zamanlar herkesin böyle şeyler yaşadığından haberim yoktu. hayatımın en karanlık günüymüş gibi geliyordu. üzerinden 15 seneye yakın zaman geçtiği halde hala aklımın köşesine kazınmış halde durması da ne kadar kötü bir gün olduğunun kanıtı heralde benim için. bu olayı buraya yazma konusunu çok düşündüm. neden yazayım? ya da neden yazmayayım? diye sıraladım kendimce. yazmam için pek neden bulamadım açıkçası. yinede belki birileri bir ders çıkarır, o yaşlarda kardeşi olanlar vardır ve benim anlatacağım olay sayesinde onu kötü olaylardan koruyabilir belki diye düşünüyorum. sonuçta nedenlere bağlı yaşıyoruz, her nedenin de ulaşacağı bir sonuç var. bu yazı da o hengamede bir işe yarar muhakkak.*
öncelikle yazarken çok stres yaptığımı belirtmek isterim. hatta hayatımda sayılı kişiler dışında kimsenin bilmediği bir olaydan bahsedeceğim için ellerim titriyor.* abim bile bilmiyor yani siz düşünün. içimde bir yerlerde bir kutuya saklamışım yok olsun diye, öylece kalmış orada. buraya yazınca uçar gider belki.
ilkokul 3. ya da 4. sınıfım, net hatırlamıyorum bunu. köydeyiz, nenemler pekmez kaynatıyor, biz de dut yaprağı ile üzerindeki köpüklerden alıp yiyoruz. çok güzel zamanlar, çok mutluyum, dün ne yediğimi hatırlamam ama o anlar gözümün önünde duruyor aynı netlikle. abimden bir iki yaş küçük(15-16 yaşlarında) bir çocuk var, onun peşinden de abi abi diye geziyorum. birkaç gün geçiyor annemler eve dönüyorlar, ben köyde nenemlerin* yanında kalıyorum. arada bir anne tarafından olan dedemgile de gidiyorum, iki ev arasında mekik dokuyorum anlayacağınız. teyzemin yanında olduğum bir gün halamın da o civarda bir evde olduğunu öğreniyorum. bulunduğu ev de, peşinden abi abi diye gezdiğim çocuğun ailesinin evi. "teyze ben halamın yanına gideyim, onunla beraber aşağıki eve geçerim" diye haber verip gidiyorum.* sonra halamın yanına gidiyorum. o çocuğun, biri benden 2 yaş küçük, diğeri benimle yaşıt, sonuncusu da benden 3 yaş büyük olmak üzere 3 tane kız kardeşi var. salonda otururken "hadi saklambaç oynayalım" diyorlar, ben de tamam deyip koşuyorum peşlerinden.
ebe seçiyoruz herkes bir yerlere saklanmaya gidiyor, o abi dediğin çocuk "saklanacak çok iyi bir yer biliyorum, gel seni götüreyim" diyor, muhteşem bir yere saklanacak olmanın mutluluğuyla koşuyorum peşinden. uçurum gibi bir kayalık var, köyün tenha bir yerinde. ani hareket yapsan düşer ölürsün ya da baya kırıklarla dolar vücudun. oraya yan yana oturuyoruz, "kimse bulamaz burada" diyor. kısa bir sessizlikten sonra "sizin orada şey* var mı?" diye soruyor. ben tabi kullandığı kelimenin ne anlama geldiğini bilmediğim için "yok" diyorum. "bende var, ben göstersem sen de gösterir misin?" diyor, bende "ben de varsa gösteririm" diyorum. ahahaa ay sinirlerim bozuldu, gerçekten üzücü derecede komik bir durum, kendi saflığıma gülüyorum. neyse işte cevabı vermemle eşofman altını indirmesi bir oluyor. ben şok olmuşum. "sen de göster" tarzında cümlelerle üzerime gelmeye başlıyor, "yapma" diyorum, çırpınıyorum, en son "hala" diye bağırmak aklıma geliyor. ben bağırınca korkup çekiliyor, "sen burdan git, ben şuradan gideceğim beraber gittiğimiz anlaşılmasın" diyor ben hemen koşuyorum. hatta o ara ağlama diyerek göz yaşımı da silmişti, baya hastaydı bence.
eve vardığımda halamın yanına oturuyorum hemen. nasıl titriyorum anlatamam, ne desem gözünüzde canlandıramam sanırım. bulunduğum yerde hopluyor olabilirim, o kadar titriyordum. çenemin titremesini bile durduramamıştım. o ara kızların bana bakıp gülüştüğünü hatırlıyorum, kendi derdimden neye güldüklerine kafa yormak aklıma gelmemişti. halamla eve giderken "neyin var, niye titriyorsun?" diye ısrarla sorunca ağlayarak anlatıyorum her şeyi. "aramızda kalsın hala, nolur" diyorum, duyulsa ne olur bilmiyorum ama ayıp bir şey yapan benmişim gibi hissediyorum o an. "tamam ikimizin arasında bu. sen şimdi sil göz yaşını, nenen anlar sorar" diyor, güvenip rahatlıyorum biraz. sonraki günler evden çıkmıyorum. aylar belki de seneler geçiyor, bir yerde bu çocuğun adını duyuyorum. köyden resmen kovmuşlar ailesini, kuzenlerinden ve köyün kızlarından taciz etmediği kimse kalmamış. bilin bakalım nasıl yapmış bunu? evet doğru tahmin, saklambaç oynayarak. yani o titrediğim anlarda ordaki kardeşlerinin bana bakıp gülüşmesi benim için anlam kazanmış oluyor.
bahsettiğim çocuk birkaç sene önce intihar etti. artık bu dünyada değil, köyde karşılaşma ihtimalim yok yani. haberi ilk aldığımda çok rahatlamıştım, bu rahatlama "acaba kötü biri miyim? birinin ölmesi seni nasıl rahatlatabilir?" diye sorgulattı bana günlerce. annesi cenazede benim oğlumu sığdıramadılar köye, diye herkese sitem etmiş. "ya senin oğlun nasıl bir insandı göremiyor musun?" diye yakasından silkeleme isteğiyle doldum. sonucunda yine kendimi suçlu buldum.
sonuç olarak, hayatımda kalıcı yaralar bıraktı. vücuduma birisi dokununca istemsiz tedirgin oluyorum, aklıma ilk 'kötü niyetli' bir hareket olacağı geliyor. kimseye güvenmiyorum, kimsenin yanında üzerimi değiştiremiyorum, ya da birisi üzerini değiştirirken odada bulunamıyorum. uzun bir süre çıplak insanlardan rahatsız oldum mesela.
 
hayatımdaki tek taciz olayı bu değil maalesef. bu olaydan birkaç sene sonra, yolda yürürken "pişt pişt" sesiyle istemsiz olarak bir evin balkonuna kafamı çevirmiş bulundum. 50 li yaşlardaki adam, sadece mavi bir slip ile karşımda öylece duruyor, gözlerimin içine sabit bir şekilde bakıp vücuduna dokunuyordu. kendisi herhangi biri de değil, akrabamız. olaydan 2 gün sonra annemin yanındayken, "özözünedanışır hiç selam vermiyorsun" diyerek elini omzuma attı. bir şeyleri hatırlatır belki diye gözünün içine baktım ama yok, ar damarı kalmadığından olsa gerek hiç bir şey olmamış gibi bana seslenmeye devam etti. "pişt pişt" sesinin arkasına yaptığı rahatsız edici hareketler sirkülasyonuna birkaç kez daha maruz kaldım. şimdilerde gülerek anlatıyorum bu olayları. hatta "dönder atlet" diye lakap taktım kendisine.
tavsiyem, gözünüz etrafınızdaki çocukların üzerinde olsun.* maalesef çocuklara küçük yetişkin gözüyle bakan insanlar var. özel yerlerine dokunmak, dudaklarından öpmek, kendi vücuduna dokundurmak "şaka" ve "oyun" adı altında yaptırılıyor çocuklara. zaman geçtikçe herkes düzene bir yerden ayak uyduruyor, ama bizim o lüksümüz yok. lütfen çocuk parkından geçerken yere bakarak geçmeyin, etrafı biraz inceleyin. belki sizin fark etmeniz gereken bir olay var orada, belki çocuğun sesi çıkmıyor. aslında söylediğim şeyler sadece çocuklar için değil, tacize uğrayabilecek her canlıyı kapsıyor.
 
yazıyı fazla uzattım, kusura bakmayınız dostlar. her şeyin farkında olup iyiyi seçenlerden olun. bu yazıdan sonra içimden yer açılmış olmanın rahatlığıyla ben de kaldığım yerden devam edeyim hayatıma. esen kalınız.*
  benim ilk tacize uğradığım zamanlar herkesin böyle şeyler yaşadığından haberim yoktu. hayatımın en karanlık günüymüş gibi geliyordu. üzerinden 15 seneye yakın zaman geçtiği halde hala aklımın köşesine kazınmış halde durması da ne kadar kötü bir gün olduğunun kanıtı heralde benim için. bu olayı buraya yazma konusunu çok düşündüm. neden yazayım? ya da neden yazmayayım? diye sıraladım kendimce. yazmam için pek neden bulamadım açıkçası. yinede belki birileri bir ders çıkarır, o yaşlarda kardeşi olanlar vardır ve benim anlatacağım olay sayesinde onu kötü olaylardan koruyabilir belki diye düşünüyorum. sonuçta nedenlere bağlı yaşıyoruz, her nedenin de ulaşacağı bir sonuç var. bu yazı da o hengamede bir işe yarar muhakkak.*
öncelikle yazarken çok stres yaptığımı belirtmek isterim. hatta hayatımda sayılı kişiler dışında kimsenin bilmediği bir olaydan bahsedeceğim için ellerim titriyor.* abim bile bilmiyor yani siz düşünün. içimde bir yerlerde bir kutuya saklamışım yok olsun diye, öylece kalmış orada. buraya yazınca uçar gider belki.
ilkokul 3. ya da 4. sınıfım, net hatırlamıyorum bunu. köydeyiz, nenemler pekmez kaynatıyor, biz de dut yaprağı ile üzerindeki köpüklerden alıp yiyoruz. çok güzel zamanlar, çok mutluyum, dün ne yediğimi hatırlamam ama o anlar gözümün önünde duruyor aynı netlikle. abimden bir iki yaş küçük(15-16 yaşlarında) bir çocuk var, onun peşinden de abi abi diye geziyorum. birkaç gün geçiyor annemler eve dönüyorlar, ben köyde nenemlerin* yanında kalıyorum. arada bir anne tarafından olan dedemgile de gidiyorum, iki ev arasında mekik dokuyorum anlayacağınız. teyzemin yanında olduğum bir gün halamın da o civarda bir evde olduğunu öğreniyorum. bulunduğu ev de, peşinden abi abi diye gezdiğim çocuğun ailesinin evi. "teyze ben halamın yanına gideyim, onunla beraber aşağıki eve geçerim" diye haber verip gidiyorum.* sonra halamın yanına gidiyorum. o çocuğun, biri benden 2 yaş küçük, diğeri benimle yaşıt, sonuncusu da benden 3 yaş büyük olmak üzere 3 tane kız kardeşi var. salonda otururken "hadi saklambaç oynayalım" diyorlar, ben de tamam deyip koşuyorum peşlerinden.
ebe seçiyoruz herkes bir yerlere saklanmaya gidiyor, o abi dediğin çocuk "saklanacak çok iyi bir yer biliyorum, gel seni götüreyim" diyor, muhteşem bir yere saklanacak olmanın mutluluğuyla koşuyorum peşinden. uçurum gibi bir kayalık var, köyün tenha bir yerinde. ani hareket yapsan düşer ölürsün ya da baya kırıklarla dolar vücudun. oraya yan yana oturuyoruz, "kimse bulamaz burada" diyor. kısa bir sessizlikten sonra "sizin orada şey* var mı?" diye soruyor. ben tabi kullandığı kelimenin ne anlama geldiğini bilmediğim için "yok" diyorum. "bende var, ben göstersem sen de gösterir misin?" diyor, bende "ben de varsa gösteririm" diyorum. ahahaa ay sinirlerim bozuldu, gerçekten üzücü derecede komik bir durum, kendi saflığıma gülüyorum. neyse işte cevabı vermemle eşofman altını indirmesi bir oluyor. ben şok olmuşum. "sen de göster" tarzında cümlelerle üzerime gelmeye başlıyor, "yapma" diyorum, çırpınıyorum, en son "hala" diye bağırmak aklıma geliyor. ben bağırınca korkup çekiliyor, "sen burdan git, ben şuradan gideceğim beraber gittiğimiz anlaşılmasın" diyor ben hemen koşuyorum. hatta o ara ağlama diyerek göz yaşımı da silmişti, baya hastaydı bence.
eve vardığımda halamın yanına oturuyorum hemen. nasıl titriyorum anlatamam, ne desem gözünüzde canlandıramam sanırım. bulunduğum yerde hopluyor olabilirim, o kadar titriyordum. çenemin titremesini bile durduramamıştım. o ara kızların bana bakıp gülüştüğünü hatırlıyorum, kendi derdimden neye güldüklerine kafa yormak aklıma gelmemişti. halamla eve giderken "neyin var, niye titriyorsun?" diye ısrarla sorunca ağlayarak anlatıyorum her şeyi. "aramızda kalsın hala, nolur" diyorum, duyulsa ne olur bilmiyorum ama ayıp bir şey yapan benmişim gibi hissediyorum o an. "tamam ikimizin arasında bu. sen şimdi sil göz yaşını, nenen anlar sorar" diyor, güvenip rahatlıyorum biraz. sonraki günler evden çıkmıyorum. aylar belki de seneler geçiyor, bir yerde bu çocuğun adını duyuyorum. köyden resmen kovmuşlar ailesini, kuzenlerinden ve köyün kızlarından taciz etmediği kimse kalmamış. bilin bakalım nasıl yapmış bunu? evet doğru tahmin, saklambaç oynayarak. yani o titrediğim anlarda ordaki kardeşlerinin bana bakıp gülüşmesi benim için anlam kazanmış oluyor.
bahsettiğim çocuk birkaç sene önce intihar etti. artık bu dünyada değil, köyde karşılaşma ihtimalim yok yani. haberi ilk aldığımda çok rahatlamıştım, bu rahatlama "acaba kötü biri miyim? birinin ölmesi seni nasıl rahatlatabilir?" diye sorgulattı bana günlerce. annesi cenazede benim oğlumu sığdıramadılar köye, diye herkese sitem etmiş. "ya senin oğlun nasıl bir insandı göremiyor musun?" diye yakasından silkeleme isteğiyle doldum. sonucunda yine kendimi suçlu buldum.
sonuç olarak, hayatımda kalıcı yaralar bıraktı. vücuduma birisi dokununca istemsiz tedirgin oluyorum, aklıma ilk 'kötü niyetli' bir hareket olacağı geliyor. kimseye güvenmiyorum, kimsenin yanında üzerimi değiştiremiyorum, ya da birisi üzerini değiştirirken odada bulunamıyorum. uzun bir süre çıplak insanlardan rahatsız oldum mesela.
hayatımdaki tek taciz olayı bu değil maalesef. bu olaydan birkaç sene sonra, yolda yürürken "pişt pişt" sesiyle istemsiz olarak bir evin balkonuna kafamı çevirmiş bulundum. 50 li yaşlardaki adam, sadece mavi bir slip ile karşımda öylece duruyor, gözlerimin içine sabit bir şekilde bakıp vücuduna dokunuyordu. kendisi herhangi biri de değil, akrabamız. olaydan 2 gün sonra annemin yanındayken, "özözünedanışır hiç selam vermiyorsun" diyerek elini omzuma attı. bir şeyleri hatırlatır belki diye gözünün içine baktım ama yok, ar damarı kalmadığından olsa gerek hiç bir şey olmamış gibi bana seslenmeye devam etti. "pişt pişt" sesinin arkasına yaptığı rahatsız edici hareketler sirkülasyonuna birkaç kez daha maruz kaldım. şimdilerde gülerek anlatıyorum bu olayları. hatta "dönder atlet" diye lakap taktım kendisine.
tavsiyem, gözünüz etrafınızdaki çocukların üzerinde olsun.* maalesef çocuklara küçük yetişkin gözüyle bakan insanlar var. özel yerlerine dokunmak, dudaklarından öpmek, kendi vücuduna dokundurmak "şaka" ve "oyun" adı altında yaptırılıyor çocuklara. zaman geçtikçe herkes düzene bir yerden ayak uyduruyor, ama bizim o lüksümüz yok. lütfen çocuk parkından geçerken yere bakarak geçmeyin, etrafı biraz inceleyin. belki sizin fark etmeniz gereken bir olay var orada, belki çocuğun sesi çıkmıyor. aslında söylediğim şeyler sadece çocuklar için değil, tacize uğrayabilecek her canlıyı kapsıyor.
yazıyı fazla uzattım, kusura bakmayınız dostlar. her şeyin farkında olup iyiyi seçenlerden olun. bu yazıdan sonra içimden yer açılmış olmanın rahatlığıyla ben de kaldığım yerden devam edeyim hayatıma. esen kalınız.*
devamını gör...
madalyalı tanım
          kafa sözlük yönetiminin mayıs ayı sonlarına doğru yürürlüğe koyduğu yeni kurallar çerçevesinde, kurallara ve gereksinimlere uygun tanımların madalya almasıyla bu tanımların evrildiği yeni durum.
bu gereklilikler aşağı yukarı şu şekildedir: tanım 150 kelimeden uzun olmalı, tanınm kitap- film kategorisi (kitap, dizi-film, müzik, bilgi) ve bilgi kategorisi içerisinde olması ve tanımın tamamen özgün olması.
bu çerçeveler dahilinde, moderasyon tarafından değerlendirilen tanımlar eğer belirtilen şartları sağlıyor ise, madalya ile ödüllendirilmektedir.
madalyalı tanım giren yazara her madalya için 20 ekstra karma puanı verilir. her yazarın profilinde kaç madalyalı tanıma sahip olduğunun görülebileceği bir bölüm mevcuttur. bu bölüm, yazarın madalya sayısı ve madalyalı tanımlarına ulaşılabilecek bir kısayola sahiptir.
ayrıca puan tablosuna; madalyalı yazarlar ve kaç madalyaya sahip olduklarına ve bu madalya sayısına tıklandığında yazarın madalyalı tanımlarına ulaşılabilmesini sağlayan yeni bir sekme, iko tarafından eklenmiştir.
madalyalı tanım ve madalyalı yazar özellikleri, sözlüğün tanım kalitesinin yükseltilmesi ve yazarlara daha kaliteli içerikler girmeleri için bir motivasyon kaynağı olarak görünmektedir.
  bu gereklilikler aşağı yukarı şu şekildedir: tanım 150 kelimeden uzun olmalı, tanınm kitap- film kategorisi (kitap, dizi-film, müzik, bilgi) ve bilgi kategorisi içerisinde olması ve tanımın tamamen özgün olması.
bu çerçeveler dahilinde, moderasyon tarafından değerlendirilen tanımlar eğer belirtilen şartları sağlıyor ise, madalya ile ödüllendirilmektedir.
madalyalı tanım giren yazara her madalya için 20 ekstra karma puanı verilir. her yazarın profilinde kaç madalyalı tanıma sahip olduğunun görülebileceği bir bölüm mevcuttur. bu bölüm, yazarın madalya sayısı ve madalyalı tanımlarına ulaşılabilecek bir kısayola sahiptir.
ayrıca puan tablosuna; madalyalı yazarlar ve kaç madalyaya sahip olduklarına ve bu madalya sayısına tıklandığında yazarın madalyalı tanımlarına ulaşılabilmesini sağlayan yeni bir sekme, iko tarafından eklenmiştir.
madalyalı tanım ve madalyalı yazar özellikleri, sözlüğün tanım kalitesinin yükseltilmesi ve yazarlara daha kaliteli içerikler girmeleri için bir motivasyon kaynağı olarak görünmektedir.
devamını gör...
bilişim çağında 50 bilişim öğretmeni kontenjanı açmak
          milli eğitim bakanlığının kendi öğretmenine yaptığı ayıptır ve yine aynı zamanda milli eğitim bakanlığının kendi topuğuna sıkmasıdır.
bu kadar öğretmen atanmak için sıra beklerken tatmin etmeyen azıcık kontenjanlar ve bunların branşlar arasındaki adaletsiz dağılımı, inatla öğrenci almaya devam eden eğitim fakülteleri ve ihtiyaca yönelik adım atmak yerine olan anlayışı sürdürme geleneği eğitimi geriye götürmekten başka bir işe yaramamaktadır.
eğitim sistemi ve atanamamış/sözleşmeli öğretmenler bu ülkenin kanayan yarasıdır, düşündükçe insanın sinirleriniz bozulur, işin içinden çıkamaz sadece isyan edersiniz.
  bu kadar öğretmen atanmak için sıra beklerken tatmin etmeyen azıcık kontenjanlar ve bunların branşlar arasındaki adaletsiz dağılımı, inatla öğrenci almaya devam eden eğitim fakülteleri ve ihtiyaca yönelik adım atmak yerine olan anlayışı sürdürme geleneği eğitimi geriye götürmekten başka bir işe yaramamaktadır.
eğitim sistemi ve atanamamış/sözleşmeli öğretmenler bu ülkenin kanayan yarasıdır, düşündükçe insanın sinirleriniz bozulur, işin içinden çıkamaz sadece isyan edersiniz.
devamını gör...
kadın şair olmaması sorunsalı
          ve sapfo, leyla saz, hatice nakiye hanım, halide edip adıvar, nilgün marmara, gülten akın, anna ahmatova, emily dickinson, emine ışınsu, lale müldür, didem madak, sylvia plath mezarlarından bal-ı leblerini uzatıp hep birlikte: kalbim kırıldı kalbim kırıldı. pepe bana hiç inanmadı, şarkısını söylemeye başladılar. ismini hatra getiremediğim tüm diğer kadın şairlerimizden özür dileyerek...
      
  devamını gör...
sözlük güncellemeleri
          kafa izninin gereğinin oldukça dışında kullanılmasından dolayı, sistemdeki yükünü düşünerek bir güncelleştirmeye gitmek durumunda kaldık.
artık kafa izni hakkı 30 günde 1 defa sağlanıyor.
eğer kafa izni yapılmış ve dönülmüşse, tekrar kafa izni opsiyonunu aktifleştirmek için, 30 günlük bir süre geçmesi gerekiyor.
kafa izninden dönüş prosedüründe ise bir değişikliğe gitmedik.
kafa izni aktif edildikten 50 saat sonra, hesabınıza giriş yaparak, kafa iznini bitirebilir, hesabınızı aktif edebilirsiniz.
  artık kafa izni hakkı 30 günde 1 defa sağlanıyor.
eğer kafa izni yapılmış ve dönülmüşse, tekrar kafa izni opsiyonunu aktifleştirmek için, 30 günlük bir süre geçmesi gerekiyor.
kafa izninden dönüş prosedüründe ise bir değişikliğe gitmedik.
kafa izni aktif edildikten 50 saat sonra, hesabınıza giriş yaparak, kafa iznini bitirebilir, hesabınızı aktif edebilirsiniz.
devamını gör...
hüzün candır
          hüzün can mıdır bilmem ben ama hüzün candır candır.  gerçekten candır.
çok uzun olmadı onu tanıyalı * ama biz birbirimizi öyle iyi tanıdık ki ve öyle iyi bildik ki hangi durumda hangimiz ne yaparız, ne zaman canımız sıkkın, ne zaman diğerinin teselliye ihtiyacı var biliriz. genelde ağlak kişi ben olduğum için onun bana desteği sanırım daha çok olmuştur.
bu yaptığımdan asla hoşlanmayacak adım gibi biliyorum ama ondan onay almadan da bunu yayınlamayacağımı o bilir yani yayınlandı ise izin verdi demektir.
ben bugün onun sayesinde görmezden gelmek için bahaneler bulduğum bazı konuları daha iyi idrak ettim.
bazen bazı insanlar sizin sınavınızdır, onlarla ilgili bölümü başarı ile atlarsanız mükafatınız çok başka olur. bir şekilde hayatıma giren ama hep olmasını istediğim, her daim başımın üzerinde yeri olan, hak-adalet konusunda kendimden ayırmadığım, ilave olarak mantıklı, bana şiiri sevdiren, beni yazmaya teşvik eden, dünyanın en hızlı sinirlenen, en tatlı, çok güzel şiir okuyan, en iyi insanlarından birisi olduğun için çok teşekkür ederim sana. biliyorum benim için yapabileceğin ne varsa yapmaktan geri durmayacaksın. ben de sana çok eskiden bir söz vermiştim hala aynı şekilde düşünüyorum. iyi ki varsın dememiz gereken insanların başında gelen dostum, arkadaşım, canım.
ben bunu çok uzun yazarım da biliyorum seni sıkıyor böyle övülüyormuş gibi, sen daha çok dövülüyormuş gibi hissediyorsun kendini o yüzden bitti merak etme...
yalnız şu son girdiğimiz iddiayı gerçekten hatırlamıyorum ben, kahve mi ısmarlayacaktım sana ben, kaç tane oldu borcum bilmiyorum da, ayrıca bu kahveleri niye hep ben kaybediyorum acaba? şaka şaka istanbul'un tüm kahveleri size feda olsun efenim...
yalnız bunu yapmasam olmazdı bence...
ama kafamız nasıl güzel...
  çok uzun olmadı onu tanıyalı * ama biz birbirimizi öyle iyi tanıdık ki ve öyle iyi bildik ki hangi durumda hangimiz ne yaparız, ne zaman canımız sıkkın, ne zaman diğerinin teselliye ihtiyacı var biliriz. genelde ağlak kişi ben olduğum için onun bana desteği sanırım daha çok olmuştur.
bu yaptığımdan asla hoşlanmayacak adım gibi biliyorum ama ondan onay almadan da bunu yayınlamayacağımı o bilir yani yayınlandı ise izin verdi demektir.
ben bugün onun sayesinde görmezden gelmek için bahaneler bulduğum bazı konuları daha iyi idrak ettim.
bazen bazı insanlar sizin sınavınızdır, onlarla ilgili bölümü başarı ile atlarsanız mükafatınız çok başka olur. bir şekilde hayatıma giren ama hep olmasını istediğim, her daim başımın üzerinde yeri olan, hak-adalet konusunda kendimden ayırmadığım, ilave olarak mantıklı, bana şiiri sevdiren, beni yazmaya teşvik eden, dünyanın en hızlı sinirlenen, en tatlı, çok güzel şiir okuyan, en iyi insanlarından birisi olduğun için çok teşekkür ederim sana. biliyorum benim için yapabileceğin ne varsa yapmaktan geri durmayacaksın. ben de sana çok eskiden bir söz vermiştim hala aynı şekilde düşünüyorum. iyi ki varsın dememiz gereken insanların başında gelen dostum, arkadaşım, canım.
ben bunu çok uzun yazarım da biliyorum seni sıkıyor böyle övülüyormuş gibi, sen daha çok dövülüyormuş gibi hissediyorsun kendini o yüzden bitti merak etme...
yalnız şu son girdiğimiz iddiayı gerçekten hatırlamıyorum ben, kahve mi ısmarlayacaktım sana ben, kaç tane oldu borcum bilmiyorum da, ayrıca bu kahveleri niye hep ben kaybediyorum acaba? şaka şaka istanbul'un tüm kahveleri size feda olsun efenim...
yalnız bunu yapmasam olmazdı bence...
ama kafamız nasıl güzel...
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
          " insafsızlık karşısında iyi kalabilmek incelik ister. "
      
  devamını gör...
13 günlük bebeği zehirle öldürmeye çalışan baba
          baba değildir, sadece sperm donörüdür.
korunmayı bilmezler, kürtajı günah olarak görürler ama doğmuş bebeği öldürmekten hiç çekinmezler. bir tane münferit olay değil bu. mesela en fazla 1-2 ay önce, bir adam 1,5 yaşındaki kızını bir yumrukla öldürdü. neymiş? ağlıyormuş, susmamış. bunun için bebeğe yumruk mu atılır? bilerek yapıyorlar. geçtiğimiz gün de bir kadın küçük çocuklarını eve kilitleyip komşuya gitmiş, bakın şu işe ki evde yangın çıkmış, az kalsın cayır cayır yanacaktı çocuklar. şimdi kimse bana cahillikten falan demesin, ben kendimi bildim bileli ana akım medyanın haber programlarında gün aşırı bu tip haberler var. birini görmese öbürünü görür insan. bilerek yapıyorlar, çocuklar ölsün de üstlerinden yük kalksın diye. örgütlü bir kötülük bu...
  korunmayı bilmezler, kürtajı günah olarak görürler ama doğmuş bebeği öldürmekten hiç çekinmezler. bir tane münferit olay değil bu. mesela en fazla 1-2 ay önce, bir adam 1,5 yaşındaki kızını bir yumrukla öldürdü. neymiş? ağlıyormuş, susmamış. bunun için bebeğe yumruk mu atılır? bilerek yapıyorlar. geçtiğimiz gün de bir kadın küçük çocuklarını eve kilitleyip komşuya gitmiş, bakın şu işe ki evde yangın çıkmış, az kalsın cayır cayır yanacaktı çocuklar. şimdi kimse bana cahillikten falan demesin, ben kendimi bildim bileli ana akım medyanın haber programlarında gün aşırı bu tip haberler var. birini görmese öbürünü görür insan. bilerek yapıyorlar, çocuklar ölsün de üstlerinden yük kalksın diye. örgütlü bir kötülük bu...
devamını gör...



