edremitte bir derenin kenarı.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

buyurun gelin nazlanmasına.

türkü, senin gibi cahile,
ben efendim diyemem aman derken kaldım dumaniçi dağlarda
sevgili yarim nerelerde diye bitiveriyor. ee fazla naz aşık usandırıyor.
devamını gör...

afrika gibi yoksul ve yaşamın zor olduğu ülkelerde, özellikle eğitimi verilmeye çalışılan durum. çünkü zor hayat sürmelerine rağmen, bu gibi ülkeler çocuk sahibi olurken pek kontrollü olmayıp, fazla sayıda çocuk dünyaya getirebiliyor. bunun yanında bazı komplo teorileri, hastalık yoluyla da nüfus patlamaların önüne geçildiğini savunuyor. kansere kesin tedavinin bulunmamasının sebebinin, ölümleri durdurmamak olduğu yönünde söylemler de mevcut.
devamını gör...

üstüne düşmeyin, onsuz yapamam moduna sakın girmeyin. bunların ikisini birden yaparsanız mabadınıza bir adet tekme yemeniz kuvvetle muhtemel.
devamını gör...

cinsiyetimi sorgulatan başlık.
devamını gör...

şunu sevmiyorum demek özellikle bir insan söz konusuysa aleni olarak, herkese açık bir şekilde söylemek uygun bir davranış değildir. sevmiyor iseniz sözlüğün engelleme mekanizmaları kullanılmalıdır. nefret doğuracak, rencide edecek hareketlerden hepimizin uzak durması toplumumuzun ruh sağlığı açısından önem teşkil etmektedir. kin, öfke, nefretten uzak duralım sevgili yazarlar.
devamını gör...

sultan 2. murad han ve fatih sultan mehmet dönemlerin 15 yıl sadrazamlık yapmış olan osmanlı devlet adamıdır. devşirme değildir ve dedesi kuruluş dönemi vezirlerinden kara halil hayreddin paşa babası ise yine sadrazamlık yapmış olan ibrahim paşadır.

1439 yılında sedaret makamına geldiğinde tahtta sultan 2. murad han vardı. daha sonra o ölüp yerine fatih sultan mehmet geçtiğinde babasından kalan sadrazamı değiştirmemeyi tercih etti. fakat fatih sultan mehmed'in bir önceki taht macerasından halil paşaya ciddi anlamda kin beslediğini söylemekte mümkün.

fatih sultan mehmed tahta çıkar çıkmaz istanbul'un fethi ile alakalı çalışmalar yapmaya başlayınca halil paşa şiddetli bir biçimde muhalefet yapıyordu. ona göre bizans üstüne gidilmemesi gereken ve alınması zor olan bir şehirdi. bazı tarihçiler sadrazam halil paşanın bizans ile ciddi ticaret içinde olduğundan fetih'e karşı çıktığını söylerler fakat kesin bilgi değildir.

1453 yılında istanbul'un fethinden yaklaşık 1 hafta sonra sadrazamlıktan azledilip gözlerine mil çekildi ve zindana kapatıldı. 40 gün sonrada boğularak idam edildi. osmanlı tarihinde idam edilen ilk sadrazamdır.
devamını gör...

sözlük gibi ortamlar bunun için vardır.
içinizde biriken bilgi tecrübeyi tanım girerek paylaşabilirsiniz.
hem tavsiye vermiş olursunuz hem bilgilendirmiş olursunuz.
devamını gör...

başlatmayın uleyn kızıl orduya. bu çalacak:
devamını gör...

tehlikeli bir durum veya olaydan kurtulmak için yapılan rol.
en belirgin örneği ayı- insan ilişkisi ya da meriçlerle olan ilişkilerdir.*
(bkz: bir meriç ile karşılaşıldığında yapılması gerekenler)
devamını gör...

üniversite yıllarımın kimi zaman çilesi, kimi zaman dinlencesi olan, insanı bazen illallah ettiren, bazen durduk yerde bir gece çiğköfteye aşermiş gibi canının çektiği bir seyahat biçimi.

üniversite istanbulda. aile bir ilçesinde taşrada bir şehrin. iki şehrin ortasında bir ilçe, en yakın hava alanı üç saat falan. baktım dört beş aktarmayla 8-9 saatte gidiyorum uçakla, tek atar temiz atar 15 saat bi şekil akar, diyerek bir kez yolculuk yaptıktan sonra bir daha da uçağa binmedim zaten. sonrası sana dair uzayıp giden bir sürü düşünce.*

ilk sigaramı ödüllü* bir dinlenme tesisinde içtim, bana şimdilerde gülünç gelen bir sebepten. öyle işte, bağrımıza bir hançeri batırır gibi olan ve bitimsizcesine sancıdıkça sancıyan melaneti nasıl da yıllar sonra buruk bir gülümseme ile hatırlayıveriyoruz?

başlarda telefonun ekranına asla bakamazdım. hemen başım ağrıyıverirdi. benim için hayatın en derin sorgulamaları anlamına gelirdi bu. yalan yok iyi de uyurdum. uyumadığım vakitler hayatım film şeridi gibi geçerdi gözlerimin önünden. ilk aşk, ilk kavga, ölümün sıcaklığı karşısındaki ilk sessizlik, ilk intikam ve dahası. nedense her şeyin ilkini hatırlamaya çalışır, bir çoğunu bulandığı griden çıkarır, tozunu alır parlatırdım. hangi his, hangi tepki, hangi insani durum idiyse, üzerinden kaç yıl geçmiş olursa olsun artık benimleydi o ilk.
dahası onca yaşanmışı farklı alternatifleriyle yeniden yeniden yaşardım. bilgi yarışmalarında son soruyu doğru yapar kendimi kürsüde bulurdum birinci olarak. futbol turnuvasında o son penaltıyı gole çevirmiş olurdum ve ellerimin arasında havalanan kupaya gururla bakardım. uzaktan izlemezdim o selvi boylu güzeli, ellerini ellerimin arasına...*

sonra üniversite üçüncü sınıfta kurtlar vadisini izleyeyim dedim öyle birden. yani o kadar birden oldu ki fena sardı, çok fena. işte o zaman ilk defa otobüs yolculuğunda doğru düzgün elime telefonu alıp o yolculuk boyunca dört bölüm izledim. hatta dinlenme tesisinde mercimek çorbasına racon kesen bir polat alemdar olmuştum, öyle keskin bakmaya başlamıştım falan. tabi bu dört bölümü izlemek, artık otobüs yolculuğunda telefon ekranına bakabileceğim anlamına da geliyordu. öyle ki dönüş yolculuğunda en çok sevdiğim şiirimi yazdım. o kadar ki o şiirden önceki tüm şiirlerimi de yırttım attım. o şiir halen canım ciğerim. bana gaza gelip de şair diyenlere; bir gün sahiden o şiirden daha iyisini yazdığımı hissedersem bu meseleyi yeniden konuşuruz dediğim canım şiir*.

ve daha neler. doğrudur, otobüs yolculuğunun çirkinlikleri de çoktur. güzellikleri hatırlayıp, güzellikleri perçinleyip, güzellikleri büyütmeli. bizi başka ne paklar bunca çirkinlikten?*
devamını gör...

en sevdiğim radyo programı olma yolunda ilerliyor bu harika yayınnn.. sohbet hoş, şarkılar mükemmel. bayıldımm.*
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

elric, fantastik kurgu dünyasındaki karakterler arasında kanımca en tepe noktaya kurulmuş olanıdır. gerek karakterin barındırdığı özellikler gerekse kendisinden sonra gelen ardıllarını etkileme şekli, tabiri caizse albinoyu eşsiz bir noktaya koymamıza sebep olur. lakin ben gerek elric'in gerekse drizzt d'ourden'in anti kahraman olduklarını düşünmüyorum. elbette pek çok yazar ve okur onların anti kahraman olduğu noktasında hem fikir. fakat benim indimde durum farklı. özellikle elric'in ve drizzt'in içinde yaşadıkları toplumların durumu özeldir. gerek melnibone halkı gerekse karanlık altı efradı kendine has ahlak kuralları ile yaşar ve bu kurallar ortalama insanın ''kötü'' ''kötülük'' ''ahlaksızlık' gibi tabirleri rahatça kullanabileceği şekilde inşa edilmiştir. ve her iki karakterde mevcut durumdan hoşnutsuzdur. sorgulamaları ve mevcut kurallara karşı çıkmaları ile birlikte toplumlarının karakteristik yapısından ayrılırlar, devrimci ve asi karakterler olarak ortaya çıkarlar. her iki karakter de kendi içerisinde aklı selimi, vicdanı, dürüstlüğü ve benzeri özellikleri barındırır.

evet onlar salt iyi karakterler değillerdir ama bu onların içinde yer aldıkları toplumlarla direkt olarak ilintilidir. ve söz konusu toplumsal zincirlerden kurtulmaya başladıkça tabiri caizse üzerlerindeki ağırlıklardan bir bir kurtulurlar. aslında her iki karakter de bana göre etkin geçiş karakterleridir. * bu yönleriyle de tipik anti kahraman kavramından ayrılırlar. her yeni olay ve kararla birlikte her ikisinin de geliştiğini görürüz. raistlin majere'in durumu ise biraz farklı ona burada girmek istemiyorum.*

melnibone'lu elric karakteri ilk tanımda da yazıldığı gibi gerek drizzt d'ourden karakterini gerekse raistlin majere karakterini ciddi anlamda etkilemiştir. büyücü ve hasta yanı ile raistlin'e vücut vermiş. silahşör ve kendi halkına sırtını dönen yanı ile de drizzt'e ilham olmuştur. elbette bu söylediklerimiz her iki karakterin de aşırma olduğu anlamını taşımaz zira her iki karakter de nevi şahsına münhasır karakterler. sadece çıkış noktalarında elric var. tabi biraz konu dağılacak ama drizzt'in palaları parıltı ve buz ölüm'ün elric'in simsiyah ve rünlerle bezeli kılıcı fırtına yaratan'la yarışması zor. * ikisini toplasak bir ''fırtına yaratan'' etmezler kanımca. hah işte oradan şuraya atlayayım raist'i ve drizzt'i toplarsak bir elric eder artı kendilerine has özellikleri ile bambaşka karakterler olduklarını görürüz.

neyse konu konuyu açacak mevzu uzayacak gibi duruyor. acilen önlem alıp, mevzuyu sonlandırmam lazım. * michael moorcock esasen fantastik kurgu dünyasının nikola tesla'sıdır. tolkien'in açtığı yolu takip eden diğerleri gibi davranmamıştır. alternatif akımı bulmuştur. iyi/kötü çatışmasına odaklanmamış, bunun yerine içe içe geçmişlik üzerinden bir kurgu yaratmıştır ki, bu sayede fantastik kurgu dünyasında efsanevi ardıl karakterler ortaya çıkmıştır. moorcock'un çoklu evrenleri, elric ve hawkmoon gibi kahramanları, ne yazık ki genel anlamda hak ettikleri değeri görmüyorlar. başlığı açan arkadaşımızın da söylediği gibi muhakkak okunması gereken bir seridir. ancak burada şöyle bir sıkıntı var; moorcock aslında elric'in öyküsünü başladığı gibi bitirmiştir. ancak okur talepleri doğrultusunda hikayeleri devam ettirmek durumunda kalmıştır.bu yüzden de zaman atlamaları ve farklı zamanlarda geçen bir külliyatla karşı karşıya kalacaksınız. ben elric'le 6.45 yayıncılığın 1999 yılında basımını yaptığı elric destanı 1. kitap (melnibone'lu elric) ile tanışmıştım. arkası da çorap söküğü gibi geldi. bildiğim kadarı ile bu serinin artık basımı yok. sonrasında basımı başladı ise takip etmediğim içim o konuda herhangi bir bilgim yok. ama okumak isteyen arkadaşlarımın türkçe çevirileri bulamadığını ve yabancı yayınlara yönelmek durumunda kaldıklarını söyleyebilirim. sonrasında ithaki'nin bastığı bir seri var ancak halen çevrilmemiş iki cilt kalmış diye biliyorum. * tabi orjinalinden elric'in hikayelerini okumak büyük bir keyif lakin 6.45 çevirisi fena değildir. onun haricindekilerde orjinallere meyledebilirsiniz. kurgu eserleri seviyorsanız ve henüz elric ile tanışmamışsanız muhakkak okumalısınız derim. aksi durum yatırım tavsiyesi değildir yanına bile yaklaşmayın *

son olarak naçizane başlığın ''melnibone'lu elric'' olarak değişmesi sanki daha şık olur gibi geldi bana ama böyle de fena durmuyor *
devamını gör...

asıl ismi mehmet reşit öğütçü olan yazarımız askerliği esnasında yazmış olduğu şiirler yüzünden komünizm propagandası yaptığı öne sürülerek 5 yıl hapse mahkum edilmiştir. bu süreç içerisinde 3 cezaevi değiştirmiş ve bursa cezaevinde nazım hikmet ran ile tanışınca yazarlığının dönüm noktasını yaşamıştır.

gelin dönüm noktası nasıl yaşanmış biraz ona bakalım:
bir gün koğuştakiler nazım hikmet'e orhan kemal'in şiirlerinden bahsediyor. nazım hikmet, ''okuyun, dinleyelim.'' diyor. orhan kemal utanıp sıkılarak da olsa okumaya başlıyor ve daha ilk dizeden nazım hikmet söylenilenlere göre ''yeter kardeşim yeter..'' diyerek bir diğer şiire geçmesini istiyor. bir başka şiir okunurken nazım hikmet'in dudaklarından çıkan söz ''berbat...'' oluyor. tabii nazım hikmet, orhan kemal'i böyle bırakmıyor, birçok konuda ona öncülük edip yardımda bulunuyor ve orhan kemal o severek okuduğumuz, edebiyatımızda çok başka yeri olan romanlarını yazmaya başlıyor, yani romana yöneliyor.

eğer nazım hikmetle yolları kesişmeseydi ne olurdu acaba... şiir yazmak için büyük bir uğraş verip beğenmediği için sıkılıp bırakır mıydı dersiniz yazma macerasını? yoksa ne olursa olsun pes etmeyip bir şekilde roman türüne giriş yapıp o çok önemli eserlerini bizlerle yine buluşturur muydu? yolları kesişmeseydi diye düşünmek yersiz aslında, sonuçta kesişmiş ve orhan kemal edebiyatımıza büyük katkıları olan ve orada çok özel bir yere sahip olan bir yazar haline gelmiş.
devamını gör...

marx'ın ''din toplumların afyonudur'' sözünde olduğu gibi eksiklik ihtiva eden bir önerme. zira çokları tarafından marx'ın sözünün önü arkası kesilir ve anlatılmak istenilen sekteye uğratılır. din temel olarak kitlelerin afyonu olarak değerlendirilemez.

ne zaman kitlelerin afyonu haline gelir ?

egemen yapı, kendi siyasi ve toplumsal dizayn sürecinde dini kullanmaya başladığı andan itibaren kırmızı çizgi geçilmiş olur. o ana kadar din kişisel bir özgürlük alanıdır. insanların kendi özelidir. siz bunu yeni bir siyasal yapının inşası için kullanmaya başladığınızda ve hayatın her alanına zerk etmeye çalıştığınızda mesele değişir ve işler karışır.

futbol da böyledir. temel olarak insanların kişisel eğlence alanlarından birisidir. siz futbolu da kendi egemen yapınızı kuvvetlendirmek için kullanmaya başladığınızda, o da afyon haline gelir. yukarıdaki iletilerden birinde arkadaşımız değinmiş. salazar ve franco dönemleri bunun için en güzel örnektir.

lakin mevzu salt bu dönemlerle sınırlı değil ki. futbolun doğuşunda ve gelişmesinde pek çok farklı hikaye karşınıza çıkar. misal liman işçilerinin kendilerini ifade etmek ve egemen sınıfa karşı bende buradayım demek için kurduğu liverpool'un doğuş hikayesini nereye koyacağız ?

veyahut ''kızıl kıttiler'' lakabı ile anılıp, faşistlerle mücadele eden, ciddi bedeller ödeyen, bu uğurda ölen, işkenceler gören roma taraftarını bu mevzunun neresine oturtacağız ?

ya da, franco yönetimi ile açıktan açığa papaz olan athletic bilbao camiası ne olacak ?

brezilya'daki faşist yönetime karşı “savunmacılara çalım atmak diktatörlere çalım atmaktan daha kolay… siz zoru başaracak, brezilya’ya demokrasi şampiyonluğunu getireceksiniz.” diyen dr.sokrates ne olacak ? ya metin kurt ?

futbol bunun gibi binlerce hikayeyi içerisinde barındırır. gün gelmiştir, isyanın ve direnişin sesi olmuştur. futbolu tek taraflı bir bakış açısı ile değerlendirir ve hikayenin bu kısmını görmezden gelirseniz doğru analiz yapamazsınız.

evet başlıkta söylendiği gibi bugün özellikle az gelişmiş ülkelerde futbol, toplumu derin bir uyuşukluğa ve tepkisizliğe sevk etmek için kullanılıyor. ama futbolu ve kulüplerin tarihini bilenler şunu da iyi bilir ''futbol sadece futbol değildir''. ve tribünler ne zaman meşaleleri yakar kimse bunu kestiremez.

bu sebeple başlıktaki genellemeye katılmam mümkün değil. zira futbolun sadece kendi yarı sahasına bakan dilimine değinilmiş. oysa bu oyunun bir de diğer yarı sahası var.

özetle şunu söylemek isterim ki; futbol maçları izleyenleri hor görebilirsiniz, daha düşük zekalı insanlar olarak değerlendirebilirsiniz, koyun sürüsü olarak niteleyebilirsiniz. bu size haz verebilir. kendinizi daha gelişmiş bireyler olarak görüp egonuzu okşayabilirsiniz. * lakin kazın ayağı asla öyle değil. futbolu bir topun peşinde 22 adam koşuyor diye değerlendirdiğinizde baltayı taşa vurmuş olursunuz.

son olarak peşinen şu şerhi de koyayım; sözlerim burada düşüncelerini ifade eden arkadaşların hiç birisine yönelik değildir. mevzuya dair düşüncelerimi yazmak istedim. kimsenin kırılmasını üzülmesini istemem.
devamını gör...

gaziantep'te bulunan müze içinde yer alan mozaiklerin kapladığı alan ve bina büyüklüğü ile dünyanın en büyük mozaik müzesidir. zeugma antik kenti'nden çıkartılan ve çok büyük bir mozaik rezervine sahip müzede roma dönemi’ne ait heykeller, sütunlar, çeşmeler de yer alır.
panoların çoğu binlerce minik mozaiğin bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur. mozaiklerden yapılan panolardaki figürler çok gerçekçidir ve hala canlılıklarını korumaktadır.
müzenin göz bebeği olan mozaik ise zeugma’nın mona lisa’sı olarak adlandırılan çingene kızı mozaiği / maenad 'dir ve bu mozaik müzenin simgesi haline gelmiştir.
müze hakkında daha fazla bilgiye sahip olmanız ve sanal olarak müzeyi gezebilmeniz için aşağıya linki bırakıyorum:
zeugma müzesi
çingene kızı mozaiği;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

aslında sen dolapta olduğunu düşünürsün ama senden önce davranıp yok etmiştir kardeşlerin.
devamını gör...

atatürk 'ün izinden gidebilme becerisi.
devamını gör...

ben boşuna bir sen eksiktin dememiştim ermolettin kardeş! sağ olasın yüzümü kara çıkarmadın. benim çok eğlendiğim sözlüktür, iddialar asılsız.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim