güne psikolojik bir tespit bırak
bizi biz yapan, gerçekte olduğumuz ve ya başkalarına gösterdiğimiz tarafımız değil, iki farklı kişiliğimizin arasındaki farklardır.
devamını gör...
makarna
ana vatanı belirsiz olan gıda maddesi.
tarihi kayıtlar roma, yunan ve çin toplumlarında makarnaya benzeyen bir yiyeceğin varlığından bahsediyor. hatta arpa şehriye milattan önce araplar tarafından üretilmiş. bu nedenle makarnayı da onların ürettiğini iddia edenler olsa da, 14. yüzyılda yazılmış bir yemek kitabında italya'nın sert buğday ile makarna üreten ilk ülke olduğu yazmaktaymış.
yani bu bahislerden, makarna daha önce de vardı ama farklı şekilde üretiliyordu sonucu çıkarmak da mümkün. bu nedenle kökeni belirsiz diyebiliriz. zira önceleri sert buğday değil sert irmik hamurundan üretilirmiş ve ayakla çiğnenerek yoğurulurmuş. makinelerin ortaya çıkışına kadar da böyle devam etmiş.
tarihi kayıtlar roma, yunan ve çin toplumlarında makarnaya benzeyen bir yiyeceğin varlığından bahsediyor. hatta arpa şehriye milattan önce araplar tarafından üretilmiş. bu nedenle makarnayı da onların ürettiğini iddia edenler olsa da, 14. yüzyılda yazılmış bir yemek kitabında italya'nın sert buğday ile makarna üreten ilk ülke olduğu yazmaktaymış.
yani bu bahislerden, makarna daha önce de vardı ama farklı şekilde üretiliyordu sonucu çıkarmak da mümkün. bu nedenle kökeni belirsiz diyebiliriz. zira önceleri sert buğday değil sert irmik hamurundan üretilirmiş ve ayakla çiğnenerek yoğurulurmuş. makinelerin ortaya çıkışına kadar da böyle devam etmiş.
devamını gör...
sataşan yazar
maşallah akıyor mesaj kutuma, nickaltıma.. ya benim kimseyle derdim yok, size niye dert oluyorum bu kadar? özel mesaj ifşası yasak olmasa dökeceğim hepsinin kirli çamaşırlarını ama bana yakışmaz. susuyorum.. bir gün atacak tepem o olacak en son.. ben kendi halimde yazıyorum, okuyorum, geçiyorum. beni bi' salar mısın toksik insan?
devamını gör...
ezel
öncelikle hâlâ bitmedi: #367088. az önce 50. bölümü izlerken, nedendir bilinmez çok hoşuma giden bir diyalog oldu. "madem hoşuma gitti neden bunu sözlükle de paylaşmayayım ki?" dedim.
kenan birkan ile selma hünel yıllar sonra ilk defa karşılaşmıştır. aşağıdaki diyalog da, kendilerinin birbirlerine son sözleridir.**
kenan birkan: "beni seç." demiştim sana. hatırladın mı? bütün bunlardan önce. "beni seç..." sen de?
selma hünel: "seçtim bile," dedim, "başından beri seni seçtim bile."
kenan birkan: "yalan söyleme," dedim sana. "aşık değilsen, yalan söyleme. aşık değilsen katlanırım. üzülürüm ama yaşarım. yok ama aşığım dersen, bir de yalansa..." sen ne dedin?
selma hünel: "aşığım," dedim, "başından beri sana aşığım." dedim.
kenan birkan: öyle güzel söyledin ki... öyle güzel baktın ki... inanmamak aklıma bile gelmedi. yalan mıydı?
selma hünel: evet.
kenan birkan: teşekkür ederim. aşkı bana bıraktığın için teşekkür ederim.
selma hünel: kadın kim?
kenan birkan: nasıl?
selma hünel: uğruna şimdi beni terk ettiğin kadın... kim?
kenan birkan: dünyalar güzeli bir kadın. ama o da senin gibi, zehirli. senin gibi mahvedecek beni.
selma hünel: aşık mı sana?
kenan birkan: tabii ki hayır. ama ben galiba ona... şans dile bana.
kenan birkan ile selma hünel yıllar sonra ilk defa karşılaşmıştır. aşağıdaki diyalog da, kendilerinin birbirlerine son sözleridir.**
kenan birkan: "beni seç." demiştim sana. hatırladın mı? bütün bunlardan önce. "beni seç..." sen de?
selma hünel: "seçtim bile," dedim, "başından beri seni seçtim bile."
kenan birkan: "yalan söyleme," dedim sana. "aşık değilsen, yalan söyleme. aşık değilsen katlanırım. üzülürüm ama yaşarım. yok ama aşığım dersen, bir de yalansa..." sen ne dedin?
selma hünel: "aşığım," dedim, "başından beri sana aşığım." dedim.
kenan birkan: öyle güzel söyledin ki... öyle güzel baktın ki... inanmamak aklıma bile gelmedi. yalan mıydı?
selma hünel: evet.
kenan birkan: teşekkür ederim. aşkı bana bıraktığın için teşekkür ederim.
selma hünel: kadın kim?
kenan birkan: nasıl?
selma hünel: uğruna şimdi beni terk ettiğin kadın... kim?
kenan birkan: dünyalar güzeli bir kadın. ama o da senin gibi, zehirli. senin gibi mahvedecek beni.
selma hünel: aşık mı sana?
kenan birkan: tabii ki hayır. ama ben galiba ona... şans dile bana.
devamını gör...
neden ağladığını bilmeden ağlamak
sinsi bilinçaltı. çok sinsidir anlık devreye girer ağlatır, güldürür, öfkelendirir kontrolü ele alır ve sorgulatır noldu böyle bana ya ?
devamını gör...
kötü ilişki vs yalnızlık
gönlü ve zihni yoran bir ilişkiden ziyade, yalnızlığın azametini tercih ederim. en azından bana zarar verecek tek şey yine ben olurum ve ben'i tutabilirim fakat bile isteye kabullendiğim ilişkinin pişmanlığını nereye sığdıracağım?
hayat; umarım bununla sınanmam. *
hayat; umarım bununla sınanmam. *
devamını gör...
bugünün didem madak'ın ölümünün 10. yıl dönümü olması
41 yaşında kanser nedeniyle yaşamını yitirdi. eserleri: grapon kağıtları, ah'lar ağacı, pulbiber mahallesi. üç kitabını da okuyan biri olarak kalemini çok sevdiğimi söyleyebilirim. en sevdiğim şiirlerinden birinin bazı dizelerini bırakıyorum:
"ilk defa bu kadar sağlam yazıyorum.
haç şeklinde yüz yirmi sekiz dikişle.
galiba ahbap artık sana ulaşacağım.
…
bazen sadece tanrı öyle istediğinden
sadece bir mağarada resim çizerim belki
rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
üstümden kaldırılmış bir ölü var.
ahbap senin istediğin o mu?"
"ilk defa bu kadar sağlam yazıyorum.
haç şeklinde yüz yirmi sekiz dikişle.
galiba ahbap artık sana ulaşacağım.
…
bazen sadece tanrı öyle istediğinden
sadece bir mağarada resim çizerim belki
rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
üstümden kaldırılmış bir ölü var.
ahbap senin istediğin o mu?"
devamını gör...
babam ve oğlum
2005 yapımı çağan ırmak yönetmen ve senaristliğinde çekilen dram, aile filmi.
efsane oyuncu kadrosu bulunan film her konuda çok iddialı.
çetin tekindor, fikret kuşkan, hümeyra, tuba büyüküstün, şerif sezer, binnur kaya, yetkin dikinciler ve ege tanman'ı kadrosunda buluşturmuş.
filmin çoğunluğu ege'de bir çiftlikte geçiyor. sadık (fikret kuşkan) eğitimi için ailesinden ve memleketinden ayrılıp gazetecilik okumaya gider. babası hüseyin (benim için efsane ötesi oyuncu çetin tekindor) sadık'ın ziraat mühendisliği okuyup çiftliğin başına geçmesini ister fakat işin rengi çok farklıdır. sadık sağ sol akımına kendini kaptırmış ve bu hüseyin'in kulağına gitmiştir. bunun sonucu onu evlatlıktan reddetmiş 'ne ölüme ne ölüsüne' algısıyla hayatına devam etmeye başlamıştır.
peki ya bu 'ne ölüme ne ölüsüne' lafı sanıldığı kadar sebat edilesi bir söz müdür? öyle insanlar girdi çıktı ki hayatımıza hatta bazıları ailemizden birileri bazen bizde kullandık bu sözü. peki ya o insanlardan birinin öleceğini öğrenseydik ne yapardık?
abim ve ablamlar (bir kısmı) yıllarca babamla hep didiştiler. bazen babamdan nefret ettiklerini bile düşündüm. 33 yıllık hayatım ki ben ailenin en küçüğüyüm hep onların küslükleriyle geçti. haliyle benimle de zaman zaman (çoğu zaman) küstüler. nedenini hala anlayamıyorum biliyor musunuz? yani bir insan sırf diğerinden farklı düşünüyor farklı olmak istiyor diye diğerleri neden bunu bir savaşa çeviriyor? neden kendi gibi düşünmeyene, hissetmeyene saygı duymuyor? hadi bunu geçtim neden bu durumu ömrünün hemen hemen yarısını ona küs olarak geçirmeye bir sebep olarak görebiliyor? bunu aklım hiç almadı almayacakta.
efendim işte konu üzeri abimle babam uzun yıllar küs kaldı. nedeni bazen ben bazen babamın abime yaptığı (çocukken ya da yetişkinlik çağlarında) baskılar vslerdi abim bunları hiç unutmadı babamdan hep nefretle bahsetti. bir gün bir telefon aldı uzun yıllardır konuşmadığı annesiydi arayan. (bir neden yok babasıyla konuşmadığı için annesiyle de konuşmamayı tercih etti. ) 'oğlum baban çok hasta durumu hiç iyi değil anlamadık ne olduğunu seni çağırıyor' dedi annem. abim hiç bir şey söylemeyip telefonu kapadı ve diğer iki babamla konuşmayan ablamlar dan birini aradı. 'babam gerçekten hasta olmasa arayıp bizi çağırmaz değil mi? gidelim mi antep' e? ' dedi ve yola koyuldular.
bir ay geçmedi babamı kanserden kaybettik. ilginçtir ki adam 2 senedir böbrek tedavisi görüyordu. meğer kansermiş ve doktor dahil kimsenin haberi yokmuş. böbrekleri de temizmiş buarada istanbul' a getirdiğimizde anladık. (burası türkiye diyerek geçiştirmeli miyim? evet en azından bu başlık için öyle yapmalıyım.)bu süreçte ben abimi çocuklar gibi ağlarkende gördüm. çığlıklar atarak duvara kafasını vururken de. o dahil bir çok aile ferdi derin bir vicdan azabıyla uğurladı babamı. yani ne ölüme ne ölüsüne olamadı.
bazı sözlerin anlamını söylerken değil yaşarken daha derin anlarız. işte hüseyin bey de bunu en derinlerine kadar yaşayacak bu filmde.
bu arada filmi ben çıktığı dönem sinemada izlemiştim. dershane grubuyla her hafta bir filme gidiyorduk. babam ve oğlum da onlardan biriydi işte. çok matrak bir grup olduğundan bırakın ağlamayı tam manasıyla duygulanamamıştım bile. bir iki kere boğazıma bir şeyler düğümlenmiş ama yanı başımdaki deli bozması arkadaşlarımın hareketleriyle basmıştım kahkahayı.
zor bir film ben izlersem şuan hele izlersem bir iki gün kendime gelemem bu yüzden bir daha hiç izlemedim. benim gibi insanlar için böyle filmler cehennem. neyse efendim filmden çok anı defteri gibi oldu ama idare edi verin.
iyi seyirler...
efsane oyuncu kadrosu bulunan film her konuda çok iddialı.
çetin tekindor, fikret kuşkan, hümeyra, tuba büyüküstün, şerif sezer, binnur kaya, yetkin dikinciler ve ege tanman'ı kadrosunda buluşturmuş.
filmin çoğunluğu ege'de bir çiftlikte geçiyor. sadık (fikret kuşkan) eğitimi için ailesinden ve memleketinden ayrılıp gazetecilik okumaya gider. babası hüseyin (benim için efsane ötesi oyuncu çetin tekindor) sadık'ın ziraat mühendisliği okuyup çiftliğin başına geçmesini ister fakat işin rengi çok farklıdır. sadık sağ sol akımına kendini kaptırmış ve bu hüseyin'in kulağına gitmiştir. bunun sonucu onu evlatlıktan reddetmiş 'ne ölüme ne ölüsüne' algısıyla hayatına devam etmeye başlamıştır.
peki ya bu 'ne ölüme ne ölüsüne' lafı sanıldığı kadar sebat edilesi bir söz müdür? öyle insanlar girdi çıktı ki hayatımıza hatta bazıları ailemizden birileri bazen bizde kullandık bu sözü. peki ya o insanlardan birinin öleceğini öğrenseydik ne yapardık?
abim ve ablamlar (bir kısmı) yıllarca babamla hep didiştiler. bazen babamdan nefret ettiklerini bile düşündüm. 33 yıllık hayatım ki ben ailenin en küçüğüyüm hep onların küslükleriyle geçti. haliyle benimle de zaman zaman (çoğu zaman) küstüler. nedenini hala anlayamıyorum biliyor musunuz? yani bir insan sırf diğerinden farklı düşünüyor farklı olmak istiyor diye diğerleri neden bunu bir savaşa çeviriyor? neden kendi gibi düşünmeyene, hissetmeyene saygı duymuyor? hadi bunu geçtim neden bu durumu ömrünün hemen hemen yarısını ona küs olarak geçirmeye bir sebep olarak görebiliyor? bunu aklım hiç almadı almayacakta.
efendim işte konu üzeri abimle babam uzun yıllar küs kaldı. nedeni bazen ben bazen babamın abime yaptığı (çocukken ya da yetişkinlik çağlarında) baskılar vslerdi abim bunları hiç unutmadı babamdan hep nefretle bahsetti. bir gün bir telefon aldı uzun yıllardır konuşmadığı annesiydi arayan. (bir neden yok babasıyla konuşmadığı için annesiyle de konuşmamayı tercih etti. ) 'oğlum baban çok hasta durumu hiç iyi değil anlamadık ne olduğunu seni çağırıyor' dedi annem. abim hiç bir şey söylemeyip telefonu kapadı ve diğer iki babamla konuşmayan ablamlar dan birini aradı. 'babam gerçekten hasta olmasa arayıp bizi çağırmaz değil mi? gidelim mi antep' e? ' dedi ve yola koyuldular.
bir ay geçmedi babamı kanserden kaybettik. ilginçtir ki adam 2 senedir böbrek tedavisi görüyordu. meğer kansermiş ve doktor dahil kimsenin haberi yokmuş. böbrekleri de temizmiş buarada istanbul' a getirdiğimizde anladık. (burası türkiye diyerek geçiştirmeli miyim? evet en azından bu başlık için öyle yapmalıyım.)bu süreçte ben abimi çocuklar gibi ağlarkende gördüm. çığlıklar atarak duvara kafasını vururken de. o dahil bir çok aile ferdi derin bir vicdan azabıyla uğurladı babamı. yani ne ölüme ne ölüsüne olamadı.
bazı sözlerin anlamını söylerken değil yaşarken daha derin anlarız. işte hüseyin bey de bunu en derinlerine kadar yaşayacak bu filmde.
bu arada filmi ben çıktığı dönem sinemada izlemiştim. dershane grubuyla her hafta bir filme gidiyorduk. babam ve oğlum da onlardan biriydi işte. çok matrak bir grup olduğundan bırakın ağlamayı tam manasıyla duygulanamamıştım bile. bir iki kere boğazıma bir şeyler düğümlenmiş ama yanı başımdaki deli bozması arkadaşlarımın hareketleriyle basmıştım kahkahayı.
zor bir film ben izlersem şuan hele izlersem bir iki gün kendime gelemem bu yüzden bir daha hiç izlemedim. benim gibi insanlar için böyle filmler cehennem. neyse efendim filmden çok anı defteri gibi oldu ama idare edi verin.
iyi seyirler...
devamını gör...
ilikli kemik suyu çorbası
yüksek besin ve vitamin değeri taşıyan bir çorba olmasına rağmen yapımıda bir o kadar zordur. öncelikle kemiklerin içinde ki iliklerin çıkması için 1,5-2 saat fırınlanması gerekir. ardından 15-16 saat kısık ateşte pişirilmelidir. kısacası sabır ve emek işidir. yapmayı becerebilene afiyet olsun.
devamını gör...
söylenişi komik olan kelimeler
benim için strateji ve spontane. diyeceksiniz ki neden ne alaka yahu! bu kelimeleri babam çok kullanır. yani kullanamaz söyleyemez aslında ısrarla kullanmaya çalışır. caağnım babam ya
devamını gör...
trevor philips (yazar)
muhabbet kuşları hakkında uzun uzun ve çok faydalı bir sohbet gerçekleştirdiğimiz değerli yazar. ileride kendisinden çok fikir alacağım kesin. uzun yıllar yazmasını diliyorum.
devamını gör...
duyuşsal öğrenme
duyuşsal alandaki davranışları kapsar. bunlar ilgi, tutun, niyet, inanç, his ve değer verme ile ilgili kavramlardır. aynı zamanda sevme, nefret, korku gibi duygularda duyuşsal öğrenmenin ürünüdür.
insan çevresindeki 5 kişinin ortalamasıdır.
insan çevresindeki 5 kişinin ortalamasıdır.
devamını gör...
günün sözü
"dinleyeni olmadığından değil, anlayanı olmadığından sessizleşir insan."
-osho
-osho
devamını gör...
geceye acı ama gerçek bir görsel bırak
devamını gör...
sevdiğin kadar sevilmemek
hiç kimse birbirini eşit derecede sevemez. her zaman bir taraf daha çok seven, değer veren taraf olacaktır. önemli olan sevildiğini hissetmektir..
devamını gör...
arthur schopenhauer
parerga und paralipomena'da milli gurur hakkında oldukça güzel noktalara değinmiş alman filozof. schopenhauer'in* bu çıkarımlarının bir benzerini daha sonra alexander otto weber'in durch die lupe eserinde de görürüz aynı zamanda. weber şu cümleleri kurarken şüphesiz kendisinden esinlenmiş:
"der nationalstolz ist der billigste stolz, den ich mir denken kann. auch die edelste nation besteht zum größten teil aus menschen, auf die man gar keinen grund hat, stolz zu sein." alexander otto weber, durch die lupe
weber'in -bence- esinlenmiş olduğu düşünceler ise schopenhauer'in parerga und paralipomena'da sözünü ettiği milli gurur arkasına sığınmış, bununla övünç duyan ama aslında yalnızca bundan başka kendisiyle gurur duyabileceği bir şeye sahip olmayan insanlar hakkında yaptığı çıkarımlardır. 360. sayfada şöyle söz ediyor bu durumdan schopenhauer:
"en değersiz gurur, milli gururdur. bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir. çünkü insan neden milyonlarca insanlarla paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyabilir ki başka türlü? dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu ülkesinin hatalarını açıkça görebilecektir. ama dünyada gurur duyabilecek hiçbir şeyi olmayan her zavallı aptal gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu ülkesi ile gurur duyar.”
(die billigste art des stolzes ist hingegen der nationalstolz. denn er verrät in dem damit behafteten den mangel an individuellen eigenschaften, auf die er stolz sein könnte, indem er sonst nicht zu dem greifen würde, was er mit so vielen millionen teilt. wer bedeutende persönliche vorzüge besitzt, wird vielmehr die fehler seiner eigenen nation, da er sie beständig vor augen hat, am deutlichsten erkennen. aber jeder erbärmliche tropf, der nichts in der welt hat, darauf er stolz sein könnte, ergreift das letzte mittel, auf die nation, der er gerade angehört, stolz zu sein)
parerga und paralipomena, aphorismen zur lebensweisheit, von dem was einer vorstellt s.360
arthur schopenhauer
esasında weber'in esinlendiği düşünme sebebim, konu hakkında iki ismin de birbirine oldukça benzer bir giriş tercih etmiş olması. yalnız şu var ki türkçe çevirisi aşağı yukarı aynı olsa da orijinal dilinde baktığımız zaman farkı açıkça görebiliyoruz. yine de cümleler benim ifade ettiğim kadar benzer olmasa bile açıkça altında yatan düşünce aynıdır. weber, schopenhauer'in düşüncelerinin devamını aktarıyor ve pekiştiriyor gibi görünüyor.
"der nationalstolz ist der billigste stolz, den ich mir denken kann. auch die edelste nation besteht zum größten teil aus menschen, auf die man gar keinen grund hat, stolz zu sein." alexander otto weber, durch die lupe
weber'in -bence- esinlenmiş olduğu düşünceler ise schopenhauer'in parerga und paralipomena'da sözünü ettiği milli gurur arkasına sığınmış, bununla övünç duyan ama aslında yalnızca bundan başka kendisiyle gurur duyabileceği bir şeye sahip olmayan insanlar hakkında yaptığı çıkarımlardır. 360. sayfada şöyle söz ediyor bu durumdan schopenhauer:
"en değersiz gurur, milli gururdur. bu, onunla gurur duyandaki bireysel özelliklerin yoksunluğunu ele verir. çünkü insan neden milyonlarca insanlarla paylaştığı bir özelliğe tutunma gereği duyabilir ki başka türlü? dikkate değer kişisel niteliklere sahip olan, sürekli göz önünde bulundurduğu ülkesinin hatalarını açıkça görebilecektir. ama dünyada gurur duyabilecek hiçbir şeyi olmayan her zavallı aptal gurur duyabilmek için son çare olarak ait olduğu ülkesi ile gurur duyar.”
(die billigste art des stolzes ist hingegen der nationalstolz. denn er verrät in dem damit behafteten den mangel an individuellen eigenschaften, auf die er stolz sein könnte, indem er sonst nicht zu dem greifen würde, was er mit so vielen millionen teilt. wer bedeutende persönliche vorzüge besitzt, wird vielmehr die fehler seiner eigenen nation, da er sie beständig vor augen hat, am deutlichsten erkennen. aber jeder erbärmliche tropf, der nichts in der welt hat, darauf er stolz sein könnte, ergreift das letzte mittel, auf die nation, der er gerade angehört, stolz zu sein)
parerga und paralipomena, aphorismen zur lebensweisheit, von dem was einer vorstellt s.360
arthur schopenhauer
esasında weber'in esinlendiği düşünme sebebim, konu hakkında iki ismin de birbirine oldukça benzer bir giriş tercih etmiş olması. yalnız şu var ki türkçe çevirisi aşağı yukarı aynı olsa da orijinal dilinde baktığımız zaman farkı açıkça görebiliyoruz. yine de cümleler benim ifade ettiğim kadar benzer olmasa bile açıkça altında yatan düşünce aynıdır. weber, schopenhauer'in düşüncelerinin devamını aktarıyor ve pekiştiriyor gibi görünüyor.
devamını gör...
kafa kadınlarından erkeklere nasihatlar
herkesin içinde verilen öğüt, öğüt değil hakarettir.*
devamını gör...



