aslında ben de başlığa entry girmiş yazarlarla aynı noktadayım biraz.** daha net bir cevap için soruyu biraz özele indirgemek gerektiğini düşünüyorum. mesela, yaşarken hatırlanmak veya unutulmak mı yoksa ölümden sonra hatırlanmak veya unutulmak mı? öte yandan nasıl hatırlanacağı da var. nitekim iyi de hatırlanabilir insan, lanetler de yağdırılabilir arkasından. yani sanıyorum ki kolay kolay kimse kötü hatırlanmak istemez, öyle değil mi? nasıl hatırlanacağı umurunda olmayabilir ama yine de bu, kötü hatırlanmak istediği anlamına gelmez diye düşünüyorum. aynı şekilde ben de ne yaşarken ne de ölümümden sonra kötü hatırlanmak istemem. kötü hatırlanmaktansa bir hiç olmayı tercih edebilirim. zaten biraz da yaşarken de bir hiçiz, ölümümüzden sonra neden olmayalım? işte, biraz ne alâkadır fakat şükrü erbaş'ın 'yaşıyoruz sessizce' adlı şiir kitabının ismi dahi başlı başına çok derin gelir bana bu yüzden. aslında birçoğumuz yaşıyoruz işte sessizce. bir hiçiz. öyle çok da önemli değiliz. hatta hiç önemli değiliz.

sorunun bir de yaşarken veya ölümden sonra hatırlanmak veya unutulmak kısmı var, yazının başında da değindiğim gibi. şahsen ben, yaşarken hatırlanmak isterdim. neyi kastediyorum peki bununla? yıllarca arkadaşlık yaptığınız biriyle artık arkadaş olmadığınızda mesela veya bir zamanlar romantik anlamda sevdiğiniz/sevildiğiniz bir insanın* sizi hatırlaması.* burada hatırlanmaktan kastım, o insana acı, dert, hüzün olmak değil de eğer beni hiçbir şekilde, hiçbir zaman hatırlamıyorsa benim bir birey, bir insan olarak herhangi bir anlam taşımadığımı gösterir bence bu. en azından ben böyle düşünüyorum.

ölümden sonra hatırlanmak kısmına gelirsek şayet, dipsiz bir kuyu. daha önce de bahsettiğim gibi ben, ölümümden sonra da bir hiç olmayı tercih edebilirim kesinlikle. aslında hatırı sayılır bir süredir yaşarken de bir hiçim çünkü ve bunun o kadar da kötü bir durum olmadığını düşünüyorum ve hissediyorum tüm içtenliğimle. inanılmaz bir rahatlığı var çünkü bir hiç olmanın. sevdiğinin olmamasının, seveninin olmamasının, dünyada bir yerinin olmamasının, varlığın ile yokluğunun bir olmasının inanılmaz bir rahatlığı var.* ancak benim için 'ölümden sonra hatırlanmak kısmının' dilemması, kararsızlığı, cevabı net olmayan soru bölümü biraz burada başlıyor. nitekim ölümümden sonra bir hiç olmayı isteyeceğim kadar fikirlerimle, duygularımla hatırlanmayı da isterim. fakat bence burada bireyselliğimin çok bir önemi yok, en azından ön planda olmamalı, assolist o olmamalı. zübde, fikirlerim ve duygularım olmalı. ne demek istiyorsun derseniz, dostoyevski gibi hatırlanmak isterdim mesela, george orwell gibi, chester bennington gibi, kurt cobain gibi, vincent van gogh gibi, pablo picasso gibi... örnekler sonsuza kadar çoğaltılabilir. tabii işin bu kısmına geldiğimizde, sen veya ben bu şekilde hatırlanmayı hak ediyor muyuz, bu şekilde hatırlanacak melekelerimiz, yeteneklerimiz veya imkanlarımız var mı konusu apayrı bir derya. oraya girmiyorum. öte yandan 'ölümden sonra hatırlanmak kısmının' yakınlarımız tarafından, hayatımıza girip çıkan insanlar veya bizim hayatına girip çıktığımız insanlar tarafından hatırlanma veya unutulma bölümü var ki ben, işin bu kısmının gayet yüzeysel olduğunu düşünüyorum. ölümünden sonra bir insanı gerçekten, hakikaten hatırlayacak çok az sayıda insanı olur insanın. annesi olur babası olur, eşi olur çocuğu olur, belki çok çok yakın bir arkadaşı olur ki bu sayılanlar da hatırlamayabilir veya hatırlamak istemeyebilir şayet ortada gerçek ve sağlıklı bir ilişki yoksa. bunun dışında herkes unutulur gider, herkes unutur ve hayatına devam eder. kabullenmek istemesek de kimi zaman adil gelmese de bu iş böyledir.

son olarak, ne yazdın be kardeş, özet geç p.. diyenler olabilir. hak veriyorum. ben de bilmiyorum, yazasım varmış. ama başlık da güzel, hakkını vermek gerek. açan yazara da teşekkür ediyorum. pek nitelikli başlıklar açılmadığı da aşikar sonuçta.* öte yandan, başlık ile unforgiven'ın piyano coverı bir olunca deyişik* kafalar yaşandığı da bir gerçek, inkar edemeyeceğim.
devamını gör...

günümüz ilişkilerini çok güzel bir şekilde özetleyen bir film olmuş.

bir tarafta evliliği baş tacı görüp evli olmayanları hayvana çeviren algı;diğer tarafta tam tersi birlikteliğin yasak bireyselliğin ön planda olduğu bir benimseyiş.

insanların beraber olmak ya da olabilmek için diğer kişiye benzemesi ya da benziyor gibi sahte görünme çabası da filmde çok güzel bir şekilde işlenmiş.

burnu spontan kanayan kızla hayvan olmamak için birlikte olan adamın kendisinin de kanadığını söyleyerek çift olmaları


ayrıca filmdeki karakterlerin her iki tarafta da çok soğuk, donuk,ruhsuz olması gerçekten can sıkıcı. sanki gerçekten robotize edilmiş insanlar gibi.
sanki bir mesaj bundan 50-100 sene sonra olabilecek olaylar silsilesi için.

bir diğer algı da çiftlerin ilişkilerinde bir sorun olduğunda bunun çocukla çözülebilecek anlayışı ancak ben buna katılmıyorum.
böylelikle geçimsizlik devam ederse olan o yeni bebeğe daha konuşmayı bile öğrenmemişken yapılan bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.

beni etkileyen bir diğer an ise

sevdiği kadın âmâ olduğu için kendi gözlerini de kör eden baş rolümüz gönlümü fethetmiştir.
devamını gör...

sakin kalmak.
devamını gör...

biri der göreyim yaz hele diğeri der hadi bana müsade
ben yazarım kafama göre
kimseyi takmam banane
pazara bir kiraz gelmiş tadı şahane.
devamını gör...

1845 - 1851 yılları arasında gerçekleşen ve irlanda patatesinin zehirlenmesi sonucu ortaya çıkan büyük felaket. o dönemler irlanda'nın nüfusu 8 milyon civarında ve halkın yarısının besin kaynağı patates. irlanda'nın o dönem britanya'nın parçası olmasına rağmen sömürge gibi yönetilmesi bu durumun sebebi olmuş. 1845 yılında amerika'dan gelen zehirli bir mikroskobik mantar patateslerin üçte birine zarar vermiş. kıtlık 1847 yılında doruğa ulaşıyor, çünkü aç kalan halk tohumlukları da yiyor. kıtlık o kadar kötü boyutlara varmış ki irlanda nüfusunun yüzde 15 kadarı bu kıtlıkta yok olmuş. modern tarihçilere göre ise ölen kişi sayısı 2,5 milyon civarında.
bu sebeple patatesin irlanda nezdinde değeri büyük. hatta kırsaldaki irlandalılar kadeh kaldırırken şöyle dilekte bulunurmuş :
sana sağlık dolu bir yaşam, her sene bir çocuk ve kiracısı olmadığın patates tarlası diliyorum.
devamını gör...

sabahları gözümü açtığımda, gece uyumadan önce ve gün içinde zihnimi meşgul eden tek şey. "atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun" diyen karakteri çok daha iyi anlıyorum şimdi * akademik gözyaşlarımı da buraya bırakıp gidiyorum alıntı yapacağım yerleri gözden geçirmeye....
devamını gör...

hâlâ yarı köylü yaşıyorum ve o mekanlarda köy kahvsltısı diye verilen yok efendim burjuva işi o. ekmek sobanın üstünde inceden kızarır çaydanlığın yanında, biraz tereyağ, peynir, yumurta, mevsime göre yeşillik, domates. benim en sevdiğim eklentiler ise yoğurtlu kızartılmış biber ve soğanlı puf böreği.
devamını gör...

bir battleroyale oyunu. eskiden sadece origin üzerinden oynanabilirken yakın zamanda steam üzerinden de çıkışını yaptı. 2 veya 3 kişilik takımlarla haritaya bırakıldığınız, karakterlerin değişik özelliklerinin olduğu bir oyundur. örnek olarak pathfinder karakteri duvarlara ip atarak kendini çekebilir ve uzaklara zipline ipi atarak uzun mesafeleri hızlıca almanızı sağlayabilir. bu oyunu yapan firma (bkz: titanfall)'un da yapımcısıdır ve bu oyunda titanfall serisinden etkilenmişlerdir.
devamını gör...

tabiki öncelikle karakter, kalp güzelliği gelir. ama fakat ve lakin ki dış görünüşün de yadsınamaz bi yeri var. uyum önemli, yaş değil bence. kimyalar uyuşuyorsa ve yanıma/yanına yakışıyorsam ne ala. bu adamla aramda epey yaş farkı var ama anlaşabilsek mesela, ben okayim. yaşı sorun olmazdı. tabi her 39 yaşında olan böyle hunharca yakışıklı görünmüyor, o da var. *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

üstüne üstlük 24 saat online olanını alnından öpesim var.
o nasıl sabır öyle.
helal olsun.
devamını gör...

“asrın karanlığına aldanma, yolunu aydınlatacak ışık senin içinde saklı.”
devamını gör...

yüzüklerin efendisi serisinin hayranı olarak başlığını açtığıma çok mutlu olduğum, gerçek olamayacak kadar güzel olan hobbit köyünün adıdır. yeni zelanda'nın kuzeyinde bulunan bu köy aslında altı bin nüfuslu matamata kasabasının yakınında yer alan bir açık hava stüdyosudur ve köyün tam ismi hobbiton movie set'tir.
peter jackson yüzüklerin efendisi serisinin çekilmesi için uygun bir yer ararken burayı keşfetmiş. çiflik, set olmadan önce bizim bildiğimiz koyun otlatılan bir mera alanıymış. jackson çiftliğin sahibi ile bir anlaşma yapmış ve yapılan anlaşma sonrasında film çekilirken yeni zelanda ordusundan yardım istenerek köye giriş çıkışlar yasaklattırılmış. film yayınlandıktan sonra yüz binlerce kişi tarafından ziyaret edilmiş tabi.
bölgenin ticaretle uğraşan kişileri setin gördüğü ilgi karşısında kollarını sıvamışlar; öyle ki bugün bölgede hobbit turizmi temalı on yedi işletme bulunuyor.

ölmeden önce gitmek istediğim yerlerin başında yer alan hobbiton köyüne madem şimdi gidemiyoruz birazcık fotoğraflarına bakalım;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şuradan köyün resmi sitesine gidebilir çok detaylı bir şekilde inceleyip kendinizi orada gibi hissedebilirsiniz; hobbitton'a gider^^
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

insanı insan yapan beyin bölümüdür.hem bilinçli hareketler hem de düşünmek gibi bilişsel aktiviteler burada gerçekleşir. evrimsel süreçteki en büyük kazanımımızdır.

benim için ilgi çeken kısmı ise yeterince gelişmediğinde insanların amigdalası ile hareket etmesidir. bir insanın çocukken prefrontal cortex’indeki sinir hücreleri arasında yeteri kadar bağlantı oluşmazsa yani zeka geriliği olursa adeta içgüdü deposu olan amigdala’lası ile hareket eder. bu yüzden şiddete eğilim, fiziksel gücü çokça önemli sanma, silah gibi aletleri güç aracı sanma gibi ilkel davranışlar aptal insanlarda daha çok görülür.
devamını gör...

çok pozitif kıpır kıpır biri. kendisinin vermiş olduğu bir fikir sayesinde arkadaşımın gönlünü almıştım çok ince düşünceli biri. ay seviyorum böyle etrafa mutluluk saçan insanları.
devamını gör...
(tematik)

17. yüzyıl divan şairi (bkz: neşati)nin aynı zamanda mevlevi şeyhi de olduğu için kendisine verilen sıfattır.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

olmayan tavsiyelerdir.

dibe vuran insan tavsiye alan değil, tersine tavsiye veren insandır.
devamını gör...

gerekmedikçe kafa şişirir.ülkemizde ota boka basılır.en uyuz olanı da kırmızıdayken turuncu ışık yanar yanmaz basılandır.
devamını gör...

son derece kontrollü insandır. olmuşla ölmüşün çaresi olmadığını bilir. çözüm odaklıdır. tehlike içeren durumlarda da bu sakinliğini koruması aslında evrime terstir. çığlık atma, kaçma davranışları göstermez.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim