insanın öldüğü yaş
tarkovski'ye göre 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür.
--- alıntı ---
insan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür.18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar 25 yaşına geldiğinde ise dünyanın onu değiştirdiğini fark eder. ve insan 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür.
--- alıntı ---
tanım : insanın kaç yaşında ölebileceğini paylaştığımız başlıktır.
--- alıntı ---
insan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür.18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar 25 yaşına geldiğinde ise dünyanın onu değiştirdiğini fark eder. ve insan 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür.
--- alıntı ---
tanım : insanın kaç yaşında ölebileceğini paylaştığımız başlıktır.
devamını gör...
abd'liler bizdeki hastaneleri görünce geri kalmışız diyor
nitelik ve nicelik nedir bilmeyen cumhurbaşkanı fıkrası. ne kadar bina yaparsak o kadar iyidir kafasıyla yaşıyor.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
abi bunu da demezsin artik ya. adam gözümüzün içine baka baka dalga geçiyor lan.
devamını gör...
shiitake mantarı
doğu menşeili olan, yaprak döken ağaçların (kestane, kavak, meşe) çürüyen bölgelerinde yetişen bir mantar türü. zengin vitamin ve mineral içeriğine sahiptir. özellikle içerdiği b12 vitamini sayesinde vegan - vejetaryen beslenme şeklini benimseyenler için muhteşem bir yiyecek.
devamını gör...
koklayınca geçmişi hatırlatan kokular
naftalin. çok klasik oldu ama olsun.
devamını gör...
küçükken inandığımız yalanlar
ekmek çarpar seni.
devamını gör...
sofya
2018 yılında çıktığımız balkan turunun son gecesini geçirdiğimiz şehir.
belgrad'tan sonra uzunca bir yolu müteakip kente vardık. ama yoldaki bulgar sınırında epey oyalandık. daha önce biraz da sakal atınca pek sallamayıp pasaportları mühürleyip geçen memurların aksine bulgar gümrük muhafazası sıkı çalışıyor. ipsala'dan çıkışımız gibi tek tek bankoya pasaportları elden gösterip damgalatmamız gerekiyordu. avrupa birliğinde işler sıkı tutuluyor mu ne?
rehberimiz, sofya'ya adını veren azizenin ayrıca ortodoks katedrallerine de sıkça adının verildiğini, sveti sofya'nın bu şehrin koruyucusu olduğu için de adını aldığını anlattı. ama kaynaklarda farklı bilgiler de yok değil. yine de doğruluk payı olsa gerek rehberin anlattığının, sonuçta adı veren osmanlılar sofya ismini herhalde safiye hatundan bulmamıştır. şehrin ortasında, elbette bir sveti sofya (ayasofya) kilisesi var. bir de azizenin heykeli.

şehirde pek gezmedik, hem yorulmuştuk, hem rehber "burası ankara gibidir, pek turistik değil yani" dedi, hem de bizimkiler artık "alışveriş isteriz yoksa burayı pisleriz" modunda idi. yine de biraz gezmedik değil. örneğin şu kalıntıları gördük (hamam kalıntıları galiba):
(şapel muhtemelen bizans yapısı)
şehirdeki tek ibadete açık cami olan banyabaşı camii.
bir diğer cami olan büyük cami de minaresi kesilerek müzeye çevrilmiş (ağaçların arasında zor görünüyor)
şehirde bir de kilise olarak kullanılan bir cami varmış ama orayı görmedik.
aleksandr nevski katedrali (bulgar prensliğinin özerkliğini veren rus çarı ikinci aleksandr adına yapılmış).
bu kilise de rus yapımı.
sinagog.
orduevi (ayrıca atatürk'ün 1914'te yeniçeri kostümüyle hava bastığı maskeli balo da burada yapılmış galiba).
çok fotoğraf çekmişsem bu tamamen gezilen alanın küçüklüğüyle ilgili. hemen hepsi birbirine yakın bu alanların, ayrıca resmi daireler, başbakanlık vs binalar da burada olduğundan ortalık polis kaynıyor (yine de nereyle ilgilendiğimi fark etmiş olmaları lazım ki bulaşmadılar). sonra yakınlarda rehberimizin gösterdiği bir türk lokantasında bir haftadır ilk defa tavuk dışında bir şeylerle (kuru fasulye, pirinç pilavı, sulu köfte vs) karın doyurduk. bilahare metro grossmarket'e gittik. herkes kaşkaval peyniri ve yeni valizler aldı. öyle ya, free shoptan alınacak şişe şişe export rakı ve uzolarla epey yükümüz olacak.
akşam, hepten misafirhane kılıklı bir yerde kaldık. odalar dardı, iki yataklı oldukları için üçüncü yatak istenince de dolaptaki yedek yatağı gösterdiler. katlanır bazada kötü bir uyku geçirdim. neyse ki yarın erken kalkıp kapıkule'den gireceğiz.
belgrad'tan sonra uzunca bir yolu müteakip kente vardık. ama yoldaki bulgar sınırında epey oyalandık. daha önce biraz da sakal atınca pek sallamayıp pasaportları mühürleyip geçen memurların aksine bulgar gümrük muhafazası sıkı çalışıyor. ipsala'dan çıkışımız gibi tek tek bankoya pasaportları elden gösterip damgalatmamız gerekiyordu. avrupa birliğinde işler sıkı tutuluyor mu ne?
rehberimiz, sofya'ya adını veren azizenin ayrıca ortodoks katedrallerine de sıkça adının verildiğini, sveti sofya'nın bu şehrin koruyucusu olduğu için de adını aldığını anlattı. ama kaynaklarda farklı bilgiler de yok değil. yine de doğruluk payı olsa gerek rehberin anlattığının, sonuçta adı veren osmanlılar sofya ismini herhalde safiye hatundan bulmamıştır. şehrin ortasında, elbette bir sveti sofya (ayasofya) kilisesi var. bir de azizenin heykeli.

şehirde pek gezmedik, hem yorulmuştuk, hem rehber "burası ankara gibidir, pek turistik değil yani" dedi, hem de bizimkiler artık "alışveriş isteriz yoksa burayı pisleriz" modunda idi. yine de biraz gezmedik değil. örneğin şu kalıntıları gördük (hamam kalıntıları galiba):

(şapel muhtemelen bizans yapısı)
şehirdeki tek ibadete açık cami olan banyabaşı camii.bir diğer cami olan büyük cami de minaresi kesilerek müzeye çevrilmiş (ağaçların arasında zor görünüyor)
şehirde bir de kilise olarak kullanılan bir cami varmış ama orayı görmedik.
aleksandr nevski katedrali (bulgar prensliğinin özerkliğini veren rus çarı ikinci aleksandr adına yapılmış).
bu kilise de rus yapımı.
sinagog.
orduevi (ayrıca atatürk'ün 1914'te yeniçeri kostümüyle hava bastığı maskeli balo da burada yapılmış galiba).çok fotoğraf çekmişsem bu tamamen gezilen alanın küçüklüğüyle ilgili. hemen hepsi birbirine yakın bu alanların, ayrıca resmi daireler, başbakanlık vs binalar da burada olduğundan ortalık polis kaynıyor (yine de nereyle ilgilendiğimi fark etmiş olmaları lazım ki bulaşmadılar). sonra yakınlarda rehberimizin gösterdiği bir türk lokantasında bir haftadır ilk defa tavuk dışında bir şeylerle (kuru fasulye, pirinç pilavı, sulu köfte vs) karın doyurduk. bilahare metro grossmarket'e gittik. herkes kaşkaval peyniri ve yeni valizler aldı. öyle ya, free shoptan alınacak şişe şişe export rakı ve uzolarla epey yükümüz olacak.
akşam, hepten misafirhane kılıklı bir yerde kaldık. odalar dardı, iki yataklı oldukları için üçüncü yatak istenince de dolaptaki yedek yatağı gösterdiler. katlanır bazada kötü bir uyku geçirdim. neyse ki yarın erken kalkıp kapıkule'den gireceğiz.
devamını gör...
rodrigo'nun gitar konçertosu
son isteği sorulduğunda;
-demli bir çay ve filtreli sigara dedi. ucuz diye filtresiz içmekten ellerimiz sarardı.
-ve rodrigo’nun gitar konçertosunu dinlemek istiyorum.
o an orada bulunan sıkıyönetim komutanları, idam kararı veren mahkeme heyeti, birkaç er ve gardiyanlar anlamamışlardı bu isteği.
peki ama 24 yaşında dar ağacına giden biri neden bu konçertoyu dinlemek istemişti?
üstte yazar arkadaş uzunca açıklamış ama ben bi özet geçeyim;
ispanya’da hitler ve musollini destegi ile iktidara franco gelir. o dönemde ispanya’da iç savaş başlar ve çoğunluğu sosyalist olan altyüzbin insan öldürülür.
rodrigo 1939 yılında bu savaşı anlatmak ister, gözleri görmedigi için eşine bölümler halinde yaptırır konçertoyu.
icrası en zor eserlerden biridir.
6 mayıs 1972 saat 05:30
demli çayını ve sigarasını içti. konçertonun bitmesini bekledi. sonra idam sehpasına yürümek için ayağa kalktı. ancak ayaklarında prangalar vardı. avukatı halit çelenk “prangalar açılsın, bu şekilde idama götüremezsiniz”. prangalar açıldı.
24 yaşında dağ gibi bir genç yere sağlam basa basa yürüdü. ulucanlar cezaevinde tüm mahkumlar ıslıklarla konçertoya devam etti...
ölüme giderken konçerto dinledi. öldürüldükten sonra onun için kitaplar, şiirler, şarkılar yazıldı.
ama yinede can yücel’in dediği gibi;
“aşk olsun be çocuk...”
edit: konçerto istenmiş. son görüntüleriyle ekliyorum.
denizegider
-demli bir çay ve filtreli sigara dedi. ucuz diye filtresiz içmekten ellerimiz sarardı.
-ve rodrigo’nun gitar konçertosunu dinlemek istiyorum.
o an orada bulunan sıkıyönetim komutanları, idam kararı veren mahkeme heyeti, birkaç er ve gardiyanlar anlamamışlardı bu isteği.
peki ama 24 yaşında dar ağacına giden biri neden bu konçertoyu dinlemek istemişti?
üstte yazar arkadaş uzunca açıklamış ama ben bi özet geçeyim;
ispanya’da hitler ve musollini destegi ile iktidara franco gelir. o dönemde ispanya’da iç savaş başlar ve çoğunluğu sosyalist olan altyüzbin insan öldürülür.
rodrigo 1939 yılında bu savaşı anlatmak ister, gözleri görmedigi için eşine bölümler halinde yaptırır konçertoyu.
icrası en zor eserlerden biridir.
6 mayıs 1972 saat 05:30
demli çayını ve sigarasını içti. konçertonun bitmesini bekledi. sonra idam sehpasına yürümek için ayağa kalktı. ancak ayaklarında prangalar vardı. avukatı halit çelenk “prangalar açılsın, bu şekilde idama götüremezsiniz”. prangalar açıldı.
24 yaşında dağ gibi bir genç yere sağlam basa basa yürüdü. ulucanlar cezaevinde tüm mahkumlar ıslıklarla konçertoya devam etti...
ölüme giderken konçerto dinledi. öldürüldükten sonra onun için kitaplar, şiirler, şarkılar yazıldı.
ama yinede can yücel’in dediği gibi;
“aşk olsun be çocuk...”
edit: konçerto istenmiş. son görüntüleriyle ekliyorum.
denizegider
devamını gör...
yürümek
ilham arıyorsanız ve detayları fark ediyorsanız dünyanın en güzel ve en acı aktivitesidir. öyle ki bir zaman sonra uzun mesafelerde otobüse binmek size zulüm gibi gelecektir.
devamını gör...
filozofların en sevilen sözleri
''kimse bir başkasının karakterini şekillendiremez. kimse beni iyiliğe ya da kötülüğe teşvik edemez. ben kendimin efendisiyim ve ne olduğuma ancak kendim karar veririm.'' - epiktetos
devamını gör...
ice (yazar)
nickaltı tanımlarına bayılan yazarımız. o bayılır, biz ayrılırız... ice mı bilmiyorum hatta sanmıyorum. olsa olsa ice agedir o*
devamını gör...
rap müzik midir sorunsalı
müzik değilse nedir, müzik dediğimiz olgu nedir gibi cevaplanması gereken sorular içeren sorunsal. eskiden ben de ‘beat üzerine hızlı hızlı bir şeyler söylemek’ gözüyle bakıyordum, sonrasında yedi ay kadar bir rapçiyle aynı evi paylaşınca müzik olduğuna karar verdim. çokça emek istiyor yapması.
devamını gör...
evli birinin eşinden başka birine aşık olması
kadın için de, erkek için de geçerli olabilecek durumdur. yanlışlığı veya doğruluğu tartışılır. durum baktınız ki geçecek gibi değil, kendini sıkıp üzmektense boşanılır.
(bkz: ruh adam)
(bkz: ruh adam)
devamını gör...
istanbul normalleşmeye hazır
diğer illerin kıskanması gereksiz. istanbul gece gündüz demeden puan kasmış ve artık ödülünü almalı size ne kardeşim?*
(bkz: 4 kritere uyup puanları toplayan il normalleşecek)
(bkz: 4 kritere uyup puanları toplayan il normalleşecek)
devamını gör...
içinde ankara geçen şarkı
başlığı görünce ilk aklıma gelen şarkı(türkü).
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
çok sabırsızım. bir durup düşünsem, yavaşlasam her şeyi daha net göreceğim.
devamını gör...
kadınların ve erkeklerin sık kullandığı yalanlar
erkekler:
ailevi problemlerim var,
sadece sana değil herkese böyleyim ben,
ne alakası var kafanda kuruyorsun.
kadınlar:
yok aşkım ne makyajı ya sadece rimel sürdüm.
ailevi problemlerim var,
sadece sana değil herkese böyleyim ben,
ne alakası var kafanda kuruyorsun.
kadınlar:
yok aşkım ne makyajı ya sadece rimel sürdüm.
devamını gör...
muhavere-i tebabüliye
bir deyim.
efsaneye göre, nuh’un torunları, gökyüzüne tırmanmak için birçok kattan meydana gelen ve son katı tapınak olarak düzenlenen bir kule yapmışlar. gökyüzünü hâkimiyeti altına almak isteyen insanın kendisini beğenmişlik ve nefsine güvenini simgeleyen bu kule hakkında, tevrat ve incil ile yunan mitolojisinde de değişik varyantlar vardır.
babil kulesi yapılırken allahu tealâ, kendisini şirk koşmak üzere yapılan bu binada çalışanların dillerini değiştirmiş (insanlığın dağılması) ve hiç kimse diğerinin dilini anlamaz olmuş. onun için kimsenin birbirini anlamadığı konuşmalara “muhavere-i tebabüliye (babillilerin konuşmaları)” denilir ve bu söz eskiden beri, halk arasında bir deyim olarak kullanılır. her kafadan bir sesin çıktığı, kalabalık bir mekânda, meclis adabını çiğneyerek, ikişer kişinin birbiriyle lafladığı ve seslerin bir uğultuya dönüştüğü durumlar, tam da muhavere-i tebabüliye sayılır.
(bu deyimin hikayesini, iskender pala’nın iki dirhem bir çekirdek eserini açarak yazdım.)
efsaneye göre, nuh’un torunları, gökyüzüne tırmanmak için birçok kattan meydana gelen ve son katı tapınak olarak düzenlenen bir kule yapmışlar. gökyüzünü hâkimiyeti altına almak isteyen insanın kendisini beğenmişlik ve nefsine güvenini simgeleyen bu kule hakkında, tevrat ve incil ile yunan mitolojisinde de değişik varyantlar vardır.
babil kulesi yapılırken allahu tealâ, kendisini şirk koşmak üzere yapılan bu binada çalışanların dillerini değiştirmiş (insanlığın dağılması) ve hiç kimse diğerinin dilini anlamaz olmuş. onun için kimsenin birbirini anlamadığı konuşmalara “muhavere-i tebabüliye (babillilerin konuşmaları)” denilir ve bu söz eskiden beri, halk arasında bir deyim olarak kullanılır. her kafadan bir sesin çıktığı, kalabalık bir mekânda, meclis adabını çiğneyerek, ikişer kişinin birbiriyle lafladığı ve seslerin bir uğultuya dönüştüğü durumlar, tam da muhavere-i tebabüliye sayılır.
(bu deyimin hikayesini, iskender pala’nın iki dirhem bir çekirdek eserini açarak yazdım.)
devamını gör...


